Kimliğimiz, Dilimiz ve Adlarımız
Gelenek ile uygarlığımız ulu ve köklü olduğu gibi dilimiz de öyledir. Ne yazık ki tüm bu mukaddesatımıza ve de kaynaklarımıza gereken değeri göstermediğimiz için birçok gerçeğin ayırdında değil, hatta bazen hiç olmadığına dair ilginç bir kanı içerisindeyiz.
Dil, yalnızca bir konuşma aracı değil, bundan çok, ama çok daha öte bir tarihi bellek, bir koruğandır. Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın da dediği gibi tüm sevinçlerimizi, sevdiklerimizi, gördüklerimizi, yaptıklarımızı, hatta ”yapmadıklarımızı”, acılarımızı, geçirdiklerimizi dilimizde bulmak mümkündür ve işte bu yüzden dil kimliğimizi oluşturuyordur. Nitekim Türk-çe düşünebilmek ve yaşayabilmek için bu dili çok iyi bilmek ve de iyice uygulamak gerektir. Kişi, ne yordamca düşünüyor ise, odur ya da o oluverir çünkü. Yurdumuzun değerli bilginlerinden ustamız Altayist Dil bilimci Mehmet Levent Kaya’nın son çıkan çalışmasında da belirttiği gibi: dil kültürün taşıyıcısı, kültür de dilin uygulayıcısıdır. Zira dil onu konuşanın anlayışına, yaşantısına, dünyaya bakış ile onu algılamasına, uygulamalarına ve davranışlarına göre gelişir; dallanır, budaklanır. Dolayısıyla dil üzerinden bir toplumun milletin şifrelerini çözmek hatta onu yeniden yapılandırmak gayet mümkündür. Yine, özellikle ne mutlu ki son yıllarda fevkalade güzel gelişme olarak sıkı ilişkiler kurulan kardeşlerimiz ile de yakınlaşmak, daha da anlaşmak istiyor isek bunun da belki yegane değil, ancak en güçlü en etkili aracı yine dil olacaktır. Zira dilden başka daha güçlü daha kuvvetli bir araç köprü olarak bulunamayacaktır. Yine Atamızın bu bağlamda söylediği ”Onların bize gelmesini bekleyemeyiz. Bizim onlara gitmemiz gerektir.” sözü yol gösterici olduğu gibi, “Dilde İşde Fikirde Birlik” şiarında gördüğümüz sıralama da sunî bir sıralama değil, yaşam bilgeliğinin bir yansımasıdır. Zira, ancak anlaşabilenler bir araya gelebilir. Bir araya gelenler de fikirde bir olabilecekleri gibi, ancak fikri davası olanlar da işde birlik kılabilirler. Bu bağlamda şu sıralarda gelişen ilişkilerin tarihi bir dönemeç olduğunu ve toplumumuzca iyi idrak edilmesi, bu doğrultuda çokça çalışılması, gelmelerin gitmelerin gerçekleşmesi, güçlü güzel köprülerin kurulması gerektiğine en içten inanıyoruz.
