Kısaca NATO’nun (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) Kuruluş Hikayesi ve Temel Prensipleri
İkinci Dünya Savaşı Sonrasında Avrupa’nın Genel Durumu
II. Dünya Savaşı’nın ardından, Avrupa’nın büyük bir kısmının artık tasavvur edilmesi zor bir şekilde harap olduğu görülüyordu. Çatışmalarda 19 milyonu sivil olmak üzere 36,5 milyon Avrupalı hayatını kaybetmişti. Mülteci kampları ve karneler günlük hayatın bir parçası haline geldi. Bazı bölgelerde bebek ölüm oranları %25’e kadar yükseldi. Milyonlarca insan evsiz kaldı.
ABD’nin uygulamaya başladığı Marshall Planı (Avrupa kurtarma paketi olarak da bilinir) sayesinde Avrupa’da ekonomi ve sosyal hayat, toparlanma evresine girdi. Bu dönemde Avrupa devletleri birbirleri ile ticari ilişkilerini geliştirmeden önce karşılıklı güvenlik konusunda şüphelerin giderilmesi gerekiyordu. Oluşacak askeri iş birliği ortamı ve bunun getireceği güvenlik hissiyatı siyasi ilerlemeyi de beraberinde getirecekti.
Bu durumu göz önünde bulunduran Batı Avrupa devletleri, 1948’de Batı Birliği’nin kurulması ve 1954’te Batı Avrupa Birliği’ne dönüşmesi ile devam eden süreci başlattılar. Bu süreçte temel amaç, daha fazla askeri iş birliği geliştirmek ve toplu bir savunma politikası yaratmaktı. Fakat daha sonrasında, günümüzdeki politik zemini hazırlayacak olan fikir ortaya çıktı: “Yalnızca gerçek bir transatlantik güvenlik antlaşması Sovyet tehditlerine karşı durabilir ve Avrupa’da militarizmin tekrar yükselmesine engel olabilir”. Bu fikir, NATO’nun kuruluşuna giden yolu açtı ve Avrupa’nın siyasi entegrasyon sürecini hızlandırdı.
Brüksel Antlaşması ve NATO’ya Giden Yol
İkinci Dünya Savaşının ardından Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri tarafından SSCB’nin yayılmacı politikaları karşısında çeşitli çekinceler yükselmiştir. 1948 yılında Çekoslovakya’da gerçekleşen askeri darbe (Prag Darbesi olarak da bilinir) ve 1949’da SSCB’nin Berlin’i ablukaya alması ile Batı Avrupa ülkeleri tarafından ortak bir savunma mekanizmasına sahip olma fikri yükselmeye başlamıştır. Oluşan ihtiyaç ile Mart 1948’de Brüksel Antlaşması imzalanmış ve Batı Avrupa Savunma Örgütü kurulmuştur. Bu örgütün kuruluşu daha sonrasında NATO’nun kuruluşuna öncülük etmiştir. Zira örgütün kurulmasından sonra Brüksel Antlaşması’nın imzacıları (Belçika, Fransa, Lüksemburg, Hollanda ve İngiltere), güvenlik garantisi sağlayacak ve karşılıklı taahhütleri içerecek bir Kuzey Atlantik İttifakı kurulması için ABD ve Kanada ile müzakerelere girişmişlerdir. Görüşmelere daha sonrasında Danimarka, İzlanda, İtalya, Norveç ve Portekiz’in de dahil olmasıyla NATO’nun kuruluş metni olan Kuzey Atlantik Antlaşması’nın (Washington Antlaşması olarak da bilinir) imzacıları nihai halini almıştır.
İmzalanan antlaşma ile NATO’nun temel görevi, üye ülkelerin özgürlük ve güvenliklerini siyasi ve askeri yöntemlerle korumaktır. Ayrıca üye ülkelerin asli ulusal güvenlik hedeflerine kolektif çabalarla ulaşmasına destek olmak da NATO’nun gayelerinden biridir. NATO’nun kuruluşunun yegâne gerekçesinin Sovyetler Birliği (SSCB) tehdidi olduğu düşünülür. Bu bilgi büyük ölçüde doğru olmakla birlikte, zenginleştirilmeye muhtaçtır. İttifak’ın kuruluşu aslında üç amaca hizmet etmekteydi: Sovyet yayılmacılığına karşı caydırıcı etki yaratmak, Kuzey Amerika’nın varlığı ile Avrupa’da milliyetçi militarizmin canlanmasını engellemek ve yukarıda belirtildiği gibi Avrupa’nın siyasi entegrasyonunu teşvik etmek.
