Bu çalışma; iki bölümden oluşan serinin ikinci bölümü olup ilk bölüme buradan ulaşabilirsiniz.
“Ermeni güçleri, bu suçları işlerken ‘Azerbaycanlılar” değil, ‘Türkler‘ diyordu. ‘Türkler, sizi öldürüyoruz ve Türkiye‘den intikam alıyoruz’ diyordu. Bu acımasızlık, sadece Azerbaycan’ın değil, aynı zamanda Türkiye’nin de yaşadığı bir trajedi. Öte yandan, tüm insanlık için bir trajedi çünkü bir ulus, bir diğer ulusu sadece etnik kökeni nedeniyle ortadan kaldırmak istedi.”
Azerbaycan’ın Ankara Büyükelçisi Hazar İbrahim
***
Kökenlerinin birkaç yüzyıl öncesine dayandığı Dağlık Karabağ Sorunu; 20 Şubat 1988’de, Azerbaycan’a bağlı bulunan Dağlık Karabağ’ın yerel konseyinin 110 üyesinin Ermenistan’a bağlanma yönünde karar alması ile tetiklenip 1992’de Azerbaycan ile Ermenistan’ı savaşa sürükledi. Savaştan öte vahşetin vücut bulduğu 25-26 Şubat 1992 tarihlerinde; yüzlerce insan katledildi, binlerce insan yaralandı ve yüz binlerce insan yurdundan edildi. ‘Kanlı Şubat‘ olarak andığımız bu vahim olay Rus destekli Ermenistan askerleri ve çeteleri tarafından Azerbaycan Türklerine karşı ‘etnik’ bir soykırım girişimiydi.
Dağlık Karabağ
Güney Kafkasya’da 4 bin 400 kilometrekarelik bir alanı kapsayan Dağlık Karabağ (Yukarı Karabağ), Azerbaycan’ın bir parçası olarak kabul edilen eski Karabağ vilâyetinin yaklaşık dörtte birini oluşturmaktadır. Günümüz çalışmalarında bölge “Karabağ” şeklinde adlandırıldığı için kavram kargaşası olmaması açısından asıl adı “Dağlık Karabağ” olan bölgeye bu yazıda biz de “Karabağ” diyeceğiz.
Bugün sadece Karabağ’da değil, çevresindeki yedi rayonda da Ermenistan/Dağlık Karabağ Ermenilerinin işgali sürüyor. Karabağ’ın çevresinde rayon olarak adlandırılan bu bölgelerde yerleşim yok, sadece Ermenistan askerleri bulunuyor.
Dağlık Karabağ Savaşı
Mihail Gorbaçov’un başlattığı yeniden yapılanma sürecini Dağlık Karabağ’da yaşayan Ermeniler fırsat bilerek; Dağlık Karabağ’ın Ermeni çoğunluğundaki parlamentosu, 20 Şubat 1988’de 110 üyesinin oybirliği aracılığı ile Dağlık Karabağı’ı Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ile birleştirme kararı aldı. 1989 yılında, Kremlin, Dağlık Karabağ’ın bu kararını geri çevirip, bölgeyi yeniden Azerbaycan SSC’ne bağladı. Sovyetler Birliği’nin dağılmaya başladığı 1991 yılı sonunda, otorite boşluğunu fırsat bilen Ermeniler bu kez de Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığını ilan ettiler. Bu durum Dağlık Karabağ’da, Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki silahlı çatışmaların da fitilini ateşlemiş oldu.
Hankendi’nin Rus destekli Ermeni çetelerce işgal edilmesiyle başlayan Dağlık Karabağ Savaşı; 1992 yılında 25 Şubatı, 26 Şubata bağlayan gece Hocalı Katliamı ile vahşet boyutunu aldı. 1993 yılında 28 Ekim-1 Kasım tarihlerinde Ermeni Silahlı Kuvvetleri son olarak Zengilan rayonunu işgal ederek Dağlık Karabağ’ın ve 7 rayonun tamamını ele geçirdi.
Dağlık Karabağ bölgesindeki Şuşa şehri 8 Mayıs 1992’de Ermeniler tarafından işgal edildi. Aynı yıl, 18 Mayıs’ta, Dağlık Karabağ ile Ermenistan’ı ayıran Laçin bölgesi işgal edildi. Ermeni saldırıları 1993’te de devam etti ve Kelbecer, Ağdam, Fuzuli, Cabrayil, Gubatlı ve Zengilan gibi Dağlık Karabağı çevreleyen bölgeler de Ermenilerin eline geçti.