Savunma sistemlerine Türk tarihinin derinliklerinden gelen yeni isimler
Savunmamızda yılın yılın çalışmalar, didinmeler, mücadeleler, fedakarlıklar sonucu son yıllarda gelinen nokta açık olup inanılmaz derecede mutluluk ve kıvanç vericidir. Buna bizim, Türk’ün şuuru, yürekliliği ve ululuğu da eklenince ortaya çıkan sonuç da malumdur. Bütün bunlara tac oluşturacak ise, kullanılan malzeme ile aletlere onların ne ve nereden olduğunu gösteren, daha da Türkçe duyulmalarına neden olacak ve tarihimiz, değerlerimiz, mukaddesatımızla zihinde ve gönülde bir bütünleşme sağlayacak olan tarihi derinliğimizden gelen adların konulması olacaktır. Alpagu, Togan, Yıldırım, Temren gibi adlar bu bağlamda çok güzel adlardır. Yeri gelmişken hemen analım. Togan, bildiğimiz doğandır. Dilimizde bir kural olarak ünlüden sonra gelen g’ler yumuşar. Bu yüzden yine olagan değil, olağan deriz. Yine bundan korgan da denen koruğan sözü yukarıda okunduğu (okunması gerektiği) gibi yazılmıştır. Yazı dili geleneğinde bunlar g olarak gösterilirken okumada ilgili kuralca yumuşarlar. Bugün de Türk yazı dilleri arasında bu sesimizi yazıda gösteren bir im olarak ”ğ” bir bizim (Türkiye) yazı dilimizde vardır. Yine böylece alpagu yazılan söz de alpağu okunur. Yapağu, günümüz ağzıyla yapağı sözü gibi düşünün. Eminiz birçoğunuzun denk geldiği alpağut sözü de bu alpağu sözünün çoğuludur. Eskilerimizde de dildeki bu güdüyü örneğin İngilizce’den giren photograp sözünün fotoğraf olmasında ya da benzer örneklerde görebilirsiniz. Bu işin çok başka, diğer coğrafyalarımızda, kırda yörede konuşulan ulularımızın ağzında, klasik döneme ait verilerde kaynaklarda da dayanağı var; zira bu işin tersine davrananlar söz konusu, ancak bu yazımızın konusu değil.
İşte, tam bu konuda savunma firmalarımızın yerli yerince sıkıntı duyduğundan böylesi bir çalışmaya karar kıldık. Bu darlığı biraz da olsa açmak yönünde yapılan bu girişim hem dilimizin güç ile güzelliğini tanıtacak, bu hayati meseleye dikkat çekip ana dilimizin değerinin farkına vardırma doğrultusunda bir adım, aynı anda da kimi kaynaklarımızı da anıp bildirmek yönünde bir dikkat çekme olacaktır. Bunu yaparken ilgili yerde görsel malzeme ile destekleyeceğimiz gibi, olduğunca da bu adlara açıklama getirecek, yukarıdaki ifadede vücut bulan dilden milletin şifresi çözülebilir işini elden geldiğince göstermeye çalışacağız. Ayrıca önemli olduğunu düşündüğümüz bir ek bilgiyi de yazının sonunda bulacaksınız. Geçmiş Dünya Ana Dili Günü’nüzü kutlar; sorular, eklemeler ya da benzer çalışmaların devamı adına görüş ve önerilerde bulunmak için bize ulaşmanızı memnuniyetle bekleriz. Yazımızı keyifle okuyacağınızı umuyoruz.
Çavlı
Kaşgarlı Mahmud bu sözü Divanında ”şahin” yani doğan ile açıklar. Ancak genel ad olmadığı anlaşılıyor, zira Ercilasun ile Akkoyunlu hocalar bu kuşu buteo buteo yani bayağı şahin diye belirlemişler. Çav sözü ses, ün gibi anlamlara gelir. Günümüzde bilen bilir, büyüklerimiz örneğin sesli gürültülü ard ardına patlamalar (özellikle el silahı) için ”cav cav cavladı.” derler. Ç sesinin c olması dilimizde bildik bir ses dönüşümüdür; bu durumda bir yumuşama. Benzerleri k -> g, t -> d (köl -> göl; tağ -> dağ) gibi. Çok öttüğünden olsa gerek böyle ad konulmuşa benziyor. Bu söz halen aynı biçimde yaşıyor. Bunu D. Mehmet Doğan’ın Temel Büyük Türkçe Sözlük’ünden anlıyoruz. İlgili girdide kendisi şöyle der: ”Ava alıştırılmamış doğan veya şahin yavrusu.”
