BAU Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi tarafından hazırlanan “Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ne göre Türkiye’nin kendisini “savaşa” yakın hissetmesi durumunda alabileceği tedbirlere” dair değerlendirme
Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Avrupa Birliği’nin resmi olarak reddettiği fakat bunu baz alarak Türkiye’ye kınama vermekten, yaptırım uygulamaktan söz ettiği Seville Haritasıyla uzun yıllardır Türk deniz yetki alanlarına sahip çıkmaya çalışmakta, gayri hukuki anlaşmalar imzalayarak üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’yi 41,000 kilometrekarelik Antalya Körfezi’ne sıkıştırmaya çalışmaktadır.
Türkiye uluslararası hukuk nezdinde haklıdır ve haklı kararlarının arkasındadır. Türkiye’nin durduğu nokta asla Yunanistan gibi genişlemeci, maksimalist veya duruma göre değişiklik gösteren nitelikte muallak değildir. Aksine, Türkiye kendi haklarını gözettiği kadar denizden komşuları olan İsrail’in, Mısır’ın, Lübnan’ın ve Libya’nın da deniz yetki alanlarındaki haklarını gözeten ve hatta onları GKRY ve Yunanistan ile anlaştıkları takdirde maruz kalacakları kayıplar üzerine de uyaran ılımlı bir komşudur. Yunanistan’a nazaran Türkiye’nin haklı tezleri uluslararası antlaşmalar ve uluslararası deniz hukuku ilkeleriyle de uyumludur.
13 Eylül 2020 tarihinde Meis/Kızılhisar Adası’nı dört adet F-16 savaş uçağıyla ziyaret eden Yunanistan Cumhurbaşkanı Katerina Sakellaropulu “eski bir Yunan atasözü ‘barış istiyorsanız savaşa her zaman daha fazla hazırlıklı olmalısınız’ der. Biz her şeye karşı hazırlıklı olmalıyız” sözüyle kolaylıkla silahlı çatışma veya savaş hali riski olarak değerlendirilebilecek bir açıklamada bulunmuştur.
Ayrıca geçtiğimiz günlerde Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis, Doğu Akdeniz ve Adalar Denizi’ndeki Türkiye varlığını söylemine alarak askeri caydırıcılığın artırılmasını vurgulayarak, Selanik Uluslararası Fuarı’nda yaptığı açıklamada; Fransa’dan 18 adet Rafale savaş uçağının alınacağını, 10 yıl sürecek ve 10 milyar dolar harcanacak silahlanma programı çerçevesinde, dört yeni fırkateyn ile deniz kuvvetlerine 4 adet helikopter satın alınacağını söyledi. Türkiye’yi işaret eden bir silahlanma programının Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehlikeye atacağı ortadadır.
Ayrıca, AB’nin bir süredir süregelen Türkiye’nin arama sondaj faaliyetlerini kınama ve yaptırım ihtimalini dile getirmesi, Yunanistan’ın bazı konuları uluslararası hukuk mevzisine taşımaya hevesli olup birçoğunu müzakere ile pazarlık yapmak suretiyle Türkiye’den haklar kopartma hevesi Türkiye’yi artık somut adımlar atmaya ve Yunanistan’ın çocukça hayallerine çanak tutan AB’nin yaptırım ihtimali üzerine B planı oluşturmaya itmektedir.
