“İç çekişmeleri çözebilme kabiliyeti açısından sınırlılıkların hala aşılamamış olması, NATO’nun yeni kimliğine kavuşmasının çok uzun bir süreç alacağı izlenimini uyandırmaktadır.”
İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra ortaya çıkan uluslararası sistemde en temel gereksinimlerden birisi kolektif güvenliğin sağlanması ve iki savaş arası dönemde olanların benzeri süreçlerin yeniden yaşanmasını önleyecek bir uluslararası sistem inşa etmek olmuştur. Böylesi bir sistemin inşası için atılan ilk adımlardan biri BM’nin kurulması olsa da savaş sırasında birlikte hareket etmeyi başarmış iki büyük güç olan ABD ve SSCB’nin savaş sonrası ulusal hedef ve çıkarları arasındaki farklılığın giderek ortaya çıkması ve bu iki devletin birlikte hareket edemeyeceğinin anlaşılmasıyla BM sisteminin uluslararası güvenliği sağlayamayacağı anlaşılmıştır. ABD ve SSCB’nin birlikte hareket edemeyişinin BM çatısı altında kurulmaya çalışılan uluslararası sistemi sekteye uğratmasının yanı sıra ortaya yeni bir durum da çıkmış oluyordu. Birlikte hareket edemeyen bu iki güç aynı zamanda birbirlerini tehdit olarak algılayacakları yeni bir sürecin içine de girmeye başlamış oluyorlardı. Bu yeni sürecin adı Soğuk Savaş’tı.
Bu durum savaş sonrasının en önemli amaçlarından birisi olan kolektif güvenliğin sağlanması noktasında bir ikilik ortaya çıkarmıştır. Birbirlerinin varlıklarını kendi ulusal güvenliğine tehdit olarak algılamaya başlayan bu iki gücün kolektif güvenlik sisteminin sağlıklı bir şekilde işlemesini sağlayamayacağı açıktı. Böylesi bir durumun varlığının doğal bir sonucu olarak da hem ABD hem de SSCB’nin kendi liderliklerinde bir savunma sistemi kurmaya çalıştıklarını ve hatta kurduklarını söyleyebiliriz. Konumuzla ilgisi bakımından bu yazıda NATO’yu ön plana çıkaracak ve inceleyeceğiz. Zaman aralığını geniş tutmamak ve okuyucunun ilgisini fazla dağıtmamak adına da Soğuk Savaş ve sonrasını odağımıza alacağız.
1. NATO’nun Dönüşümüne Nereden Yaklaşmalıyız?
NATO, kurulduğu dönem koşulları itibarıyla değerlendirildiğinde tam anlamıyla bir Soğuk Savaş dönemi örgütüdür diyebiliriz. Böylesi bir durumun zihinlerde yaratacağı algı ise NATO’nun varlığı ile Soğuk Savaş arasında doğrudan bir bağ kurmak ve Soğuk Savaş’ın bitimiyle birlikte bu örgütün varlığının anlamsızlaşabileceği, dolayısıyla zamanla ortadan kalkacağı şeklinde bir düşüncenin oluşması olabilmektedir. Bu noktada, her şeyden önce bilinmesi gereken olgu, NATO’nun yalnızca bir “savunma ittifakı” değil “uluslararası örgüt” olduğudur. Dolayısıyla Soğuk Savaş’ın bitimiyle birlikte sonlandığı düşünülen savunma görevine atıfla NATO’nun varlığını irdelemek ve giderek anlamsızlaşan bir örgüte dönüşeceği beklentisine girmek zaten çıkış noktası itibarıyla temelden yanlıştır. Doğru olan bakış açısı, NATO’nun bir uluslararası örgüt olduğunu göz önünde bulundurarak, yeni dönemde dönem koşullarına özgü değişimler geçirerek var olacağını baştan kabul etmek biçiminde olmalıdır.
Zaten gelişmeler de bu yönde olmuş ve NATO, Soğuk Savaş sonrasında var olabilmek adına değişim geçirmiştir. Bu değişim sürecinde ise kuruluş yıllarına oranla büyük bir değişim gözlenebilir. Bahsini ettiğim bu değişimi NATO’nun stratejik konseptlerindeki değişimden ve Soğuk Savaş sonrası dönemde örgütün faaliyetlerinden çıkarsamamız mümkündür.
NATO’yu Sınamak: İttifakın Dönüşümü ve Ukrayna çalışmasının tamamı Defence Turk Dergi 9’uncu sayısında.
Defence Turk Dergi’ye online ve basılı olarak erişmek için tıklayınız.
İkinci olarak unutulmaması gereken husus; NATO’nun, ortak tehdit algılarına sahip olan ve bu tehdide karşı ortak hareket etme iradesini ortaya koymuş ülkelerin bir araya gelmesiyle kurulmuş bir örgüt olduğudur. Ortak tehdit algılarının oluşumunda etkili olan temel etkenin ise şüphesiz SSCB olduğunu söyleyebiliriz. Ancak Soğuk Savaş döneminin bir diğer önemli özelliği olan iki kutupluluk dolayısıyla kendi kimliğini ve bununla bağlantılı olarak sahip olduğu değerleri, içinde bulunduğu bloğun temel karakteristik özellikleriyle özdeşleştirme güdüsü nedeniyle Soğuk Savaş sırasında Batı bloğu ülkelerinin uluslararası siyaseti okumalarının belli oranda özdeşleştiğini atlamamak önemlidir. Bahsettiğim bu özdeşleşme, SSCB ortadan kalksa bile NATO üyesi ülkelerin uluslararası arenadan beklentilerinin ve algılarının, en azından bir süre daha, birbirine benzer ya da büyük oranda aynı kalmasına neden olacağı açıktır. Bu durum başlı başına üye ülkelerin örgütün devamından yana olacağı ve yeni güvenlik ve tehdit algılarına karşı da birlikte hareket etme iradesinin devam edeceğinin göstergesidir.
Bahsi geçen ortak tehdide karşı birlikte hareket etme iradesinin 4 Nisan 1949’da Washington’da imzalanan Kuzey Atlantik Antlaşması metninden çıkarsayabiliyoruz. Antlaşma metnindeki ünlü 4 ve 5. maddeler ile üye devletlerin kendilerine yönelen herhangi bir tehdidi caydırmayı amaçladıklarını ya da ortaya çıkacak herhangi bir çatışma durumunda ortak hareket etme iradesini ortaya koyduklarını söyleyebiliriz. Bu iki madde dışında bir de antlaşma metninde yer alan 2. maddeye eğilmek gerekiyor.
Yazının devamı için lütfen giriş yapın veya kaydolun