Çalışmanın ilk bölümü olan “Mehmed’in Hayali: İstanbul’un Fetih Stratejisi“ni okumak için tıklayınız.
Yazar: Müberra Hudoğlu
MUHASARA VE FETİH
Boğazkesen hisarının yapımının başlanmasından itibaren İmparator Konstantin, Sultan Mehmed’in İstanbul’u muhasara edeceğinden artık emin olmuş, bu sebeple Papa’dan yardım istemişti. Her ne kadar İstanbul içinde hayli huzursuzluk yaratsa da İmparator, yardım almak ümidiyle kiliselerin birleşmesini kabul etmişti. “Dinini satmak” durumunda kalan halk bu durumdan epey rahatsız olmuş, o meşhur söz bu dönem söylenmişti: “Mukaddes şehrin sokaklarında Latin tacını görmektense Türk sancağının galebesini tercih ederim.”
Fakat İmparator bu birleşmeden beklediği faydayı göremeyecekti. Papa’nın geç de olsa harekete geçirdiği donanma İmparator’un imdadına yetişemedi. Yalnızca İtalyan devletlerden bir takım yardımcı birlikler ve donanma, Sultan gelmeden önce şehre varmış olacaktı.
Sultan Mehmed Han, yola çıkmadan önce ordu için emniyeti sağlamak ve muhasara sırasında arkadan vurulmamak adına Karaca Bey’i yol üzerinde hâlâ Bizans’a ait olan birkaç noktanın alınması için görevlendirdi. Ardından nihayet 23 Mart 1453 cuma günü Sultan Mehmed ve ordusu, yanında Akşemseddin, Molla Gürani, Molla Hüsrev ve Akbıyık gibi âlimlerle birlikte Edirne’den hareket etti. 5 Nisan’da nihayet İstanbul önlerindeydi. Genç padişah şehrin etrafındaki mevkilerin şekillerini resmetmiş olduğu İstanbul haritasını eline alarak topları ve muhasara aletlerinin nerelere konması gerektiğini gösteriyor, lağım açılacak yerleri harita üzerinden işaretliyor, merdivenlerin nereye konması gerektiğini, hendeklerle ilgili planlarını kumandanlarına gösteriyordu. Önemli silahlar nerede duracaktı? Birlikler nerede duracaktı ve başlarında kimler olacaktı? Kuşatma nasıl olacaktı? Tüm planlar detaylı bir şekilde bizzat genç hükümdar tarafından yapılmış olduğu halde, otağını hâkim bir tepeye kurdurdu. 6 Nisan cuma günü kılınan sabah namazından sonra, top atışlarıyla kuşatma başladı.
Osmanlı ordusunun mevcudu 100 bin civarındaydı. Bunların dörtte birini yeniçeri ve kapıkulları teşkil etmekteydi. Sultan Mehmed, birlikleriyle kara surlarının en zayıf olduğu bölge olan Topkapı’dan Edirnekapı’ya kadar uzanan hatta kurulmuştu. Bu bölge asıl taarruz bölgesiydi, Padişah’a Sadrazam Halil Paşa ve en seçkin birlikler eşlik ediyordu. Şahî toplar da buraya konuşlandırılmıştı. Karşı tarafta yine aynı bölgeyi Bizans İmparatoru Konstantin bizzat savunacaktı. Yanında ise iki kadırga ve 700 cenkçi ile müdafaaya katılan, imparatorun başkumandan tayin ettiği önemli kumandan Cenevizli Jüstinyani vardı. İstanbul’u ise içinde halktan kişilerin de bulunduğu 20 bin kişilik bir kuvvet müdafaa edecekti. Bununla beraber surların gerisinde askerlere yardımcı olmakla görevlendirilmiş yine halktan kişiler de vardı.
