Bu yazı dizimize insanlığın astronomiyle nasıl tanıştığını, dahası nasıl tanışmak mecburiyetinde kaldığını anlatmakla başlayacağız.
Antik Mısır
21.yy’dan yüzyıllar önce, ışık kirliliği tamlaması dahi oluşmamışken, Nil Nehri’nin etrafında uzanıp yıldızları, gezegenleri seyretmek eminim oldukça keyifli olurdu. Fakat Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisine bakınca o vakitlerde bunun pek mümkün olmadığını görüyoruz. Öncelikle karnımızı doyurmamız ve beden, mülkiyet güvenliğimizi sağlamamız gerekiyordu. Antik Mısırlılar, bunları sağlamaya çalışırken en çok Nil Nehri’nin taşkınlarıyla mücadele ediyorlardı. Hâliyle astronomi çalışmalarına da gereken önem tam manasıyla verilmiyordu. Tam da bu sıralarda, birileri meselenin gökyüzüyle alakalı bir çözümünün olabileceğini düşünüp parçaları birleştirmeyi başarmıştı. Başarmışlardı ve bu sayede astronomi alanındaki çalışmaların ilk adımlarını yavaş yavaş atmışlardı. Çalışmaların asıl sebebi tarımsal faaliyetlerin verimini artırmak olsa da, artık tutulmalar, yaz-kış dönümü, takvimlerin belirlenmesi gibi konularda fikir edinilmeye başlanmıştı. Kervanlara ve seyyahlara yol gösterir çalışmalar da hat safhadaydı. Hatta öyle ki konu çok vakit geçmeden gelecekten haber vermeye yani falcılığa dönmüştü bile… Bana kalırsa astrolojiye bu kadar kolay geçilmiş olmasının en büyük sebebi Antik Mısır’ın yaradılış inancıdır. Nil Nehri’ni simgeleyen Ra gibi bir tanrıları olmasa da, bereketi ve verimliliği sağlayan tanrılarını resmederken mavi rengini kullanmaktan geri durmamış, dini törenlerini de Nil Nehri’nin taşkınlarını ve gök cisimlerinin konumlarını temel alarak gerçekleştirmişlerdir.
Yeri gelmişken, sadece Antik Mısır değil, bizler de dini törenlerimizin tarihini belirlerken gökyüzünden yararlanırız. Örneğin bugün hâlâ Ramazan Ayı’nın başlangıcını ve bitişini Ay’ın evrelerini dikkate alarak saptıyoruz.
Takvimi biraz ileri almadan önce bir konuya daha değinelim. M.Ö. 10000 – 8000 tarihleri arasında kurulmuş en eski yerleşim yeri olan Göbeklitepe’de yapılan çalışmalarda, bölgede bulunan dikili taşların astronomik gözlem ve deneyler için not defteri olmak haricinde gök olaylarını tahmin etmek içinde kullanıldığı düşünülüyor. Böylelikle astronomiyle ilgili keşiflerin daha da eskiye dayandığını bilmek insanı ister istemez meraklandırıyor.
15.yy.’ın ortalarına doğru Uluğ Bey Semerkand’da tarihin en büyük gözlem evlerinden birini kurar. III. Murad bunu İstanbul’da yapmak ister ve Takiyüddin bin Marufi’yi bunun için görevlendirir. Padişahın müneccimbaşı Takiyüddin, oldukça iyi koşullara sahip bir gözlemevi kurar. Asıl işi padişaha geleceği bildirmektir ama aynı zamanda çeşitli gözlem aletleri de yaparak astronomi alanında da ilerlemeler kaydeder. Aynı dönemde, Danimarka’da Tycho Brahe de, Takiyüddin’le aynı işi yapar. Fakat 1583’te bir gece, Şeyhülislamın ‘’Gökyüzünün sırlarını bulmaya çalışan devletlerin hepsi batmıştır’’ gibi düşüncelerle padişahı rasathanenin yıkılması fikrine ikna etme çabaları olumlu sonuçlanır. Ciddi emek ve bütçe harcanarak kurulan gözlemevi sadece 4 sene dayanabilir ve yıkılır… Sonrasını tahmin edersiniz, uzun bir süre Osmanlı’da bu konuda iç açıcı gelişmeler yaşanamıyor. Brahe ise devlet büyükleri ve soylular tarafından finanse edilen gözlemevinde çalışmalarını sürdürmeye devam ediyor.