Şahin sözü Farsçadır ve bizim doğan ya da kuvvetle muhtemel aynı doğrultuda kullanıldığı anlaşılan sungur dediğimize denk gelir. Sonuncusunu özellikle ak sungur’dan biliriz. Oğuz’dan inme Kayığ boyunun töz (ongun; bu söz Moğolcası) kuşudur. Yine Kaşgarlı da sözü suŋkur biçiminde verir ve bildirdiği bir atasözü şöyledir: kiçiğ uluğka turuşmas, kırguy suŋkurka karışmas. Buradaki ŋ harfi bildik geniz n sesini gösterir; birçok yöremizde, kırda taşda hâlâ yaşar; özellikle Kayseri’den bildiktir. Sözün açıklaması (günümüz Türkçe) şöyle: Küçük uluya (büyüğe) duruşmaz (karış durmaz/gelmez), kırgay (aşağıda açıklanacak) sungura karışmaz.
Devamında da açıklar, ”Küçük, güçlü olsa bile uluya mukavemet edemez; çünkü ulu kurnaz ve akıllıdır, nasıl ki kırgayın sungur ile baş ölçüşemeyeceği gibi.”
Doğan ilgili girdinin sonunda parantez içinde ”alıştırılmışı: Bavlı” der. Dilimizde bir ğ – > v dönüşümü vardır. Öğey örneğin üvey olmuştur. Bu bağlamda bu sözün de bağ- (bağlamak) kökünden geldiği açık; zira alıştırılmış olan bir şey her tür nesneye bağlı olandır. Bu sözün yalnızca kuş için değil, her türlü av için öğretilmiş, kişi ile olan diriye dendiği anlaşılıyor. Zaten Doğan, Bavlı girdisinde de ”1. Ava alıştırılmış, ava yardımcı hayvan. 2. Avcıların köpekleri ava alıştırmakta kullandıkları yapma kuş.” der. Yine kendisi ”avcıya yardımcı olan hayvanların alıştırma işi”ne bav, bunu eden kişiye de bavcı dendiğini aktarıyor. Bavlımak da ilgili işi anlatıyor. Bunu da böylece anmış olalım.
Baysungur
Mehmet Doğan’ın andığı bir avlar kuş. Belli olduğu üzre sungur, yani doğan türünden. Bay sözü zengin sözünün Türkçesidir. Bu sözü en iyi bayındır sözünden biliriz. Anlaşılan böyle anılan bu doğan türü “güçlü ya da belirli yönlerden yetenekli” ki, bay diye nitelenmiş. Aynı anlayışı yine Türk beylerine san olmuş Baybars adında da görürüz; buradaki bars (pars) da esasında klasik biçimiyle toŋa (sıkça tonga/tunga yazılan) denen kaplanı anlatır. Konu olan adı ise yine baybars adı gibi tarihi devlet adamlarımızdan biliriz; yetenekli, gözde bir kuş olduğu için san olarak kullanılmış. Aynısını yine Çağrı Beğ’in görev adında/sanında ya da Kaşgarlı’nın bildirdiği Çağrı Tiğin adlı bir tiğinin (prens, şehzade) adında görürüz. Çağrı, bildiğimiz çakır kuş ya da çakırdoğan da denen kuş.
Ne yazık ki M. Doğan baysungurun hangi tür olduğuna dair bilgi vermemekte. Başka bilgiye de denk gelemedik. Kuşlarımız ile ilgili bilginlerimizin çalışmalarına bakmakta yarar olacaktır sanıyoruz. Baylık da zenginlik demektir. Diğer tüm kardeşlerimiz (Uygur, Kazak, Kırgız, vd.) bu bay sözünü kullanırlar.