Muhasaranın ilk zamanları daha çok siper kazma, mazgallara ok atışlarıyla ve küçük topların surları dövmesiyle devam ediyordu. 12 Nisan’da ise Bizans için şüphesiz en beklenmedik olay, 145 parçalık Osmanlı donanmasının İstanbul önlerine gelmesi oldu. Osmanlı donanmasının bir kısmı Marmara denizinde kalırken bir kısmı da Karadenizde emniyeti sağlayacaktı. Kadırga, kalyon ve küçük teknelerden müteşekkil bu donanma, Kabataş ile Beşiktaş arasında demirlerken Bizanslılar surlar üzerinden titreyerek seyretmekten başka bir şey yapamadılar. İlk defa Osmanlı, İstanbul önlerine bir donanma ile gelmişti. Korkmakta elbette haklıydılar çünkü deniz cephesi Bizans için kurtarıcı bölümdü, buradan artık nefes kesilmişti.
12 Nisanda Şahî topları da sahneye çıktı. Türk topları surlara gedik açsa da buralar süratle Bizanslılar tarafından tamir edilmekteydi. Bu yüzden Sultanın asıl amacı, çabucak tamir edilemeyecek büyük gedikler açmaktı. Batarya atışları ve büyük topların tamamlayıcı olması ile Sultan Mehmed, bu muazzam surlarda gedikler açmaya muvaffak olmuştu. Dış surlarda nihayet bazı yıkıntılar meydana gelmişti. Fakat büyük topların hizmetinin güç olması hasebiyle günde ancak 7-8 top atılabiliyordu. Bu yüzden surlara tam olarak istenilen hasar verilemiyordu. Bir taraftan Şahî toplar surları titretiyor, mancınıklar taşlar fırlatıyor, diğer taraftan mazgallar ok yağmuruna tutuluyordu. Askerler hendekleri taş, toprak ve ağaçlarla büyük bir gayretle kapatıyor, muhasara çetin bir çekişme ile devam ediyordu.
20 Nisan günü Bizans’a asker, mühimmat ve erzak getiren üç Cenevizli ve bir Rum yardım gemilerinin önü Türk donanması tarafından Zeytinburnu önlerinde kesilmişti. Türk donanması ile Ceneviz donanması arasında bir muharebe cereyan etti ve donanmamız başarısız oldu. Donanmasının yenildiğini gören Mehmed Han hiddet ve teessüründen, atını, kaybetmekte olan donanmaya doğru denize sürmüş, oradan Baltaoğlu’na emirler yağdırmıştı. Bu mağlubiyete pek fazla kızan genç hükümdar Süleyman Beyi azlederek yerine Hamza Bey’i getirdi. Havan toplarını ise bu mağlubiyet sonrası icat etmişti.
Yaşanan bu deniz mağlubiyeti Çandarlı önderliğindeki muhalefeti cesaretlendirdi. Çandarlı ve ona tâbi olanlar işler daha kötüye gitmeden ve Avrupa’dan daha fazla yardım gelmeden imparatorla müzakereye gidilmesi gerektiğini söylüyordu. Bu başarısızlık Mehmed’in maneviyatını da zedelemişti. Fethin başarıya ulaşıp ulaşmayacağından şüphe duymaya başlamıştı. Bunun üzerine hocası Akşemseddin ona derhal kendini toparlaması için bir mektup göndermiş “hükmünü yürütmekten âciz” olmakla suçlayarak derhal gereken tedbirleri almasını istemişti. Başlanan iş bu şekilde yarım bırakılamazdı. Hem hocası Akşemseddin’in ikazı hem de başta Zağanos Paşa olmak üzere yakını olan paşaların desteği ve ısrarı sonucu Sultan’ın tereddüttü ortadan kalktı ve kuşatmanın kaldığı yerden devam etmesini emretti.