Dağlık Karabağlı Ermeniler, savaş sonunda bölgenin tümünün kontrolünü ele geçirdikleri gibi komşu yedi bölgeyi (rayon) de işgal etmiş oldular. Böylelikle Dağlık Karabağ ile Azerbaycan’ın doğrudan temas noktaları oldukça sınırlandırılmaya çalışıldı. Ateşkesin imzalandığı 1994 yılından bu yana Azerbaycan topraklarının yaklaşık yüzde 20’si Ermeni işgali altında bulunuyor.
“Saldırgan ve İşgalci”
5 Mayıs 1994‘te imzalanan Bişkek Protokolü ile ateşkes sağlanmıştır. Anlaşmayla böylece geniş çaplı saldırı ve operasyonlara son verildi. Bişkek Protokolü’nden itibaren barış arayışları hâlâ devam etmektedir. Taraflar karşılıklı olarak sıkça ateşkesi ihlâl ediyor.
Bu süreçte Azerbaycan’ın konumu “savunma“, Ermenistan “saldırgan” veya “işgalci” olarak nitelendirilmektedir. Ermenilerin, Dağlık Karabağ işgal ve sonrasındaki tutumu akıllara II. Dünya Savaşı’ndaki Nazi Almanya‘sını getiriyor: işgaller devam ettikçe artan özgüven, daha da saldırganlaşan tavırlar ve barış ve uzlaşıdan kaçınılması.
2016 yılında 1 Nisanı, 2 Nisana bağlayan gece ve 27-28 Nisan günlerinde Ermenistan Silahlı Kuvvetleri sınır hattında Azerbaycan birliklerine ve sivil halka saldırdı. Saldırı sonunda Ermeni birlikleri önce geri püskürtüldü daha sonra Azerbaycan birlikleri 25 yıl aradan sonra ilk kez toprak kazanımı elde ettiler.
1-2 Nisan tarihlerinde başlayan Ermeni saldırılarının ilk gününde birçok Ermeni tankı imha edilirken ilerleyen günlerde de Ermenistan 14 adet tankının imha edildiğini duyurdu. Azerbaycan ise 30+ Ermeni tankının ve zırhlı aracının imha edildiğini duyurdu.
Hocalı Katliamı (25-26 Şubat 1992)
Hocalı esasında 1991 yılının sonbaharından beri Ermeni silahlı gruplarınca kuşatılmış bulunuyor, SSCB İçişleri Bakanlığı’na bağlı kuvvetleri Dağlık Karabağ’dan çıkarılmasının ardından ise tümüyle abluka altında tutuluyordu. 1992 yılının ocak ayından itibaren kente elektrik verilmemekteydi. Hocalı halkının bir kısmı kenti terk etmiş bulunuyordu fakat Hocalı valisi E. Memmetov’un ısrarlı uyarılarına rağmen sivil halk bölgeden tam olarak ayrılmamış anayurtlarını bırakmamıştı ki 25 Şubat 1992 tarihinde Ermeni silahlı birliklerinin saldırısı başladı.
25 Şubatı 26 Şubata bağlayan kanlı gece…
Hocalı Katliamı, 26 Şubat’ta, İnsan Hakları Savunma Merkezi, İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Time dergisinin de ifade ettiği gibi güçlü silahlarla donatılmış Ermenistan silahlı birlikleri ile Hankendi‘de konuşlanmış bulunan Albay Zarvigarov komutasındaki 366’ncı Rus Mekanize Alayı’nın desteğindeki Ermeni çeteleri tarafından gerçekleştirildi. Saldırıya zırhlı araç, topçular ve tanklar eşliğinde ‘Artsakh’ın sözde ‘Milli Bağımsızlık Ordusu’na ait birlikler katıldı.
Öncelikle 936 km2’lik alana sahip ve 2.605 aileden ibaret 11.356 kişinin yaşadığı Hocalı kentine 25 Şubat günü saat 23.00’ten itibaren topçu birlikleri saldırı gerçekleştirdi. Yerleşim bölgesinde bulunan kışla ve savunma mıntıkaları hedef alındı. Akabinde Rus alayının tanklarından ve topçu birliklerinden yapılan saldırılar ile Hocalı Havaalanı kullanılamaz hâle getirilerek dış dünya ile ilişkisi tamamen kesildi. Savunmasız kalan kente 26 Şubat 01.00-04.00 saatleri arasında giren Rus destekli Ermeni piyade birlikleri; çocuk, yaşlı, kadın, bebek demeden birçok insanımızı vahşîce katlettiler. 26 Şubat günü sabah saat 07.00 sularında ise Hocalı kentinde tam bir yıkım ve kaos vardı. Halk çıkışı için serbest koridor oluşturulmuş ancak halka bu bildirilmeden tank ve topçu atışlarıyla halk hedef alınmıştı. Serbest koridordan sadece ve sadece ‘60’ kişinin geçtiği ifade edilmiş ve sadece ‘1’ kişi ile olaylardan sonra irtibat kurulabilmiştir.