Türkiye hukuktan yana ve haklı pozisyonunu 1923 Lozan Barış Antlaşması, 1947 Montreux Boğazlar Sözleşmesi ve 1947 Paris Barış Antlaşmasına dayandırmaktadır. Yunanistan “gayri askeri statüdeki” adaları Lozan ve Paris Barış Andlaşmalarını ihlal ederek askerileştirmekte, adaların kendine devir şartını çiğnemekte ve buna gerekçe olarak da Türkiye ile çatışma riskini öne sürmektedir. Bu durumda Türkiye ile Yunanistan arasında olası bir savaş durumu senaryosu göz ardı edilemez. Türkiye’nin de taş atım mesafesinde bulunan adaların silahlanması durumuna elbette sessiz kalması beklenemeyeceği gibi kendini koruma refleksleri göstermesi de normal karşılanacaktır.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kendi deniz yetki alanları içerisinde arama ve sondaj gemileriyle yaptığı hidrokarbon kaynaklarını keşfetmeyi amaçlayan faaliyetleri, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tepkisi çekmiş durumda. Ancak bu iki ülkenin gösterdikleri tepkiler, üyesi oldukları Avrupa Birliği nezdinde Türkiye üzerine “yaptırım tehditleriyle” eylemsellik göstermeye başlamıştır. Birlik dönem başkanı Almanya’nın taraflar arasında arabulucu olmak için çabalamasına rağmen, Fransa’nın Doğu Akdeniz’deki faaliyetleri, gerilimli durumu çatışma riskine dönüştürmekte. AB’nin 24-25 Eylül tarihinde gerçekleştireceği Zirve toplantısında, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki faaliyetleri ile ilgili bir yaptırım uygulanması düşüncesi hakim görüş durumundadır. Bu görüş; AB’nin üst düzey isimleri tarafından da dile getirilmektedir.
Yukarıda belirtilen hususlara karşın, tüm yaptırım tehditlerine karşın, Türkiye’nin uluslararası hukuktan doğan bir takım hakları da bulunmaktadır. AB’nin muhtemel yaptırımlarına karşı Türkiye, 20 Temmuz 1936 tarihli Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin hükümleri çerçevesinde, kendisine olanaklar sunan bir takım koşulların doğması halinde ulusal güvenliğini sağlamak için girişimlerde bulunabilecektir. Bu durum aşağıda Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ilgili maddeleri ışığında değerlendirilmeye çalışılacaktır.
Öncelikle, Montrö Boğazlar Sözleşmesi; yabancı bayraklı ticaret ve harp gemilerinin Türk Boğazları’ndan geçiş hakkı hususunda uluslararası hukuk kurallarına ve prensiplerine göre nasıl istifade edebileceklerini düzenleyen çok uluslu bir sözleşmedir. Ancak sözleşmeye göre, geçişlerin hiçbiri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ulusal güvenliğini tehlikeye atacak ve ihlal edecek şekilde gerçekleşemez. Sözleşme Türkiye’nin ulusal güvenliğini öncelikli olarak tespit etmektedir. Kaldı ki Montrö Boğazlar Sözleşmesi; Türkiye’nin olduğu kadar Karadeniz’e sahildar olan tüm devletleri de ilgilendiren ve Karadeniz’in güvenlik dengesini güvenceye alan hukuki bir rejim yaratmıştır.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi Hükümleri ve Türkiye’nin Ulusal Güvenliği
Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin 2. maddesine göre, Barış zamanında, ticaret gemileri, gündüz ve gece, bayrak ve yük ne olursa olsun, aşağıdaki 3. madde hükümleri saklı kalmak üzere, hiçbir işlem (formalite) olmaksızın, Boğazlar’dan geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) tam özgürlüğünden yararlanacaklardır. Bu gemiler, Boğazlar’in bir limanına uğramaksızın transit geçerlerken, Türk makamlarınca, alınması işbu Sözleşmesinin I sayılı Ek’inde öngörülen vergilerden ve harçlardan başka, bu gemilerden hiçbir vergi ya da harç alınmayacaktır. Bu vergilerin ya da harçların alınmasını kolaylaştırmak üzere, Boğazlar’dan geçecek ticaret gemileri, 3. maddede belirtilen istasyonun görevlilerine adlarını, uyrukluklarını, tonajlarını, gidecekleri yer ve nereden geldiklerini bildireceklerdir. Kılavuzluk ve yedekçilik (römorkörcülük) isteğe bağlı kalmaktadır.
Montrö Boğazlar Sözlemesi 5. maddesi der ki; Savaş zamanında, “Türkiye savaşansa”, Türkiye ile savaşta olan bir ülkeye bağlı olmayan ticaret gemileri, düşmana hiçbir biçimde yardım etmemek koşuluyla, Boğazlar’da geçiş ve gidiş-geliş (ulaşım) özgürlüğünden yararlanacaklardır. Bu gemiler Boğazlar’a gündüz girecekler ve geçiş, her seferinde, Türk makamlarınca gösterilecek yoldan yapılacaktır.