Kekük
Kaşgarlı’nın andığı ve Bican Ercilasun ile Ziyat Akkoyunlu hocaların Divan (Divan-ü Lugati’t Türk) çalışmasında (Türk Dil Kurumu yayını) kerkenez (falco tinnunculus) olarak belirledikleri kuş. Latin adı girince bayağı kerkenez çıkıyor. Kek sözü için Kaşgarlı mihnet, kin gibi anlamlar, kekmek ya da aynı anda dendiği bildirdiği kekmen sözü için de ”işlerin pişirdiği ve çekilen sıkıntıların katılaştırdığı kişi” anlamını verir. İlgili sözümüzdeki -ük eki ise emin olmamakla birlikte kuvvetle muhtemel eşik ya da ulus adımız olan Türk adının iki heceli özgün biçimi Törük sözlerinde gördüğümüz ektir. Bu ek bir tür -li/lı eki gibi işlev görür. Bu bağlamda törü-(ü)k sözü, yani ulus adımız da töre yani kanun sahibi, geniş anlamda da devlet sahibi demektir. Buradan bakınca kekük sözünün de anlaşılan ilgili yapısından ötürü kuşa verildiği anlaşılıyor. Sanırız böyle anılan kuş hayli hırçın olması lazım gelir. Bir soy adı olarak bildiğimiz kekili sözünde de yine bu kek sözü olsa gerektir.
Yetüt
Kabalcı’dan çıkan yayın/Divan çalışmasına göre “ihtiyat birlikleri” anlamı söz konusu. Ercilasun/Akkoyunlu lojistik demiş. Eylem köküne bakacak olursak (yet-; yetişmek, ulaşmak, erişmek) her iki anlam da söz konusu olabilir. İhtiyat birlikleri olası durum için sonradan erip yetişmeleri için vardır. Aynı biçimde lojistik işi de gerekleri ulaştırmak için yeten bir birlik yahut yapıdır. Kaşgarlı Mahmud bu sözün ”yetüt saç: ilk saçtan sonra biten saç.” sözünden alındığını bildirir. Kabalcı yayınında ise Arapça söz dizgesi ”sıkıca toplandıktan sonra salınan saç” diye anlaşılmış. Arapça dil bilgisi biraz böyledir. Bazen değişik yönde anlamlandırmalar söz konusu olabiliyor.
Tutgak
“Yağının gözcülerini ve öncülerini yakalamak için geceleyin dolaşan birlik.” Yine Kaşgarlı atanın bildirdiği bir söz. Tutmak eyleminden.
Yezek
Kaşgarlı örnek sözde şöyle der: “Yezek kamuğ yeriğ yezedi.” Dilimizde arkaik bir r -> z dönüşümü vardır. Bunun saptamasını batıya göç giden Hunlardan, Bulgarların dil yadigarlarından anlıyoruz. Bunun, yerli yerince sonraki çağlarda da değişik kullanımlarda göze çarptığını düşünüyoruz. Örneğin semirmiş olana semiz/semüz denir; ancak eylemi anlatmak için semizmek değil, semirmek denir. Aynı biçimde Orkun yazıtlarında soy tüketmek için ”tohum” anlamı taşıyan uruğ (günümüzde uyruk dediğimiz bu söz olsa gerek) sözünden gelen uruğsırat- sözünde de yine r vardır; ancak uruğsır denmez, uruğsız, yani tohumsuz/nesilsiz denir. Belli ki, ilgili dönüşümü de göz önüne almakla birlikte, bu -sız eki Levent Usta’nın bir çalışmasında bildirdiği üzre önceleri -sır idi. Ancak yukarıda gösterilen durumda yine de varlığını az da olsa korumuşa benziyor. İlgili örnek sözün açışı şu: Öncü yağı (düşman) olup olmadığını görmek için kamu (tüm) yeri/bölgeyi gezdi. Buradaki yezemek eylemi de bu yüzden kuvvetle muhtemel yer sözü ile ilgili; zira yezemek de Kaşgarlı’nın örnek sözünden açıkça anlaşıldığı üzere ”(bir) yeri, bölgeyi, ortamı yerlemek” yani gezip dolaşıp göreklemek (teftiş) demektir. yezek de bu işi yapan, önden gidip yeri yezeyen bir öncü birliktir.
Tura
Kalkan; korunmak için kişinin kendine siper ettiği her tür nesne. Kaşgarlı’dan. Sanırız turmak yani durmak eyleminden. Bir tehditi, saldırıyı durdurmaya yaradığı için tura (dura) denmiş.