NATO’nun Varlığı ve Ortak Güvenlik İhtiyaçlarına Katkısı
NATO, dönemin ihtiyaçlarını karşılama amacı ile kuruldu. Kuruluş tarihinden itibaren geçen 70 yılı aşkın sürede dünya siyasetinde çeşitli gelişmeler ve dönüşümler gerçekleşmiştir. Soğuk Savaş sırasında kutuplaşmanın yükselişi ve tekrar yumuşama dönemi ile terörizm ve dikta rejimlerinin yükseldiği bu dönemde NATO hâlâ varlığını sürdürmektedir. Bu durum tesadüfi değildir. Zira dünyada yüksek tesirli silahlar ve diğer çeşitli tehditlerin hüküm sürdüğü her dönemde ittifak ihtiyaçları olmuştur. Günümüz dünyasında bu ihtiyaç devam etmektedir. Nitekim Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra NATO, oluşan farklı ihtiyaçlara kendini uyarlayarak varlığını sürdürmektedir. Ayrıca NATO, bu dönem boyunca geçirdiği dönüşümler sonucunda, artık yalnızca askeri bir savunma birliği olmaktan sıyrılarak sosyal konularda da faaliyet göstermektedir.
Kuzey Atlantik Antlaşması, üye ülkelerin ortak güven ihtiyaçlarını, kendine has konseptleri ile karşılamayı hedefliyordu. Antlaşmanın 5. maddesinde geçen “Taraflar, Kuzey Amerika’da veya Avrupa’da içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek silahlı bir saldırının hepsine yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirileceği ve eğer böyle bir saldın olursa BM Yasası’nın 51. Maddesinde tanınan bireysel ya da toplu öz savunma hakkını kullanarak, Kuzey Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için bireysel olarak ve diğerleri ile birlikte, silahlı kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak saldırıya uğrayan Taraf ya da Taraflara yardımcı olacakları konusunda anlaşmışlardır.” ifadesi, tarafların birbirine karşı güven duymalarını sağlıyordu. Maddenin devamında yer alan “Böylesi herhangi bir saldırı ve bunun sonucu olarak alınan bütün önlemler derhal Güvenlik Konseyi’ne bildirilecektir. Güvenlik Konseyi, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak için gerekli önlemleri aldığı zaman, bu önlemlere son verilecektir.” ifadesi ise NATO’nun böylesine acil durumlarda Güvenlik Konseyi devreye girene kadar önlem almak, boşluğu doldurmak gibi bir görevi de üstleneceğini göstermektedir.
Ayrıca antlaşmanın 2. Maddesi tarafları askeri olmayan konularda iş birliği yapmak (ekonomik, politik, sosyal vb.) konusunda teşvik ederken, 3. maddesi ise müttefiklerin harbe hazırlık konusunda yapacakları iş birliklerinin temelini attı.
Yönetim Yapısının Oluşması
Antlaşmanın imzalanması ile taraflar “müttefik” haline gelseler de eylemlerini ortak bir politika ve verimlilikle koordine edecek bir yapı henüz mevcut değildi. Bu durum, 1949’da SSCB’nin ilk atom bombası testini yapması ve ardından 1950’de Kore Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte dramatik biçimde değişti. Derhal, Versailles yakınlarındaki bir banliyöde bulunan askeri bir karargâh, konsolide bir komuta merkezine dönüştürüldü. Bu merkez, Avrupa Müttefik Yüksek Karargâhı (SHAPE) adını aldı ve ilk Avrupa Müttefik Yüksek Komutanı (SACEUR) ise ABD’li General Dwight D. Eisenhower oldu. Kısa bir süre sonra Müttefikler, Paris’te kalıcı bir sivil sekretarya kurdular ve NATO’nun ilk genel sekreteri Birleşik Krallık’tan Lord Ismay oldu.
Bu yeni güvenlik yapılanması ile Avrupa’da siyasi istikrar yeniden sağlanırken, NATO’ya yeni üyeler katıldı: 1952’de Yunanistan ve Türkiye ile ardından 1955 yılında Batı Almanya. Batı Almanya’nın NATO’ya katılımına tepki olarak SSCB, Doğu Almanya ve bunlara bağlı diğer devletler 1955 yılında Varşova Paktı’nı kurdular. Bunun ardından 1961 yılında Berlin Duvarı’nın inşa edilmesi ile doğu ve batı arasındaki kopuş fiziki olarak da gerçekleşmiş oldu. Kuruluş döneminden günümüze kadar geçen süreçte İttifak’ın geçirdiği dönüşümler ileride işlenecektir.