Karadaki surlarda topların denenmiş olması ile istenilen başarının elde edilememesi ve 20 Nisan’daki başarısızlık üzerine Sultan Mehmed, gemileri Haliç’e indirme planını devreye soktu. Yağlanmış kızaklar üzerinden çekerek Kasımpaşa sırtları üzerinde peşisıra dizdirilen irili ufaklı 70 gemi, bir gece ansızın Haliç’e indirildi. Ertesi sabah uyandıklarında 70 gemiyi Haliçt’e gören Bizanslıların tüyleri ürpermişti. Özellikle Haliç’te emniyette bulunduğunu sanan İtalyan gemiciler korkuya kapıldı. Bu gemiler ile Marmara’da zincirlerin öte tarafında bulunan donanma, birlikte hareket edecek ve iki ateş arasında kalacaklar diye endişe etmeye başlamışlardı. Hatta başarısız bir baskın denemesinde dahi bulundular. Zağanos Paşa ise Kasımpaşa ve Okmeydanı sırtlarından top atışlarıyla buradaki donanmayı korumaktaydı. Bizans filosundan iki gemi buradan atılan toplarla batırılmıştı. Türk ordusu Haliç surlarını buradan yıkmaya muvaffak olamayacaktı fakat kuşatmanın seyrini değiştirecek şekilde Bizans’ın maneviyatının kırılması sağlanmıştı. Diğer taraftan donanma Marmara sularına girdiği vakit Bizans hâkimiyetinde olan adaları da tek tek almıştı. İstanbul artık tamamen abluka altındaydı, kaçacak hiçbir yer, yardım alacak hiçbir ülke yoktu, çepeçevre sarılmış ve adeta oksijensiz kalmıştı.
Haliç’te hızla Osmanlı ordusuyla kara surlarını muhasara eden kuvvetler arasındaki irtibatı sağlayacak, beş kişinin yan yana rahatlıkla geçebileceği, topların üzerinden geçirilebildiği seyyar bir köprü inşa edildi ve buradan toplar geçirilerek Haliç surları yakın mesafeden dövülmeye başlandı.
16 ve 18 Mayıs’tan itibaren yürüyenkuleler kullanılmaya başlandı. İlk kule Grejuva ile yakılmış olsa da kulelerin inşasına devam edildi. Bir taraftan da surların altında tüneller kazılıyor, şiddetli top atışları surları sarsmaya devam ediyordu. Çetin bir çekişme sürüyor, Bizans tarafından kuleler yakılıyor, lağımcıların açtığı tüneller Grejuva ile yerle bir ediliyordu. Sultan Mehmed, İmparator’a son olarak teslim olması teklifinde bulundu. İmparator teklife yine red cevabı verdi.
26 Mayıs cumartesi günü Macaristan’dan gelen bir elçi heyeti İstanbul’a doğru bir Haçlı ordusunun hareket ettiği, kuşatma kalkmazsa Macar ordusunun da harekete geçmeye kararlı olduğunu söyledi. Bu haber orduda yayılmıştı, padişahın barışla şehri teslim alma girişimleri de askeri sabırsızlığa ve kaygıya düşürüyordu. Niçin bir an önce saldırıya geçilmediği, padişahın yapılması imkânsız bir işe girişerek milleti mahva sürüklediği şeklinde söylentiler yayıldı. Bu söylentiler üzerine harp meclisi son olarak toplandı. Çandarlı yine sulh yapma taraftarıydı fakat fetih taraftarı paşalar kuşatmanın devamına diretti. Sultan Mehmed de kuşatmayı kaldırmak için bir sebep göremiyordu. 29 Mayıs’ta son hücum kararı alındı.
Taarruz kararının ilanı üzerine Türk ordusu 27 ve 28 Mayıs günlerini taarruza hazırlıkla geçirdi. Genç Sultan bizzat atına binerek tüm kıtaatı dolaştı, kumandanlarına yeni emirler verdi. Kara surlarını teftişi bitirince Tophane’ye donanmayı tetkike geldi. Hamza Bey’e hücumla ilgili görevlerini verdi, Rumlara adeta nefes aldırmamasını emretti. Buradan Marmara surları ok yağmuruna tutulacaktı. Zağanos Paşa ise Haliç’e kurduğu köprüden birliklerini geçirerek İstanbul’a buradan saldıracak, Haliç’teki donanma ise bu birliklerin güvenliğini temin edecekti. Kara birliklerinin amacı ise hendekleri aşmak ve surları yıkıp, bu yıkılan yerlerden içeri girmeye çalışmaktı.