Beçkem
Savaş sırasında savaşçıların ayırt edilmesini sağlayan, ipekten ya da dağ sığırı kuyruğundan yapılan bir tür alamet. Kaşgarlı Oğuzların buna berçem dediğini aktarır. Bugün baştaki ses sertleşmiş durumdadır, perçem deriz. Ayrıca bürçek, yani pürçek sözü de aynını anlatır. Bürçek girdisinde ”İnsanın perçemi; atın perçem, yele ya da kuyruk tüyü.” der.
Çuvga
Oğuz ile Kıpçak ağızlarında çeri başı ile kılağuz. İlkine çeri beyi, sübaşı da denir. Sonuncu sözü Devleti Aliyye dönemindeki biçimiyle subaşı sözünden biliriz. sü su olmuştur. Koşun demek. Orkun yazıtlarımızda geçiş sıklığı yüksek sözlerden. Bilge Kağan sü süledim der. Yine Bilge Kağan’ın süŋü diye bildirdiği (kargı/mızrak), günümüzde süngü dediğimiz sözde de yine bu sü sözünü görürüz; süŋüş de savaş demektir. Azerbaycanlı kardeşlerimizin bilginleri Bilge Kağan’ın ilgili ifadesini qoşun çəktim diye çevirirler.
Kaşgarlı, diğer ağızlarda bu sözün ”yamçıların (özel teslim, posta ulağı) yolda aldığı at”ı anlattığını bildirir. ”Sonrakini buluncaya kadar ona binelerr.” Burada sonraki dediğini ergüde bulur yamçılar. Bu istasyonlara dilimizde ergü denir. Bunlar aynı anda handır; yukarıda andığımız ve aynı anda denizci geçmişi (asker) olan Levent ustamız Çölde Dor adlı çalışmasında şöyle der: ”Ülke çapında atlı ulaklar aldıkları görevlerini yerine getirmek için uzak mesafelere çok süratli biçimde ulaşmak zorundadır. Atın yaklaşık bir saat koşacağı mesafe aralıkla at değişimi yapabilecekleri; yemek yiyebilecekleri; gece konaklayabilecekleri istasyonlar dikilmiştir. Kervancılar da buralarda konaklar. Buralara ergü, aralarındaki uzaklığa da ”bir ergü uzaklık” denir.” Bu düzenek, muhteşem bir ulaşım altyapısı oluşturmuştur. Kendisi yine bu çalışmasında aynı anda, Hanın kente geldiği bir yaz sırası yapılan toyda at yarışlarının bir ergü uzaklıktan yapıldığını bildirir. Bu toy çok önemli ve ulusal düzeyde bir toydur ve değişik etkinlikler gerçekleştirilir. Buna güreş de dahildir. Sanırız bugünkü yağlı güreş toyumuz bununla ilgili, buralardan gelmektedir. Kendisi bu toyun günümüz Orta Asya Türk topluluklarının Saban Toyu ile ilişik olduğunu düşünmekte.