2010 Lizbon Zirvesi’ne Göre İttifak’ın Temel Görevleri
2010 yılında düzenlenen Lizbon Zirvesi, NATO’nun tarihindeki en önemli zirve olarak nitelendirilmişti. Dönemin Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen, ilerleyen dönemde bu zirvenin, NATO’nun dönüm noktası olarak anılacağını söylemişti.
2010 yılında Lizbon Zirvesi’nde NATO Devlet ve Hükûmet Başkanları tarafından kabul edilen mevcut Stratejik Konsept’e göre İttfak’ın temel görevleri aşağıdaki gibidir:
- Kolektif Savunma (İttifak Topraklarının Savunulması)
- Kriz Yönetimi (İttifak toprakları dışındaki görev ve harekatlar)
- İş birliğine dayalı güvenlik (ortaklıklar)
Nitekim bugün, Lizbon Zirvesi’nde belirlenen stratejik görevler NATO’nun temel politikalarına yön vermektedir.
NATO’nun Karar Alma ve Yönetim Yapısı
NATO’da kararlar oy birliği ile alınmaktadır. Ayrıca her ülkenin veto yetkisi bulunmaktadır. NATO’nun yukarıda belirtilen temel görevlerini yerine getirmek için Konsey, Genel Sekreter ve Askeri Komite olmak üzere üç ana birim ve bunlara bağlı alt daireler görev yapar.
Kuzey Atlantik Konseyi (Konsey), NATO’nun en yüksek karar alma organıdır. Konsey, yılda iki defa dışişleri bakanları düzeyinde toplanır. Toplantılara Genel Sekreter başkanlık eder. Konseyin işleri, ülkelerin atadıkları daimî temsilciler aracılığıyla yürütülür. Ülkeler tarafından atanan daimî temsilciler genellikle büyükelçiler düzeyindedir ve bakanlar düzeyinde yapılan birleşimler arasında toplanırlar. Bu toplanmalar ise haftada bir kez veya birkaç kez olur. Bu toplantılar esnasında kural olarak savunma konularını ele almaz, savunma konuları, toplanma sıklığı daimî temsilcilerin toplantıları kadar sık olan ve 1966 yılında Fransa’nın örgütün askeri kanadından çekilmesini takiben kurulan Savunma Planlama Komitesi tarafından ele alınır.
Genel Sekreter ise örgütün en yüksek düzeyli sivil memuru, aynı zamanda ittifakın sözcüsü konumundadır. Genel Sekreter, ülkelerin uluslararası alanda saygınlık kazanmış üst düzey yöneticileri arasından seçilir. Toplantılara başkanlık etme görevi bulunan Genel Sekreter, Konseyin bakanlar veya daimî temsilcilerin katılımıyla toplanması fark etmeksizin bu birleşimlere de başkanlık eder. Genel Sekreter aynı zamanda örgütün uluslararası personel yapılanmasını da yönetir.
Askeri Komite (Komite), örgütün en üst düzey askeri yapılanmasıdır ve üye ülkelerin genelkurmay başkanlarından oluşur. Komitenin sürekli olarak toplanabilmesi için her ülke genelkurmay başkanını temsilen daimî bir komite temsilcisi atar. Bu temsilci, komite işlerini ülke adına yürütür. Komite, Konsey’e ve Genel Sekreter’e danışmanlık yapan bir koordinasyon merkezi işlevi görür. Barış döneminde NATO bölgesinin ortak savunması ile ilgili tedbirler hakkında Konsey’e tavsiye vermekle yükümlüdür. Başlıca NATO komutanlıkları da Konsey’e karşı sorumludur.
Yazar: Mahmut ÇELİK
Kaynaklar:
- nato.int
- T.C. Dışişleri Bakanlığı NATO Bilgi Notu
- Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü – NATO (Dr. Fulya AKSU EREKER)
- Oral Sander, Siyasi Tarih, 1918-1994, 5. Baskı, İmge
İlgili yazı;
Savunma Sanayii Takipçisi, Avrupa Birliği & NATO Güvenlik Politikaları Araştırmacısı