Ermeni birliklerin saldırılarında 106’sı kadın, 70’i yaşlı, 63’ü çocuk olmak üzere toplam 613 Azerbaycan Türkü katledildi. Burada öldürmekten öte tarifi imkânsız bir gaddarlık, işkence ve vahşet öne çıkıyor ki, katliamın en güçlü hatırlatıcılarından olan ve öne çıkıcı vakalarından biri, karnı açıkça deşilerek taş doldurulmuş yaşlı bir ninedir. Yine Hocalı dendiğinde, akla ilk gelen, diri diri yüzleri soyularak katledilen çocuklardır.
Katliamdan 76’sı çocuk 487 kişi ise ağır yaralı olarak kurtuldu ve Ermeni güçleri bin 275 kişiyi de esir aldı. Esirlerin 150’sinden bugüne kadar haber alınamamışken 8 aile de tamamen yok edildi, 25 çocuk ebeveynini, 130 çocuk ise ebeveynlerinden birini kaybetti. Azerbaycan devletinin işgal nedeniyle uğradığı zarar ise geride kalan 28 yıl boyunca 22 milyar doları buldu.
Ermenistan’ın önceki Devlet Başkanı Serj Azati Sarkisyan (2008-2018), Hocalı katliamını yapan birliklerin 2 komutanından biriydi.
Serj Sarkisyan, İngiliz gazeteci Thomas De Waal ile yaptığı görüşmede Hocalı Katliamı ile alakalı olarak gözü dönmüşlüklerini açıkça ortaya koyan şu sözleri söylemiştir:
“Hocalı’dan önce Azerbaycanlılar, Ermenilerin sivil halka karşı el kaldırmayacaklarını sanıyorlardı. Biz bunu Azerbaycanlılara şaka yapmadığımızı göstermek amacıyla ibret olsun diye yaptık… Olay işte bu…”
Yine, Serj Sarkisyan ve Markar Melkonyan’ın aktardıklarına göre kardeşi Monte Melkonyan, katliamın Ermeni güçler tarafından yapılan bir ‘’intikam’’ olduğunu açıklamıştır.
366. Rus Mekanize Alayı
Hocalı Soykırımı’nda 366. Rus Mekanize Alayının rolünün özellikle vurgulanması gerekir. 1991 yılının sonbaharından beri kuşatılmış olan Hocalı rayonu etrafındaki Ermeni çetelere 366. Rus Mekanize Alayı 10 adet tank, 16 adet zırhlı araç, 9 adet zırhlı muharebe aracı ile 180 unsurla destek veriyordu. Söz konusu alay Şuşa ve Hocalı’nın, Türk köylerinin ateşe tutulmasında defalarca yer almıştır. Alaydan firar eden askerlerin ifadeleri bu gerçekleri doğruluyor ve askeri birliğin personelinin ruh hâli ve ilişkileri konusunda birtakım izlenimler edinme olanağı veriyor. 366. Rus Mekanize Alayının Hankendi kentinden alelacele çıkarılması da alayın Hocalı olaylarında yer aldığını göstermektedir.
Askeri birliğin komuta kademesinin, sözde halkın karşı koyması nedeniyle askeri personelin serbestçe çıkarılmasını temin edemediklerini iddia edecek derecede maneviyattan yoksun olduğu görülmüştür. Bu amaçla Gence’de konuşlandırılan çıkarma birliklerinden destek alınmıştır. Ama bu destek gelinceye kadar alayın askeri personelinden genellikle Ermenilerden oluşan ve kırıma katılmış bulunan 103 kişi emre itaatsizlik göstererek Karabağ’da kalmıştır. Gürcistan’a geri çekilmesine dair emir almasına karşın alayın komuta heyetinin suç pazarlığı ve alayın çıkarılmasından sorumlu kişilerin sorumsuzluğu sonucunda askeri araçların bir kısmı, zırhlı araçlar, Ermenilere teslim edilmiştir. 366. Rus Mekanize Alayının geri çekilirken Ermeni çetelere teslim ettiği savaş araç gereçleri arasında; 25 adet tank, 87 zırhlı araç, 28 adet zırhlı muharebe aracı, 45 adet top ve BM-13 Katyuşa topçu roketi aracı da bulunuyor.