Kargu / Karağu
Dilimizde karamak diye bir eylem vardır. Bakmak. Gözbebeğine karak denmesi bundan. Kargu ya da karağu da çevreyi, yağı gelip gelmediğini gözetlemek için bu işin yapıldığı, haberleşmek için de ateşin kullanıldığı bir gözetleme kulesidir. Kaşgarlı Mahmud bunların dağlara ya da yüksek teplere kurulan minare benzeri yapılar olduğunu bildirir. Tonyukuk da yazıtında bu yapılardan söz eder. Bunun, yine Kaşgarlı tarafından verilen kırguy, ancak aynı anda da karguy biçiminde sunduğu, ki iki söyleyişi daha doğrusu kuşun algılanması var görünüyor, kuş adı ile karıştırılmaması gerekir. İlkinde kırmak ile ilgisinin olup olmadığı konusunda emin olmadığımız bir kır- eylem adı var iken, diğerinde kar- yani karmak (karıştırmak, bu bağlamda delmek deşmek) eylem adı söz konusudur. Oysa bizim buradaki sözümüzde kar- değil, kara- eylemi vardır ve ilgili söz karağu biçiminde Tonyukuk’un yazıtında da geçer daha doğrusu okunmaya müsaittir. Aradaki ünlünün düşmesiyle bu söz kargu da oluveriyor. Benzerini korgan (Ordu’nun bir ilçesi; bildiğimiz kurgan) sözünde görmek mümkün. Çünkü korumaya yöneliktir; söz hisar, kule, kale, sığınak gibi anlamlarda. Kurgana kurgan dememizin nedeni de yine budur; çünkü bir şeyi koruyordur. U, o’dan dönüşme. Koru-, klasik biçimiyle de korı- eyleminden. Ünlüyle birlikte koruğan (korığan) olur. Günümüzde gezeğene esasında yanlış olarak gezegen dediğimiz gibi koruğana da korugan diyoruz.
Ulu dil bilimcimiz aynı zamanda çibek, başka bir okuyuşa göre de çipek, kırguydan söz eder. Bu çibek kırgayın kırgaydan daha küçük bir avlayıcı kuş olduğunu söylüyor. Ercilasun-Akkoyunlu yu´yu´ diye vermişler. Bu Arapçası olsa gerek. Maalesef bu adda bir kuş bulamadık. Belki Arapça kaynaklarda denk gelmek mümkündür.
Kırgay / Kırgı
Bayağı Atmaca (accipiter nisus). Aslı kırguy; Divan’da Kaşgarlı anar. Uygur kardeşlerimizin kimisinin ağzında kırgay olmuştur; zira bizde de olduğu gibi Uygur elimizde de birkaç ağız vardır. Azerbaycanlı kardeşlerimizin de dediği gibi kırgı diyeni de var. Çok güzeldir; Vikipedi’de bizim kimi bölgelerimizde (Anadolu) de kırgı dendiği yazıyor. Bu bağlamda kırgı muhteşem bir seçim olacaktır. Aynı zamanda torgay gibi adlar, yine kuş adı, da vardır bizim kullandığımız. Bu bağlamda kırgay biçimi de kullanılabilir ve günümüz dilimize uygun düşmektedir. Her halükarda yukarıda ifadesini bulan kardeşlerimizle köprü kurmak, ortak dil, ortak söz varlığını yüceltmek davası uğrunda her iki seçenek de yerindedir.
Çalgay
Kuş kanadının ön yelekleri. Divan-ü Lugati’t Türk.
manu. Klasik Türkçe. Lynx, yani vaşak. Turpan (Turfan) dönemi Türk-Uygur el yazmalarından.
Davgan
Marmot, Türlü Türk ağızlarında suğur, sıvır denen diri. Uygur ağzında davgan denir.
Turumtay
Kaşgarlı’nın iyi avcı dediği bir avlar kuş. San olarak kişilere verildiğini belirtir. Anlaşılan yine bir güçlü, gözde yırtıcı kuş. Ercilasun-Akkoyunlu hangi tür olduğunu belirtmemişler. Emine Gürsoy Naskali hocamızın E. Denison Ross’a ait İngilizceden çevirdiği “Kuş İsimlerinin Doğu Türkçesi, Mançuca ve Çince Sözlüğü” adlı çalışmasında ise 76. kuş adında bu avcı bozdoğan olarak verilmiş. Yine Clauson da falco aesalon yani bozdoğan olarak verir.
Sağıt
Zırh anlamına gelen Türkçe sözlerden birisi. Sağ-ıt. Günümüz Uygur savut der.