Plana göre tüm cepheler aynı anda hücuma geçecekti. Lağımcılar, okçular, toplar, gemiler tüm harp vasıtaları tüm güçlerini kullanarak hücum edeceklerdi. Hücum kolları biner kişilik gruplara ayrılmıştı. Hücum birlikleri yorulunca veya zayiat dolayısıyla zayıflayınca derhal diğer birlikle değiştirilecek, böylece fasılasız olarak kesin neticeye ulaşıncaya kadar hücum sürecekti. Böylelikle taze birliklerin karşısında sayıca daha az olmaları hasebiyle dinlenmemiş, yorgun Bizans müdafileri olacaktı.
İki gün boyunca sessizce hendekler dolduruldu ve muhasara vasıtaları hazırlandı. Türk ordusunda, padişahın emriyle derin bir sükûnet hâkimdi. Herkes hücum günü için hazırlıklarını yapıyordu. Ordu temizliğini yapıyor, helalleşiyor ve Padişah’tan gelecek hücum emrini sükûnetle bekliyordu. Yıkılan yerlerin Bizanslılar tarafından kapatılamaması için top atışları tüm gece devam ediyordu. Bu iki gün boyunca müdafileri epeyce yormaya çalışmışlardı.
28 Mayıs’ta Sultan Mehmed Han, ordu ve donanma teftişinden sonra tüm kumandanları toplayarak zaferle neticelenecek hücumun onlara ebedi şan ve şeref getireceğini hatırlatan heyecan verici bir nutuk verdi. O gece güneş battıktan sonra Bizanslıların mazgalların üstünden gördükleri görüntü, şehrin adeta bir ışık çemberi altına alınmış olduğuydu. Galata sırtları dâhil, tüm ordugâhta ateşler, mumlar, fenerler ve kandiller yakılmış halde büyük bir “mum donanması” tertip ediliyordu. Türk askerlerinin tekbir sedaları, harp naraları, davul trampet ve boru sesleri ile Mehter İstanbul semalarına yayılıyor, surlara çarpıyordu. Bunun son taarruzun habercisi olduğunu sezen Bizanslılar ürperti içinde başlarına gelecekleri bekliyor, bağıra bağıra dualar ediyordu. Gece yarısı olunca sesler ve ışık aniden kesildi, Türk ordusu derin bir sessizliğe gömüldü ve surların dışında uykuya daldı. Fakat Bizans için o gece uyku olmayacaktı. Tüm gece sokaklarda ellerinde tasvirlerle dua edecekler, şehirlerinin Türklerin eline geçmemesi için Ayasofya’da imparatorun emriyle büyük ayinde sabahlara kadar tanrılarına yakaracaklardı.
Son Hücum
“Yarabbi! Ben âciz kulunun tek arzusu sana inanmayanlarla savaşıp elimden geldiğince sana layık iş yapmaya çalışmaktır. İrade senin, güç senin, kudret senin, yardım senindir. Bize sabır ver, sebatımızı artır. Bu inkâr eden millete karşı bize yardım et!”
Mehmed, yatağından kalkınca iki rekat nafile namazı kılarak fethi müyesser kılması için Cenab-ı Hakk’a yalvardı. Sonrasında askerinin önüne çıkan Genç Sultan son hücum emrini verdi. Büyük bir top atışıyla hücum nihayet başladı. Tüm ordugâhta iki gündür süren derin sessizlik artık top sesleri, savaş naraları, Allah Allah nidaları ile bozulmuştu. Boru, trampet ve davul sesleri İstanbul surlarının etrafında yankılanıyo,r düşmanlarının şevkini kırıyordu. Bizans’ta ise bu sesleri bastırmak için kiliselerin çanları gürültüyle çalınıyordu. Ayasofya’ya doluşan halk eski bir kehaneti bekliyordu, düşman buraya girince karşılarında melekleri bulacak ve bu kâfirlerle savaşarak onları cehenneme gönderecekti. Türk ordusu ise bu sırada ölümle burun buruna öne atılarak hendekleri aşıyor, surlara tırmanıyor, kimisi Şahî topların açtığı gediklere sokulmaya çalışıyordu. Planlandığı gibi İstanbul’un her yanından aynı anda Türk ordusu bütün gücüyle saldırıyordu.