Bu suretle, gelecekte Azerbaycan’a karşı suç işlenmesine ve bölücülük faaliyetinin sürdürülmesine destek verilmiştir. Bu gerçek, alayın Hocalı Soykırımı’na doğrudan katılmasına delildir.
Ermeni silahlı birlikleri ve 366. Rus Mekanize Alayı, Azerbaycan’ın yerleşim birimlerinin ateşe tutulmasının ve Hocalı kentinde gerçekleştirilen vahşetin asıl suçlularıdır. Hocalı Soykırımı’na katılan Ermenilerin ve onların yardakçılarının hareketi insan haklarının en kaba biçimde ihlâli, uluslararası sözleşmelerin görmezden gelinmesidir.
Tanıklarından Hocalı Katliamı
Cemil oğlu Murat Muharremov’un anlattıkları:
“Nahçıvanik köyüne yaklaştığımızda hava aydınlandı ve Ermeniler insanların çıktığını gördüler. Nahçıvanik yolu zırhlı araçlarla kapatıldı. Oradakilerin çoğu kadınlar, çocuklar ve yaşlılardı. Buna rağmen bizi dört bir yandan vahşîce kurşun yağmuruna tuttular.
Ölenlerin sayı hesabı bilinmiyordu… Facianın ardından helikopterle cesetleri almak için gittiğimizde kadınların kucaklarında bebeklerle beraber kurşunlandığı, vücut azalarından bazılarının kesildiğini gördük. Erkeklerden çoğunun yüzünde işkence izleri vardı; kulakları, burunları ve parmakları kesilmişti. Tevekkül adlı bir adamı ellerini ve ayaklarını tellerle bağlayarak yakmışlardı.”
Ermenistan Yöneticilerinin ve Diğer Ermenilerin İtirafları
Ermeni gazeteci Berain Siraelyan, Fransız “Katolik-Ecclesia” dergisinde şöyle yazmıştır:
“Hocalı’yı gözlerimle gördüm. Ben toprak uğruna yapılan savaşların bu tarzda yürütülmesinden yana değilim. Karın üzerinde üst üste istiflenmiş sahipsiz, kimsesiz cesetlerden korktum… Bu kan için Azerbaycan tarafının, yarınki kuşakların sessiz kalmayacaklarını düşünerek korktum… Bugün Ruslar bizim yanımızda. Ya yarın? Yarın biz yalnız kalabiliriz...”
Öte yandan, Hocalı Katliamı’nın vahşetini bizzat yaşayan, gören Ermeni gazeteci Daud Kheyriyan, o gün yaşananları şöyle aktarır:
“Gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup, Hocalı Kasabası’nın 1 kilometre batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azerbaycanlı ölüsünü getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hâlâ yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu.”
Vahşetin, insanlık tarihinin muhtemelen yok denecek denli az görmüş, bir diğer boyutunu, baş uygulayıcılarından Ermeni sözde doktor Zori Balayan daha sonra aynen şu sözlerle ifade edecekti:
“Biz arkadaşımız Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğun bağırış çığırışları çok duyulmasın diye, Haçatur, çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu.
Daha sonra bu 13 yaşındaki Türke onların atalarının bizim çocuklara yaptıkarını yaptım. Başından, sinesinden ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü. İlk mesleğim hekimlik olduğuna göre hümanist idim, bunun için de Türk çocuğuna yaptığım bu işkencelerden dolayı kendimi rahatsız hissetmedim. Ama ruhum halkımın yüzde birinin bile intikamını aldığım için sevinçten gururlanırdı.
Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğunun cesedini parça parça doğradı ve bu Türkle aynı kökten olan köpeklere attı. Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık. Ben bir Ermeni vatansever olarak görevimi yerine getirdim.
Haçatur da çok terlemişti, ama ben onun gözlerinde ve diğer askerlerimizin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizmin mücadelesini gördüm. Ertesi gün biz kiliseye giderek 1915’te ölenlerimiz ve ruhumuzun dün gördüğü kirden temizlenmesi için dua ettik.“
Bu çocukların ise, kimi ifadelere göre, kız çocukları olduğu ifade edilir.
