Türk Savunma Sanayii
Savunma sanayii; ait olduğu ülkenin ordusunun stratejik ve taktik seviyedeki ihtiyaçlarının karşılanmasını amaçlayan, bu doğrultuda ülkenin ağır sanayii altyapısı dahil olmak üzere gerekli tüm iş kollarından yararlanan ve ekonomik bir sektör olmanın dışında ülke siyaseti doğrultusunda organize olan bir sektördür. Dolayısıyla, bağımsız siyasa geliştirme yeteneğine sahip olmayan bir ülkenin, yalnızca sahip olduğu ekonomik altyapısı sayesinde bağımsız bir savunma sektörüne sahip olacağı düşünülemez. Ancak bunun tersi durumlarda, yani ekonomik altyapının yetersiz olduğu durumlarda, ülke siyasetine uygun bir savunma sanayii politikasına sahip olunmasının zorlukları da ortadadır. Türkiye’nin durumu ikinci seçeneğe daha uygun düşmektedir. Kurtuluş Mücadelesi sonrası bağımsızlığını kazanan ve bunu uluslararası sistemin diğer aktörlerine kabul ettirebilmiş bir ülke olarak Türkiye, bağımsız siyasa izleme yeteneğini elde etmiş olsa da Anadolu’daki ekonomik altyapının yetersizliği nedeniyle savunma yatırımlarında dış kaynaklı tercihlere yönelmek zorunda kalmıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki savunma yatırımları incelendiğinde bu durum her defasında karşımıza çıkmaktadır.
Savunma Sanayii Politikalarımız ve Acı Tecrübeler
Karar alıcılar, yabancı yatırımların ya da hazır alımların hangi kaynaklardan olacağı konusunda bir seçim şansına sahip olsa da bu seçimlerini yaparken politik bağlılık oluşmasının önüne geçmek adına, hazır alımlar ile savunma yatırımlarının hangi kaynaklardan olacaklarını seçerken bir denge gütmek zorunda kalmışlardır. Güdülen denge sonucunda ilk dönem yatırımlarında Almanya ve Alman sermayeli şirketlerden yana olan ağırlık, hazır alım konusunda devrin statükocu devletleri ve Sovyetlerden yana olan seçimlerle dengelenmeye çalışılmış ve böylece bir tarafın lehine ve en nihayetinde Türkiye’nin aleyhine bir politik bağlılığın oluşmasının önüne geçilmiştir. Ancak sözünü ettiğimiz bu savunma sanayii politikası sürdürülebilir kılınamamıştır. Bunun en temel nedeni, İkinci Dünya Savaşı’nın çıkması ve uluslararası sistemdeki dengelerin anlamsızlaşmasıdır. Özellikle Almanya’nın yenilmesi sonrası, Türkiye’nin savunma yatırımlarında yeni bir kaynağa yönelmesi ihtiyacı doğmuştur.
İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere ve ABD ile yaşanan yakınlaşma sonucu, savaş sonrası dönemde bu iki ülkeden yana bir ağırlık ortaya çıkmıştır. İlerleyen dönemlerde ise, tek kaynak ABD olmaya başlamıştır. Böylece Cumhuriyet’in ilk dönemlerindeki savunma sanayii politikası ortadan kalkmıştır. Bu bağlamda, dönemin karar alıcılarının savunma sanayiinin politik bağlılık oluşturma özelliğini gözden kaçırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak bu durum çok geçmeden karar alıcılarımız tarafından acı bir şekilde tecrübe edilmiştir. Tecrübenin adı 1964’teki Johnson Mektubu’dur. Kıbrıs’taki soydaşlarımıza yapılan haksız muameleler ve hatta katliamlara varan olaylar karşısında garantörlük hakkını kullanmak isteyen Türkiye, ABD Başkanından gelen bu mektup sonrası, Ada’ya karşı zorlayıcı diplomasi stratejisinin ötesinde uygulamalara girişememiştir. 1964 ve 1967’de uygulanan zorlayıcı diplomasi stratejileri sayesinde sınırlı kazanımlar elde edilebilse de hiçbir zaman Ada’daki Türklerin durumu düzeltilememiştir. Süreç, 1974’te Sampson tarafından Kıbrıs’ta gerçekleştirilen darbeyle bir kez daha alevlendiğinde, Ada’nın Yunanistan’la birleşmesi anlamına gelen ENOSIS uygulamaya geçirilmek istenmiş ve Türkiye’ye müdahale seçeneği dışında bir seçenek bırakılmamıştır.