Askerler surlara devasa merdivenler dayayarak, okçuların mazgallara isabetli atışlarına güvenerek surlara tırmanıyor, Rum ateşinin onu yakacağını bile bile cesur askerler, surları ve Bizans askerlerini yararak arkasından geleceklere yol açmaya çalışıyordu. Bizans surlarından ise ok, taş, ateş ne varsa atılmaya çalışılıyor, merdivenden çıkanlara kızgın yağ dökülüyordu.
Bir buçuk saat süren amansız çarpışmaların sonucu müdafiler yorulmuştu ve bıkkınlık içindeydi. Genç Hükümdar, ikinci hücum kolunu geri çekerek dinç ve ordusunun en seçkin birliği olan yeniçerilere son vuruşu yapmak üzere hücum emrini verdi. Bu sıralarda Bizans’ın başkumandanı Jüstinyani çatışmanın en çetin geçtiği Topkapı hattında ağır biçimde yaralandı ve savaş meydanından çekilmeye başladı. Onun Haliç’teki Ceneviz gemilerine doğru yaralı vaziyette götürüldüğünü gören Bizans askeri moral olarak çöktü. Bu sayede bu çok önemli hatta bir karışıklık yaşanmış oldu. Bu bir fırsat doğurmuştu. Aynı anlarda Eğrikapı civarında lağımcıların kazdığı tüneller karşısında Bizans çetin bir savaş veriyordu. Şehir her taraftan abluka altında olduğu için tünelleri tespitte görevli kişilerin dikkati burada açılan tünel üzerindeydi. Fakat fark etmedikleri bir şey vardı: Topkapı’dan açılan bir başka tünel. Buradan açılan tünel, en zayıf kara surları olduğu önceden tespit edilmiş ve 53 gün boyunca hasar görmüş Topkapı surlarının bir bölümünü yıktı. Kısa sürede içeri giren yeniçeriler bu bölümdeki surlara tek tek Türk bayraklarını dikmeye başladı.
Efsaneye göre Ulubatlı Hasan adında iriyarı bir yeniçeri sol elindeki kalkanını, başının tepesinde tutar vaziyette sağ elindeki kılıcı ile düşmanı yararak surun üzerine çıktı. Onun açtığı yolu takip eden 30 kadar yeniçeri derhal surun üzerine akın etti ve burada ok yağmuruna tutuldu. Burada Hasan ok darbeleri aldığı halde üzerine atılan bir taş ile yere yığıldı. Taş yağmuru devam ederken dizleri üzerine kalktı ve kalkanını siper ederek arkadaşlarının sura çıkmasına yardımcı oldu. Bu cesur asker bu sayede surlardan birine ilk Türk sancağını dikmeye muvaffak oldu. Sonrasında ise aldığı ok darbeleri yüzünden oracıkta şehit düştü.
Jüstinyani’nin çekilmesinden biraz sonra karışıklık içinde, surların üzerinde Türk bayraklarını gören halk “şehir düştü” nidalarıyla kaçışmaya başladı. Böylece şehir savunması artık çökmüştü. Binlerce Türk askeri surlardan içeriye akın etti. Öğle vaktinde şehir tamamen Türklerin eline geçmişti.
Mehmed hâkim tepeden parçalara ayrılmış surun arasından muzaffer Türk askerinin Allah Allah nidalarıyla yüzyıllardır hiçbir askerin aşamadığı bu yıkılmaz bendlerini aşarak İstanbul içlerine akın edişini izliyordu. 9 yıldır gecelerini uykusuz, gündüzlerini dertsiz bırakmayan sevdası, aşkı, hayali İstanbul, artık O’nundu. Peygamberinin yüzyıllar öncesinden müjdelediği o muzaffer kumandan kendisi, o kutlu asker kendi ordusuydu! İstanbul’un düştüğü haberini alınca atından indi ve secdeye kapanarak Âlemlerin Rabb’ine şükretti. Ülkesinin ortasında bir ur şeklinde olan, Müslüman Türk askerinin her ilerleyişinde karşısına adeta fitne çıkararak engel olan Bizans’ı, Avrupa’nın karanlık Ortaçağ’ıyla beraber İstanbul’un surlarının dibine gömmüştü. Artık çağ O’nun çağıydı! Torunlarına bir imparatorluk bırakacaktı, İslam’ın sancağını dünyanın dört bir yanına taşıyacaktı, daha ileriye gitmesi için hiçbir engel kalmamıştı; çünkü o FATİH olmuştu. Peygamberin övgüsüne nail olmuş ordusuyla 30 sene 2 ay 13 gün boyunca at üstünden inmeden daha büyük hayaller, daha büyük icraatlar peşinde ömrünü, zihnini, bedenini İslam’a ve milletine hibe edecekti.