Dünya Basınında Hocalı Katliamı
Hocalı soykırımıyla ilgili dünya basınında yer alan haberlerden birkaçını ise şöyle sıralayabiliriz:
“Ermeniler Hocalı’ya saldırdılar. Bütün dünya tanınmaz hâle getirilmiş cesetlere tanıklık etti. Azerbaycanlılar çok sayıda insanın öldürüldüğünden haber vermekteler”. Krua l’Eveneman dergisi (Paris), 29 Şubat 1992.
“Ermeni askerleri binlerce aileyi yok etmiştir.” Sunday Times gazetesi (Londra), 1 Mart 1992.
“Ermeniler Ağdam’a doğru giden orduyu kurşun yağmuruna tutmuştur. Azerbaycanlılar 1.200 kadar ceset saymış. Lübnanlı kameraman, ülkesinin zengin Ermeni Taşnak lobisinin Karabağ’a silah ve asker gönderdiğini onaylamıştır.” Financial Times gazetesi (Londra), 9 Mart 1992.
”Birçok insan çirkin hâle getirilmiş, masum kızın sadece kafası kalmış.” Times gazetesi (Londra), 4 Mart 1992.
“Video-kamera kulakları kesilmiş çocukları gösterdi. Bir kadının yüzünün yarısı kesilmişti. Erkeklerin kafa derisi soyulmuştu.” İzvestiya gazetesi (Moskova), 4 Mart 1992.
“Ağdam’da bulunan yabancı gazeteciler Hocalı’da öldürülmüş kadın ve çocuklar arasında kafa derisi soyulmuş, tırnakları çıkarılmış 3 kişi görmüşlerdir.” Le Monde gazetesi (Paris), 14 Mart 1992.
“Binbaşı Leonid Kravets: Ben şahsen tepede yüz civarında ceset gördüm. Bir erkek çocuğun kafası yok idi. Her tarafta acımasızca öldürülmüş kadın, çocuk ve ihtiyar vardı.” (Moskova), 13 Mart 1992.
Kaçkınlar
10 milyon nüfuslu Azerbaycan’da 1 milyondan fazla göçmen yaşıyor. Yani ülkedeki her 10 kişiden 1’i mülteci konumunda. Azerbaycan’da mültecilere kaçmak durumunda kalmış insanlar oldukları için “kaçkın” diyorlar. Ülkedeki kaçkınların sayısı toplam nüfusun yaklaşık yüzde 13’üne denk geliyor. Bu insanlar 20 yıldır tam bir insanlık dramı yaşıyorlar. İçlerinde, yaşlananlar, sakat olanlar, kimsesizler ve işsizler var. Göçmen olarak doğan çocukların sayısı da sürekli artıyor.
Hocalı Katliamını/Soykırımını kim nasıl kabul ediyor?
Azerbaycan Meclisi, 1994 yılında düzenlenen bir oturumla, 613 vatandaşının katledildiği hadiseyi, ‘Hocalı Soykırımı’ olarak kabul etti. Türkiye ise Hocalı’da yaşananlara resmî olarak ‘katliam’ tanımlaması yapıyor.
İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) ise, hadiseyi, Dağlık Karabağ Savaşı sırasında işlenen ‘katliam’ olarak kayıtlara geçirdi.
Birleşmiş Milletler tarafından geçen 28 yılı aşkın süreye rağmen henüz resmî bir karar alınmış değil. Zira Azerbaycan kaynakları, Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’nin bağlayıcı herhangi bir karar almasını engellediğini belirtiyor.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM) üyeleriyse, “Ermeniler tüm Hocalı sakinlerini katletti.” ifadesinin yer aldığı bir bildirgeye imza attı.
Yine Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı- Minsk Grubu, 1996 yılında Erivan’ı kınayarak, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesini talep etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan 25 Şubat 2020’de gerçekleştirdiği Azerbaycan ziyaretinde Hocalı Katliamı ile ilgili olarak; Minsk Grubu’nun samimi davranmadığını ve oyalama taktikleri uygulandığı için 25 yıldır neticeye varılamadığını ifade etti.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) ise de 22 Nisan 2010 tarihli kararında, Hocalı’da yaşananlar, savaş suçları veya insanlık aleyhine suçlarla eşdeğer eylemler olarak görüldü. Burada da henüz resmî bir karar alınmış değil.
Hocalı’da gerçekleşenler, diğer yandan ülke temelinde, Pakistan, Meksika, Kolombiya, Çek Cumhuriyeti, Bosna Hersek, Honduras, Peru, Ürdün, Panama, Romanya, Slovenya, Cibuti, Guatemala, Paraguay, Sudan ve İslam İşbirliği Teşkilatı’nca ‘soykırım’ veya ‘katliam’ olarak tanınıyor. Hocalı Katliamı’nı 5 ülke parlamentosu kınarken, ABD’de 22 eyalet meclisi, yaşananları ‘soykırım’ olarak gören kararları kabul etmiş durumda. Ayrıca Birleşik Krallık’ta İskoçya, yaşanan vahşeti ‘katliam’ olarak gören kararları onamış durumda.