Geçmişten Geleceğe Roket Fırlatıyoruz
Barut destekli roket teknolojisi ilk olarak 13.yy.’da Çin’de başlayıp ardından Asya, Afrika ve Avrupa’ya yayılmıştır. Konunun yeni olması sebebiyle öğrenme aşamasıyla uzunca bir zaman dilimi geçer. Ta ki 1633 yılına kadar. IV. Murad’ın kızının doğum günü şenliklerinde, havacılık meraklısı Lagari Hasan Çelebi tamamen kendisinin imal ettiği 7 kanatlı roketiyle yaklaşık 300 metre yükselerek neredeyse 20 saniyede Sarayburnu’ndan Sinan Paşa Köşkü’ne ulaşır. Ve Hasan Çelebi ismini tarihe roketle dikey uçuşu gerçekleştiren ilk insan olarak yazdırır. Lagari başlangıçta IV. Murad tarafından desteklense de, sonrasında ulemanın padişaha olan baskısıyla Kırım’a sürülür…
1926’ya geldiğimizde, bugün insanlı gerçekleşen birçok uzay çalışmasının temel gereksinimini sağlayan roketlerden, ilk sıvı yakıtlı roket sistemini Amerikalı mühendis, profesör, fizikçi ve mucit Robert Goddard yapmış ve de başarılı bir fırlatma gerçekleştirmiştir.
Türkiye’nin İlk Uzay Araştırmaları Oluşumu: Bandırma Füze Kulübü
4 Ekim 1957’de Sovyetler Dünya’nın ilk yapay uydusu Sputnik 1’i yörüngeye yerleştirmeyi başararak kazananı olmayan bir yarışı da başlatır. Uzay yarışını… Diğer devletler de bu yarışa dâhil olmak istiyor; kendi uydularını, roketlerini üretmek için çalışmalar yapıyordu. Fakat ülkemizde durum biraz farklıydı. Yarışa dâhil olmayı isteyen devlet değil bir grup lise öğrencisiydi “Bizim ne eksiğimiz var!” diyerek. Bu şekilde Bandırma Füze Kulübünü kuran öğrenciler ve üyeleri her fırsatta uzay-bilim konuşuyor, işleri daha da büyütmeyi hedefliyorlardı. Uluslararası organizasyonlara katılmak için 2 yıl sonra kulüp artık “Bandırma Havacılık ve Uzay Araştırmaları Derneği”ydi. Ekibin araştırmaları ve denemeleri sonucunda 10 Şubat 1960’da otomatik ateşleme sistemine sahip, 2 kanatlı bir roket üretilip fırlatıldı ve 750 metre yüksekliğe ulaşıldı. 750 metreden sonra roketin denize düşmesi başarısızlık olarak görülse de bu olayın yabancı ülkelerin basınında ülkemiz lehine olduğu söyleniyor. 1962 senesinin 30 Ağustos Zafer Bayramı geldiğinde ekip Marmara 1 isimli ilk Türk füzesini 920 metre yüksekliğe çıkarmayı başarır. Kısa süre sonra Marmara 2 de 822 metre yükselip 15 metre de yatayda yol alarak birinciliğin Amerika’da ve ikinciliğin de Almanya’da olduğu yarışmada 3.lük elde eder. Bunun üzerine 1961 senesinde Devrim Otomobilleri’nin üretiminde ısrarcı olup başarıyla sonuçlanmasına destek olan Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel, ekiple görüşerek onlara da her türlü desteği sağlayacağını söyler. Ekip artık sık sık atış denemeleri yapar ve devamında da Marmara 4’ü yaparak 5415 metre yüksekliğe çıkartırlar. Cemal Paşa: “Sizi yolunuzdan döndürmek isteyen kişiler bulunacaktır. Onlara içinizdeki Türk milletine has, yapılmayacak gibi görünen şeyleri yaptıracak olan imanınızla cevap veriniz.” diyerek ekibi bir kez daha tebrik eder, motive olmalarını sağlar.
Parlak zekâlı bu ekibin yeni hedefi artık uzaya bir canlı göndermektir. Aktrüs isimli rokete bir kapsül eklenecektir ve kapsüle de bir fare konulacaktır. Aktrüs yerden 150 km yükseldiğinde kapsül ayrılıp paraşütle yere indikten ve fare incelendikten sonra insanlı sistemler üzerine çalışmaların yoğunlaşması planlanır. Ta ki projenin ve ekibin bugüne kadarki başmühendisi Kirkor Divarcı’nın evinde bir yangın çıkana kadar…
Diğer yandan uzay yarışında bayrak hâlâ Sovyetlerdedir çünkü 12 Nisan 1961’de Yuri Gagarin’i Vostok 1’le uzaya göndermiş, uzaya çıkan ilk insan unvanını da elde etmişlerdir. Ve sonunda Amerika, Apollo 11’le Neil Armstrong’u 2 kişilik mürettebatıyla Ay’a gönderir ve Neil Armstrong’un Ay’a ilk ayak basan insan unvanını almasıyla yarıştaki bayrağı eline alır.