Fethi takip eden ilk Cuma, 1 Haziran günü, namaz için hazırlanmış Ayasofya’da ilk Cuma namazı kılındı. Ayasofya bin yıldır beklediği âna nihayet kavuşmuştu. Duvarlarında Ezan-ı Muhammediye nihayet yankılanırken o sırada İstanbul’da olan her şey, kuşlar, ağaçlar, toprak, hatta düşmekte direnmiş surlar bile Cenab-ı Hakk’a tesbih edecekti. Ayasofya’nın ıstırabı sona ermişti, nihayet Müslümanların alınları üzerinde secdeye değmişti. Ayasofya o gün, vuslatın bir daha bu kadar uzun sürmemesini Allah’tan niyaz etti.
Fatih Sultan Mehmed Han bir sultandı fakat bunun yanında elindeki kudretin neleri getirebileceğini bilerek, neleri yapabileceğinin idrakinde olarak hayaller kurmuş, bu hayallerin peşinde önünde ciddi engeller çıksa da, zaman zaman umutsuzluğa kapılsa da asla vazgeçmemiş sabırlı genç bir delikanlıydı. O, bu azim ve kararlılığıyla yalnızca 21 yaşındayken FATİH olmuş genç bir adamdı. FATİH, bizlere yalnızca İstanbul’u bırakmakla kalmamış, bize kim olduğumuzu nesiller boyunca hatırlatacak bir tarih de bırakmıştı. FATİH’in nesli Mehmed’ten farklı değildi, onlar Mehmedciklerdi. Bugün bu tüm küçük Mehmedlerin, bu Mehmedciklerin vatanı ve milleti, Türk’ün azameti için fethetmesi gereken pek çok “İstanbul”u vardır. Bu küçük Mehmed’ler, her ne iş yapıyorlarsa, yılmadan, usanmadan, bıkmadan, atası FATİH’in yaptığı gibi hayal kurmalı ve bu hayali fethetmelidir!
“Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek
Dağlardan çektirilen kalyonlar çekilecek.
Delikanlım, işaret aldığın gün atandan
Yürüyeceksin, millet yürüyecek arkandan!
Sana selam getirdim Ulubatlı Hasan’dan.
Elde sensin dilde sen gönüldesin baştasın
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın!”
İSTANBUL’UN FETHİNİN YILDÖNÜMÜNDE ATAM FATİH SULTAN MEHMED HAN VE ASIRLARDIR KORKU SALAN, BUGÜN DAHİ SINIRLARININ ÖTESİNDE KUTLU MÜCADELESİNE DEVAM EDEN HZ. PEYGAMBERİN ÖVGÜSÜNE NAİL OLMUŞ KAHRAMAN TÜRK ORDUSUNA SELAM,
TÜM ŞEHİTLERİMİZE RAHMET İLE!
Yazar
Müberra HUDOĞLU
KAYNAKLAR:
Mufassal Osmanlı Tarihi I.Cilt, Mustafa Cezar
Osmanlı Tarihi, I. Cilt, İsmail Hakkı Uzunçarşılı
TDV İslam Ansiklopedisi Mehmed II, Halil İnalcık
TDV İslam Ansiklopedisi İstanbul: İstanbul’un Fethi, Feridun Emecen
Sorularla Osmanlı, Erhan Afyoncu
Kayı-II Osmanlı Tarihi: Cihan Devleti, Ahmet Şimşirgil
Defence Turk Yayın Koordinatörü. Türk Savunma Sanayii özelinde; savunma teknolojileri, stratejileri ve politikaları araştırmacısı ve takipçisi.