1974’te, geçmişteki kötü tecrübelerden yola çıkarak çıkarma gemileri ve paraşüt birlikleri için gerekli ihtiyaçları giderilmiş durumda olan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Ada’ya etkin bir müdahale yapabilmesinin önündeki teknik yetersizlikleri aşmış durumdadır ve bu müdahale gerçekleştirilmiştir. Ancak ABD’den yana olan savunma alımları ve savunma yatırımları tercihinin olumsuz etkileri, bir kez daha acı bir biçimde tecrübe edilmiştir. Müdahale engellenemese de ABD senatosu tarafından Türkiye’ye yönelik bir ambargo kararı alınmıştır. Uluslararası hukuka uygun olarak garantörlük hakkını kullanan Türkiye, Ada’ya müdahalesini iki aşamalı bir harekatla tamamlayıp soydaşlarının can güvenliğini sağlamıştır ama ambargonun olumsuz etkileri hem harekat sırasında hem de sonrasında hissedilmiştir. Eldeki sistem ve platformların bir bölümü yedek parça ihtiyacını karşılamak için ayrılmak zorunda kalınmış ve silahlı kuvvetlerin etkinliği harekat sonrasında bu durumdan etkilenmiştir. Harekat sırasında ise basit telsiz sistemlerinin hazır alım yoluyla tedariki bile mümkün olmamıştır. Bunun sonucunda yaşanan çeşitli iletişim problemleri birliklerimizin kendi aralarında çatışmasına bile neden olmuştur.
Ulusal Savunma Sanayiine Dönüş
Yaşanan acı tecrübeler sonucunda ulusal savunma sanayiine sahip olmanın önemi ve gereği iyice ortaya çıkmıştır. Bu doğrultuda atılan ilk adım Deniz ve Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakıflarının kurulması ve ASELSAN’ın ortaya çıkması olmuştur. Kıbrıs’taki tecrübeler ışığında ASELSAN’ın ilk görevlerinden biri TSK’nin telsiz ihtiyacını gidermek olarak belirmiştir. ASELSAN, ASPİLSAN, HAVELSAN, HEMA Dişli Sanayii ve Ticaret A.Ş., Asil Çelik Sanayi ve Ticaret A.Ş., Barış Elektrik Endüstrisi A.Ş., İşbir Elektrik Sanayi A.Ş., ASMAŞ ve Yüksek Teknoloji A.Ş. gibi şirketler bu süreç sonunda ortaya çıkmıştır. Ancak 1983’e gelindiğinde adı geçen şirketler dahil savunma sektörüne girecek şirketlerin tek elden faaliyet göstermesi gereği belirmiş ve bu amaçla Savunma Donanımı İşletmeleri Genel Müdürlüğü kurulmuştur. 1984 yılında sektör genişlemesine devam etmiş ve TUSAŞ Havacılık ve Uzay Sanayi (TAI), Aksa Makine Sanayii A.Ş., ETA Elektronik Tasarım Sanayi ve Ticaret A.Ş. şirketleri kurulmuştur. Sektördeki genişlemeye paralel olarak, sınırlı bir statüye sahip olarak kurulan Savunma Donanımı İşletmeleri Genel Müdürlüğü de istenileni verememeye başlamıştır. 1985 yılında bu kurumun yerini Savunma Sanayii Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı almıştır. 1989 yılına kadar görevini sürdüren Başkanlık, istenen askeri ve politik ağırlığı kazanamadığı değerlendirildiği için yeni bir dönüşüme tabi tutulmuştur. Yaşanan dönüşüm sonrası Savunma Sanayii Müsteşarlığı (SSM) ortaya çıkarılmıştır. Müsteşarlığa faaliyetlerini hızlı ve kesintisiz biçimde yürütebilmesi için önceki dönemlerinden geniş yetkiler tanınmış ve sürekli bir bütçeye sahip olması öngörülmüştür. Bu doğrultuda tespit edilen çeşitli kaynaklar bir fon şeklinde SSM’ye ayrılmıştır. Fonun yıllık geliri ise 700 milyon ABD Doları civarındadır.