Özel Sektörde Uzay Yarışında
Bu yarışta oldukça büyük önemi olan roketler, bilindiği üzere çok yüksek maliyetlere sahiptirler. Konuya çözüm getirmek adına bir yandan Ar-Ge çalışmaları yapılarak parça üretimi daha düşük maliyetli hâle getirilmeye çalışılırken, diğer yandan da kulağa halk efsanesi tadında gelen çok kullanımlık roketler gündeme gelmiştir. Jeff Bezos’un şirketlerinden biri olan Blue Origin’ın asıl amacı uzay turizmini canlandırmak ve de renkli işlerle dikkatleri toplamak diyebiliriz fakat bunlarla sınırlı kalmıyorlar elbette. “Launch.Land.Repeat.” başlığıyla yeniden kullanılabilir roket teknolojisine de el atıyorlar. Ve 2016 yılında New Sephards isimli VTOL tarzı roketlerini gönderdikleri gibi indirmeyi de başarıp tekrar tekrar kullanıyorlar. Ve yere indirilip tekrar kullanılabilen ilk roket unvanını alıyorlar. Evet, evet doğru okudunuz ve ben de doğru yazdım. Elon Musk Falcon 9’u geri indirmeden önce bu zaten başarılmıştı. Eksiklik sosyal medyayı etkili kullanmamak ve de o anki konum olmuştu Jeff Bezos için. Sonuçta hepimiz Amazon ile tanıdık kendisini. O yüzden gelin Jeff Bezos’a tebrikler sunup SpaceX için başka bir çalışmaya göz atalım. Bu arada SpaceX demişken, onların da yola uydu yaparak çıktıklarını biliyor muydunuz? Falcon Heavy’yi de eminim duymuşsunuzdur. Hani içinde yine Musk’un şirketi Tesla’nın Roadster modelinin olduğu roket. Aynı zamanda bu roket şu anda dünyanın en güçlü roketi unvanını da taşıyor. Tam tamına 64 ton.
Bu hem heyecanlandırıcı bir rekor hem de harika bir şov Musk için. Çünkü işin iyi yapıldığını bilmek kadar neden ve nasıl yapıldığını bilmek de gönülleri fethediyor diyebiliriz. Şeffaflık demişken Çin’i oldukça başarılı ve de şeffaf buluruz CNSA’da yapılan çalışmalarında. Ta ki 2020 yılının ilk fırlatmasını kamuoyuna oldukça az ve eksik açıklamalarla duyurana kadar. Roketleri Long March 3B’yi bu kadar gizli fırlatmaları insanların aklına beraberinde çok sayıda şüphe getiriyor. Sadece uzmanlar değil olayın farkına varan herkes bunun askeri amaçlar için gönderilmiş bir roket olduğu kanısında. Aynı şekilde yine Çin tarafından 2017 yılında gönderilen TJS 2 için de yeterli açıklamalar yapılmamıştı ve askeri işlevleri olduğuna dair düşünceler hâliyle Çin tarafından onaylanmamıştı.
2020 yılına gelmişken, 2016 yılında fırlatılışını büyük bir heyecanla izlediğimiz OSIRIS-ReX de Ağustos ayında Güneş’ten ortalama 168 milyon kilometre uzaklıktaki asteroit Bennu’ya ulaşacak ve 5 saniyelik bir temasla örnek alacak. Bennu Güneş Sistemi’ndeki ilk kompozit uzay kayası. Yani birden fazla astreoitten oluşmuştur. Bu sebeple de Güneş Sistemi’nin nasıl oluştuğunu gösteren mineraller içeriyor ve adeta zamana tanıklık ediyor asteroit Bennu. Yine bu sebeple de 2023’te Dünya’ya dönüşü bilim camiasında büyük bir heyecanla bekleniyor…
OSIRIS-ReX’in nasıl örnek alacağını merak edenler için video:
Kaynakça:
- Kozmik Anafor
- Rasyonalist.org
- Habertürk/Murat Bardakçı
- space.com
Hatice İspir
uzay ve savunma sanayii teknolojileri meraklısı, defenceturk.net te araştırmacısı.