Hocalı Katliamın’na Yönelik Birleşmiş Milletler Kararları
Uluslararası hukuka göre Dağlık Karabağ bölgesi 822, 853, 874 ve 884 no’lu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarınca da tasdik edildiği üzere Azerbaycan Cumhuriyeti’nin bir parçasıdır. Bu kararlarda Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü ve uluslararası sınırların ihlâl edilemez olduğu onaylanmış ve şüpheye yer bırakmayacak şekilde ‘Nagorno-Karabağ’ın Azerbaycan egemenliği altında olduğu ifade edilmiştir.
BM Karar 822 / 30 Nisan 1993, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
Bu kararda özellikle yerel Ermeni çetelerin Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Kelbecer bölgesine son saldırısının bölgede barış ve güvenliğe tehlike oluşturduğu ifade edildi. Özellikle Kelbecer ilinde, olağanüstü içler acısı bir durum olduğu ve tüm devletlerin Azerbaycan’ın egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı duyması gerektiği belirtilerek; tüm işgalci güçlerin Kelbecer ilinden ve Azerbaycan’ın diğer zamanlarda işgal edilmiş bölgelerinden derhal çıkarılmasının gerekli olduğu vurgulanmıştı. Bu karar 3205 no’lu oturumda oybirliğiyle kabul edilmişti.
BM Karar 853 / 29 Temmuz 1993, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi
Ağdam ilinin Ermeni çetelerce işgal edilmesinden sonra yayınlanan bu kararda; 822 no’lu kararın uygulanması gerektiği vurgulanarak Azerbaycan Cumhuriyeti’ne bağlı Ağdam ilinin işgal edilmesinin büyük sayıda sivil kişilerin zorunlu göçmen ve mülteci durumuna düşmesinin ciddi sonuçlarından bahsedildi. Ağdam ilinin ve Azerbaycan Cumhuriyeti’nin diğer zamanlarda işgal edilen bölgelerinin işgali kınandı. Bu karar 3259 no’lu oturumda oybirliği ile kabul edilmişti.
BM Karar 874 No’lu
Bu kararda Güvenlik Konseyi’nin 822 ve 853 no’lu kararları tasdik edildi. 8 Ekim 1993 yılında Moskova şehrinde yapılan yüksek düzeyli müzakereye atıfta bulunarak, bu müzakerenin durumu iyileştirmeye ve çatışmanın barışçıl yollardan çözümüne yardım olmasının ümit edildiği ifade edildi. Ayrıca Ermeni işgalcilerin Fizuli, Cebrayil, Gubatlı ve diğer tüm zamanlarda işgal ettikleri yerlerden çekilmeleri gerektiği vurgulandı. Bu karar Güvenlik Konseyinin 3292 no’lu oturumunda oybirliği ile kabul edilmişti.
BM Karar 884 No’lu
Bu kararda Güvenlik Konseyi’nin 822, 853 ve 874 no’lu kararları tasdik edildi. Askeri operasyonlar, Zengilan ilçesi ve Horadiz şehrinin işgali, sivil halka saldırı ve Azerbaycan Cumhuriyeti topraklarına ateş açılması kınandı. İşgalin durdurulmasının yinelendiği bu karar, Güvenlik Konseyi’nin 3313. toplantısında oybirliğiyle kabul edilmişti.
Hocalı Katliamı’nın Savaş Hukuku Bakımından İncelenmesi
Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ sorunu, eski Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği coğrafyasında çıkan ilk ve en uzun süren silahlı çatışmadır. Bu çatışmalar içinde 25-26 Şubat 1992 tarihlerinde Hocalı’da gerçekleşen olaylar; silahsız ve savunmasız sivillerin Ermeni askerler tarafından öldürülmesi bakımından ‘’insanlığa karşı suç’’ ve ‘’savaş suçu’’ niteliğindedir. 181 cesedin bilirkişilerce incelendiği adlî tıp raporları ve gerek Azerbaycan gerek Ermenistan tarafından tanıkların ve yetkililerin beyanlarıyla kayıtlara geçirilen birçok belge ışığında değerlendirilecek olursa, bu olaylar açıkça bir soykırım suçu teşkil etmektedir.