SSM Sonrası İvmelenme Dönemi
SSM’nin kurulması Türkiye’nin savunma sanayii anlamında yeni bir döneme geçtiğinin ilk işaretlerini de vermiştir. SSM’ye tanınan geniş yetkiler ve hedefler arasında; özel sektöre açık olmak, ileri teknoloji yatırımları yönlendirmek ve teşvik etmek, yerli sanayi altyapısından azami ölçüde yararlanmak, yeni teknolojilere uyum sağlamak, Türkiye’yi alıcı konumundan çıkarmak gibi maddeler bulunmaktadır. SSM öncülüğünde yeniden örgütlenen Türk savunma sanayii 1990-2000 yılları arasında çeşitli ilerlemeler kaydedebilmiştir. Bu ilerlemeler arasında en önemli olanı ise hazır alımdan ortak üretim süreçlerine geçiş olmuştur. Bu doğrultuda Zırhlı Muharebe Aracı, Hafif Nakliye Uçağı, Başlangıç Eğitim Uçağı, Cougar Helikopteri gibi projelerde çeşitli ortaklıklara gidilebilmiş ve Türk sanayisi adına yetenek kazanımları gerçekleşmiştir. Türk savunma sanayiinin bu dönemde elde ettiği yetenek artışı, ilerleyen dönemlerde özgün tasarım ürünlerin ortaya çıkmasını sağlayacak adımların atılabilmesini kolaylaştıran entelektüel birikimin ülkemize kazandırılmasını sağlamıştır.
Diğer taraftan sektörde faaliyet gösteren şirket sayısı da artmaya devam etmiştir. TUSAŞ Motor Sanayi A.Ş. (TEI), FMC-Nurol Savunma Sanayii A.Ş. (FNSS), ROKETSAN, Savunma Teknolojileri Mühendislik A.Ş. (STM), Meteksan Savunma, Alp Havacılık, Milsoft Yazılım Teknolojileri, Yonca-Onuk Adi Ortaklığı, VESTEL Savunma Global Teknik A.Ş. gibi günümüzde adından çokça söz ettiren şirketler dahil olmak üzere toplamda 28 yeni şirket ve iştirak ortaya çıkmıştır.
SSM’nin kurulmasından sonra yaşanan ikinci bir kırılma dönemiyse 2006 tarihinde ortaya koyulan 2007-2011 stratejik planıyla yaşanmıştır. Bu plan yoluyla SSM, TSK ve diğer kamu kurumlarının stratejik ve taktik seviyedeki savunma ihtiyaçlarını karşılamak, teknoloji geliştirilmesine yönelik strateji ve yöntemleri belirlemek ve uygulamak göreviyle özgün yurt içi çözümlere ağırlık veren, uluslararası pazarlara entegre ve rekabetçi bir savunma sanayiine yönelik uzman tedarik kurumu olmaya yönelmiştir. 2010’lu yıllara geçildiğindeyse kritik teknoloji ve tasarımların azami ölçüde yurt içi imkanlarla karşılanması amacıyla özgün tasarım programlarına ağırlık verilmiştir. 2012-2016 SSM Stratejik Planı’yla bu çabalar bir adım öteye taşınmak istenmiş ve hedef, Türkiye’yi savunma teknolojilerinde üstün kılacak şekilde savunma teknolojilerindeki yeteneklerin gelişimini sürekli kılmak olarak belirlenmiştir. Bu doğrultuda MİLGEM Korveti, Altay Tankı, T-129 Atak, Anka ve Bayraktar İHA’ları, Hürkuş, Göktürk-1, Yeni Tip Karakol Botu, MPT-76, Kirpi ve Hava Savunma ve Füze sistemleri gibi pek çok sistem ve platformun ilk adımları atılmıştır.
Gerçekleştirilen ilerleme çabaları ise meyvelerini vermeye devam etmektedir. 2002 yılında 1,3 milyar dolar olan savunma ve havacılık sektörü cirosu 6 milyar dolara, ihracat 247 milyon dolardan 2 milyar dolar seviyelerine, Ar-Ge harcamaları ise 49 milyon dolardan 1.25 milyar dolara ulaşmıştır. Halihazırda dünyanın en büyük 100 savunma sanayii şirketinin arasında beş Türk şirketi yer almaktadır.