Montrö 6. madde der ki; Türkiye’nin kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi karşısında sayması durumunda, 2. madde hükümlerinin uygulanması yine de sürdürülecektir; ancak, gemilerin Boğazlar’a gündüz girmeleri ve geçişin, her seferinde, Türk makamlarınca gösterilen yoldan yapılması gerekecektir. Kılavuzluk, bir durumda, zorunlu kılınabilecek, ancak ücrete bağlı olmayacaktır.
Neredeyse en önemli gelir kalemlerini deniz ticaretinin oluşturduğu Yunanistan gemileri için bu uygulama yukarıda bahsedilen söz konusu AB yaptırımların Türkiye’ye uygulanması durumunda yürürlüğe konabilecek uygulamalardır. Zira Türkiye savaş tehdidi hissettiği durumda bu hukuki hakka sahiptir ve uygulayabilir.
Türkiye böylelikle, Boğazlar’a girişlerin zamanlaması, rota düzenlemeleri, kılavuz alma zorunluluğu gibi hükümleri kullanarak Yunan ticaret gemileri için geçiş sürelerini uzatabilir, kontrollerle Yunan gemilerini denetleyebilir ve kısıtlayabilir. Buna paralel olarakta her gecikme, bekletme ve kontrol Yunan Bayraklı gemiler ve şirketleri için oldukça ciddi maddi kayıplara sebep olabilecektir.
Savaş Gemileri için Durum Biraz Daha Farklı!
MADDE 20. Savaş zamanında, Türkiye savaşan ise, 10. maddeden 18. maddeye kadar olan maddelerin hükümleri uygulanamayacaktır; savaş gemilerinin geçişi konusunda Türk Hükümeti tümüyle dilediği gibi davranabilecektir.
MADDE 21. Türkiye kendisini pek yakın bir savaş tehlikesi tehdidi karşısında sayarsa, Türkiye’nin, işbu Sözleşmenin 20. maddesi hükümlerini uygulama hakkı olacaktır.
Yukarıdaki fıkranın Türkiye’ye tanıdığı yetkinin Türkiye’ce kullanılmasından önce Boğazlar’dan geçmiş olan, böylece bağlama limanlarından ayrılmış bulunan savaş gemileri, bu limanlara dönebileceklerdir. Bununla birlikte, su da kararlaştırılmıştır ki, Türkiye, davranışıyla işbu maddenin uygulanmasına yol açmış olabilecek Devletin gemilerini bu haktan yararlandırmayabilecektir.
Türk Hükümeti, yukarıdaki birinci fıkranın kendisine verdiği yetkiyi kullanırsa, Bağıtlı Yüksek Taraflara ve Milletler Cemiyeti Genel Sekreterine bu konuyla ilgili bir bildiri gönderecektir.
Milletler Cemiyeti Konseyi, üçte iki çoğunlukla, Türkiye’nin böylece almış olduğu önlemlerin hakli olmadığına karar verirse, ve işbu Sözleşmenin imzacıları Bağıtlı Yüksek Tarafların çoğunluğu da ayni görüşte olursa, Türk Hükümeti, söz konusu önlemlerle, işbu Sözleşmenin 6. maddesi uyarınca alınmış olabilecek önlemleri kaldırmayı yükümlenir.
Sonuç olarak, Türkiye’nin uluslararası sözleşmeler doğrultusunda kendi güvenliğini sağlamak konusunda atacağı adımlar mevcuttur. AB’nin alabileceği yaptırım kararlarına karşı, Türkiye’nin haklılığını savunabileceği argümanlar varlığı bu şekilde ortaya konulmaya çalışılmıştır.
BAU Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi
Ferruh Deniz Güler- BAU DEGS Uzmanı
Emre Erdemir- BAU DEGS Uzmanı
Selen Akan- BAU DEGS Uzmanı
İlgili Olarak
BAU DEGS: Meis Adası’nın yanındaki KARAADA ve FENER ADASI Yunanistan’a ait değildir
Bahçeşehir Üniversitesi Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi/ BAU DEGS
BAU DEGS Başkanı Doç. Dr. Cihat Yaycı