Savaş Hukuku’nun temel ilkelerinden ‘İnsaniyet İlkesi’ kapsamında çarpışanların gereksiz acıya sebep olan silah, mermi veya maddeleri kullanmaları yasaklanmıştır. Savaş Hukuku, sivil nüfus, silahlı güçler, savunmalı ve savunmasız alanlar, hava savaşı tekniklerinin gelişmesiyle askeri ve sivil hedefler arasında açık bir ayrıma dayanır. Sivil nüfusun sivil nesnelerin korunmasının amaçlanması ve çarpışan ve çarpışmayanlar arasında ayrım tesis edilmesi, devletlerin sivilleri hiçbir zaman saldırı konusu yapamayacakları, sivil-asker ayrımı mümkün değilse silahların kullanılmaması gerektiği hususu, Savaş Hukuku’nun temelini oluşturan ana ilkelerden biridir. İkinci ilke, çarpışanların gereksiz acı çekmelerine neden olmanın yasaklanmasıdır. Bu ilkenin uygulanması, tarafların kullandıkları silahların seçiminde sınırsız özgürlüğe sahip olmadıklarını gösterir. (1996 tarihli Nükleer Silahlar Danışma Görüşü: parag.78)
Öte yandan Hocalı’da; 1949 Cenevre Sözleşmeleri, Birleşmiş Milletler (BM) Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, İşkenceye ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşmesi, Sivil ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi birçok sözleşmenin ihlâli kapsamına girecek nitelikte vukuatlar yaşanmıştır.
09.12.1948 tarihinde imzalanan ve 12.01.1951’de uluslararası hukuk açısından yürürlüğe giren Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin 2. Maddesinde yer alan
a) Gruba mensup olanların öldürülmesi,
b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihnî zarar verilmesi,
c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fizikî varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak yaşam şartlarını kasten değiştirmek,
d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla tedbirler almak,
e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek
bentleri göz önüne alındığında ve tüm bu gerçekler doğrultusunda Hocalı’da yaşananlar; ulusal, etnik, ırsî veya dinî bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlendiğinin maddede tanımlandığı üzere soykırım kapsamında değerlendirilmesi mümkündür.
Değerlendirme
25-26 Şubat 1992 tarihlerinde Hocalı’da gerçekleşen olaylar; silahsız ve savunmasız sivillerin Rus destekli de olmak üzere Ermeni asker ve çeteler tarafından öldürülmesi bakımından ‘’insanlığa karşı suç’’ ve ‘’savaş suçu’’ niteliğinde olup soykırım veya katliam olarak tanınması arasında da farklılık vardır. Soykırım ifadesi katliam ifadesini/gerçekliğini kapsarken tersi söz konusu değil. Yaşanan gerçekler göz önüne alındığında, ‘etnik’ bir temizlik girişiminin söz konusu olduğu ve sivillerin doğrudan ve kasten hedef alındığı görülmektedir. Bu bağlamda yaşananlar için ‘soykırım‘ demeyi uygun görüyoruz. Üzerinden 28 yıl geçmesine rağmen yaraları hâlâ sarılamayan kaçkınlar/göçkünler, soykırım girişiminde yakınlarını ve en önemlisi yurtlarını kaybetmiştir.
Dağlık Karabağ Sorunu her geçen gün daha da çetrefil, daha da karmaşık hâle gelmektedir. Bu bakımdan diplomatik-siyasî bir çözümün yakında olmadığını görüyoruz. Özellikle bu nedenden ötürüdür ki, Azerbaycan güçlü ve modern bir orduya daha da çabalamalı ki, bu çabanın açıkça olduğunu görüyoruz. Zira ancak bu şekil Ermenistan, dizginlenecek, tavizkâr tutumundan daha da vazgeçip işgalci konumunu sorgular hâle gelebilecek, böylece de sağlanacak açık üstünlük ile aynı Nisan 2016’da olduğu gibi, doğacak uygun vaziyetlerde öz toprağını işbu şartlar içerisinde olabilecek tek yöntemle adım adım da olsa geri kazanabilecektir. En son kertede Karabağ Dâvası bakımından bu yegane gerçekliği göz önüne alarak da özellikle, harbe hazır vaziyetini en yüksek seviyede tutmuş olacaktır. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti de, bölge üzerinden gözlerini ayırmamalıdır. Nitekim, İlham Aliyev’in Türkiye-Azerbaycan Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi’nin 8. Toplantısı’nın ardından yaptığı, 2020 yılında ortak askeri tatbikatların artacağı ve ortak silah üretiminin görüşüldüğü basın açıklaması, bu doğrultuda çok önemli ve gerekli gelişmelerdir. Yine Türkiye’den modern silah sistemleri satın almaya devam edeceklerini belirtmesi de, çok önemli bir hususiyettir.