SSM ile ilgili değinilecek son gelişme, Müsteşarlığın Cumhurbaşkanlığına bağlanması ve adının Savunma Sanayii Başkanlığı (SSB) olarak yenilenmesidir. Başkanlık, 15 Temmuz 2018’den günümüze güncel olarak bu adla görev ve sorumluluklarını yerine getirmektedir.
Sonuç
Kıbrıs Barış Harekatı sırasında yaşanan acı tecrübeler sonrasında ulusal savunma sanayiine sahip olmanın önemini anlayan ve bu doğrultuda adımlar atan Türkiye, gelinen aşama itibarıyla ordusunun ihtiyaçlarını yerli olanaklarla karşılama konusunda çok önemli aşamalar kaydetmiş durumda. Harekat sırasında basit bir telsiz ihtiyacının karşılanması noktasında yaşanan zorluklardan günümüze, kendi haberleşme sistemlerini üretebilen bir ülke konumuna yükselen Türkiye, son olarak, Elektronik Harp Korumalı El Telsizi-EHKET’in üretimini gerçekleştirebilmiş bir ülke konumunda. Barış Harekatı sırasında kendi unsurları arasındaki iletişimsizlik problemini Kocatepe olayı ve Ada’ya çıkan birliklerinin kendi aralarında çatışması olarak tecrübe eden ülkemiz, bir daha böylesi sorunları yaşamamak adına atılan adımların meyvesini fazlasıyla almaktadır. Hem İHA teknolojisindeki ilerlemeler hem de elektronik harp kabiliyetindeki gelişmeye paralel olarak Türkiye Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri arasındaki iletişimi kendi üretimi sistemler üzerinden sağlayabilmektedir.
SSB Başkanı Demir son gelişmeler ışığında Türk savunma sanayiinin katettiği mesafeyi, “Kıbrıs Barış Harekâtında yabancı ülkelerin telsizini kullanmak zorunda kalan Türkiye, bugün milli ve özgün haberleşme sistemlerini tasarlayan, geliştiren ve üreten dünyadaki sayılı ülkeler arasında yer alıyor (…) Kıbrıs Barış Harekâtının 46. yıldönümünde şehitlerimizi rahmetle, gazilerimizi minnetle anıyorum. O günlerde yerli ve milli savunma sanayiinin ne kadar elzem olduğu bir kez daha görülmüş ve bu anlamda önemli adımlar atılmıştır. Aselsan’ın kurulması ve yerli telsizlerin üretilmesi savunma sanayiimizin önemli dönüm noktalarından biridir. Savunma sanayiimiz o günlerden bu günlere çok farklı bir seviyeye geldi. Yeni teknolojilerle güvenlik güçlerimizin ihtiyaçlarını karşılayan ASELSAN da son olarak EHKET telsizlerini geliştirdi.” cümleleriyle aktarmıştır.
Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı operasyonlarında da yetkinliklerini kanıtlayan yerli üretim savunma ürünlerimiz, ilerleyen dönemde Türkiye’nin çıkarlarının korunması ve hedeflerine ulaşılması yolunda önündeki tehditleri ortadan kaldırıcı ve tehdit seviyesini düşürücü bir etki oluşturacaktır. Bu doğrultuda yerli ve milli savunma sanayii hamlesinin sürdürülmesi ve amaçlara ulaşılması kritik önemdedir.
Kaynakça
- Fikret Ülger, Türk Savunma Sanayii (Ankara: TOBB, 1997)
- Savunma Sanayii Başkanlığı, “Tarihçe”[20.07.2020]
- “Elektronik Harp Korumalı El Telsizi-EHKET’te hem teslimat hem ihracat” [20.07.2020]
- Aziz Akgül, Savunma Sanayi İşletmelerinin Yapısı ve Türk Savunma Sanayi (Ankara: Başbakanlık Basımevi, 1986)
- Aytekin Ziylan, “Savunma Nereden Nereye: Türkiye’de Savunma Sanayii Tarihçesi”, Ulusal Strateji Dergisi, Kasım-Aralık 2001.
Ahmet Keleş

YTÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler 4. Sınıf öğrencisi. Savunma politikaları ve savunma sanayii meraklısı. Türkiye-ABD ilişkileri özelinde Türk Dış Politikası araştırmacısı.