Kökenek
Uygur. İklil Kurban’ın kendisinden dilimize çevirdiği Emir Necip’in sözlüğünde (Türk Dil Kurumu Yayınları, Yeni Uygur Türkçesi Sözlüğü; aslı Uygurca-Rusça) bozdoğan diye veriliyor. Kökte açıkça kök, yani mavi sözü var. Bugün göğermek (yeşermek, yeşillenmek) dediğimiz de kökünde bu kök sözü olan kökermek’ten gelir. Özgün anlamı kesin olarak mavi (kök teŋri = mavi gök(yüzü)) olmakla birlikte Kaşgarlı’dan bu sözün göğün her rengini anlattığını da biliyoruz. Dolayısıyla boz, kır, koyu kurşuni, hatta yeşil tonu renklerin de bu kapsama girdiğini söylemek mümkün. Naskali’de de bozdoğan anlamına yönelik aynı doğrultuda bir bilgiye imleme var.
Ek bilgi: kök sözünün gök(yüzü) anlamına gelmesi sonralarıdır. Muhtemelen renkten ötürüdür. Kök, soy, nesil gibi anlamlar ise Kaşgarlı’nın bildirmesine göre Oğuz ağzıdır. Yine bu sözün bir iki anlamı daha vardır. Yalnızca dil bilgisi ve söz varlığı değil, anlaşıldığı üzere hikmet, bilgelik, mit, düşünce, gelenek, inanış, anlayış, ahlak, sevgi, saygı, savaş, insan… Kısaca bize, Türk’e ait ne varsa gücü yettiğince her şeyi şaheserinde toplamaya çalışan Kaşgarlı Mahmud’un Divanı naçizane fikrimizce her neferin evinde bulunması gereken bir eserdir. Bu bağlamda şu an kamuya açık ve öğrenmeye, alışmaya uygun ve bizlerin de yararlandığı basımlar piyasada mevcuttur. Bu vesileyle bizlere yol göstermiş olan ve halen de bu sevabı devam eden Kaşgarlı Mahmud’u en içten, en kalbi duygularımızla yad ediyor, Yüce Yaradan’dan ona rahmet diliyoruz.
Közkünek
Yine Kaşgarlı’nın andığı bir kuş. ”Doğana ve kertenkeleye benzer bir kuş. Yel aracılığıyla bir yere ulaşır.” der. Bu tür birkaç kuş var. Ne yazık ki hangisi olduğu saptanamamış.
(Y)uşuk
Demir başlık. Tolga denen; tolga sözü Moğolcasından uyarlamadır. Kimi ağızlarda bazen y düşmesi vardır. Bu yüzden yuşuk da, uşuk da dendiği vardır.
Kürgenek
Uygur. Moymul/muymul (kuşu) diye verilmiş andığımız Uygurca sözlükte. Moymul için de falco tinnunculus (yani kekük) denmiş bir yerde. Kekük adının anlamına bakınca buradaki ad da anlamlı geliyor; zira yapı kür-gen-ek. kürgen, gürgen yani gür, bek, güçlü olan demektir. Hatta bir ağacımızın adı da gürgendir. -ek (-ak) eki de genellikle ifade edildiği gibi bir tür küçültme ekidir. Gür, bek (berk, pek) olan kuş denmiş.
Taygan
Av iti. Emin değiliz, ancak taya- yani daya- eyleminden (tayağan/dayayan) geliyor olabilir. (Avda) avı avcıya doğru dayayan, sürükleyen? anlamı söz konusu olabilir.