Diğer yandan ve son olarak ise, ilk kez, her iki ülkenin devlet başkanı dünya kamuoyunun karşısına geçip sorunu açıktan tartıştılar. Burada, 15 Şubat 2020 tarihinde Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ile 56. Münih Güvenlik Konferansı’nda bir araya gelen Cumhurbaşkanı İlham Aliyev’in vurgusu, ‘’Karabağ Azerbaycan toprağıdır. BM’nin Ermenistan ordusunun işgale son vermesi gerektiği yönünde 4 kararı var. Bu kararlar uygulanmadı. Çözüm, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü temel alınkarak elde edilmelidir.’’ şeklinde olmuştur. Bu bakımdan bakınca da, Ermenistan’ın hiçbir zaman değişmeyecek gözüken tutumu nedeniyle, yine, Ermenistan yanınca gelmesi gereken adımlar doğrultusunda ancak şekillenebilecek siyasî-diplomatik bir çözüm, pek mümkün veya en son kertede hiç de yakın görünmemektedir. Bu şartlarda ise, zamanın akışı içerisinde oluşacak vakaları fırsatlara çevirmeye çalışıp, en iyi biçimde değerlendirmek hususu, hiç değilse bu şartlarda, tek çözüm olarak gözler önünde seçik biçimde durmaktadır.
Hocalı Soykırımı’nın 28. yılı vesilesiyle; Azerbaycan’ın yıllardır işgal altında olan, Türk toprağı Dağlık Karabağ/Yukarı Karabağ topraklarında bütün bir insanlığın yine sağır, kör ve de dilsiz kaldığı, acısı dinmeyen ve dinmeyecek olan, insanlık tarihinde Srebrenitsa gibi daha dünkü tarih olan bir başka kara leke Hocalı Soykırımı’nda hayatını kaybedenleri unutmamak ve hep rahmetle anmak dileğiyle.
Türk evladı, kendisine yapılanları asla unutmayacak, unutturmayacaktır.
Bir gün, Türk toprağının yine Türk’e yâr olacağına inancımız tam ve eksiksizdir.
**Türk’ün toprağı yine ve ancak Türk’e yâr oldu.**
10 Kasım 2020
Yazar: Ahmet ALEMDAR
Çalışmaya katkılarından dolayı Tuğçe Kara ve Caner ÇETİN’e teşekkür ederim..
Önceki Bölüm:
Geçmişten Günümüze Dağlık Karabağ Sorunu ve Ermeni Politikaları
Referanslar
- Sanal Karabağ / Virtual Karabakh (Sanal Karabağ Bilgi İletişim Teknolojileri Merkezi )
- İsmail Özçelik, “Karabağ Tarihi ve Karabağ’da Ermeni Olayları”
- Abbas Karaağaçlı, “İşgal Atlındaki Dağlık Karabağ Sorunu”
- Emine Vildan ÖZYILMAZ, “Geçmişten Günümüze Dağlık Karabağ “
- De Waal, Thomas (2003). Black Garden: Armenia and Azerbaijan Through Peace and War.
- Daud Kheyriyan, “‘For The Sake of Cross’ – Haçın Hatırı İçin”
- Cavid ABDULLAHZADE- Hukuki Yönleriyle Dağlık Karabağ Sorunu
- Gülşen PAŞAYEVA, Irada BAĞİROVA, Kamal Makili-ALİYEV, Ferhad MEHDİYEV- SSCB`DE YARI-ÖZERKLİĞİN HUKUKİ DURUMU: DAĞLIK KARABAĞ ÖZERK BÖLGESİ ÖRNEĞİ
- Embassy of the Republic of Azerbaijan to Commonwealth of Australia New Zealand and Republic of Fiji
- Toğrul Aliyev- Dağlık Karabağ Sorunu ve Uluslararası Örgütler
- Azerbaycan Devlet Tercüme Merkez
- Ganire Paşayeva, Havva Memmetova – Hocalı Soykırımı: Tanıkların Dilinden
- Ayşe Nur Tütüncü, İnsancıl Hukuka Giriş
- Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme
- Uzmanlardan Hocalı Katliamı Değerlendirmesi
Defence Turk Yayın Koordinatörü. Türk Savunma Sanayii özelinde; savunma teknolojileri, stratejileri ve politikaları araştırmacısı ve takipçisi.