Karakuş
Kaşgarlı kartal diye verir. Yine Yeni Uygurca sözlüğünde de öyle. Özelinde de altın ya da kaya kartalı olmalı. Naskali hocanın çalışmasında Kaşgar’da kaya/altın kartalın karakuş diye bilindiği yazılıdır. Kara denmesinin nedeni belki koyu renge yorulacaktır, ancak ilgili dönemde renklerin kesin ayrıldığının anlaşılmasıyla birlikte kara sözünün orijinal, yerli yerince de güçlü, büyük gibi anlamları da var. Kara Kağan denmesi de bundan. Yine kara sevda deyimi, önemli değerli iş görmüş kişilerin adının önüne kara sanı eklenip örneğin kara ahmet denmesinin nedeni de ki bu uygulama çok yakın tarihimize dek yetmiştir yine bundan olsa gerektir. Bu ad bugün bizim coğrafyamızda (Anadolu) da yaşar. Hem karakuş, hem karağuş hem de garağuş olarak. Kartallar avlar kuşların arasında en ulularıdır. Dolayısıyla (en) ulu kuş denmişe benziyor. Kartal sözümüzde de benzer bir anlayış seziliyor ve muhtemelen bu söz de iki sözden bir araya gelen bir söz. Ancak -tal kısmını anlamlandıramadık.
Evet, böylece bu yazıdaki örnek ile açıklamaların sonuna geldik. Belki hayli uzun oldu, ancak sizlere güzel bir sunu yapmak istedik. Beğendiğinizi umuyor, inşallah gelecek çalışmalarda yine görüşeceğimizi ummakla birlikte aşağıda okumayı dileyen için bir ek bilgi olarak sunuyoruz.
Koşun
Askerî güç. Sü. Uygurlar örneğin hava koşunı, yani hava birliği derler. Yine hemen yanıbaşımızdaki (Azerbaycan) kardeşlerimiz kara kuvvetleri için quru qoşunları yani kara koşunları sözünü kullanırlar. Benzer biçimde koşunlarında iki yarga (bölüm) sərhəd qoşunları ile daxili qoşunları adlanır. Nahçıvan ağzında ise yumuşamış biçimiyle goşun diye geçer. Söz koş-un yapısından oluşur. Gelenekte koşun iki, sağ ile sol koldan ve de ortadaki özekten (merkez) oluşur. Bu özek ya da ortaya (merkez) da kol denir. Böyle denmesinin nedeni insanın uzantı tilgenleri (organ) olan kollara benzetmesinden. Muhtemelen ortadaki özek bu kollara iye olduğundan kendisi ”kol (iyesi)” anlayışı söz konusu. Koş sözü ise ”çift” demektir. Olguyu anlatmak için koş-un denmiş. Bu sözün oluşmasındaki öykü de, böyledir.
Ordu sözünü ise naçizane koşunu yönlendiren, görev veren koşunun beyni, yani ”karargah/ordugah” olan yapı diye anlıyoruz. Koşunun/sünün yahut çerinin ne yönde, nerede, nasıl yürüyeceğine ordu (beyleri) karar verir çünkü. Zira bu ordu sözü gelenekte bir tür malikhaneyi anlatır. Örneğin kağanın ordusu vardır. Yine ondan bir düzey altta bulunan yabgunun da olabilir. Bu yüzden de tarihi bir kentimiz olan Ordu Balık genelde “saray kenti” diye çevrilir. Hanın sarayının bulunduğu (bir) kenttir çünkü. Mehmet Levent Kaya’ya sonraki dönemlerde sezinlediğimiz bir olgu yüzünden bu nokta üzerinden bu malikhaneyi ayrıca sorduğumuzda bunun muhtemel karargah görevi de görmüş olabileceğini ifade etmişti. Öyle ise bunun izlerini açıkça Devlet-i Aliyye çağında ordu sözünün karşıladığı anlamda görmek mümkün. Altta girdi yanında vereceğimiz karşılıklar, yine kullandığımız çalışmanın ayrı girdileri olup ilgili sözü açıklayan/anlam gösteren ve bir birine gönderme yapan karşılıklardır/girdileridir:
Ordı, ordu: Askergah, kışla. (buradan yine bir mevki, sabit orunda olduğu anlaşılıyor; günümüzde kışla dememiz de bundan.)
Ordu-ii hümaayuun: Leşkergah-i şaahi. (yani baş (şah) ordu; hanın/sultanın olsa gerek.)
Orduyı kaldürmak: Göç etmek, kopmak, asker kalkmak.
Orduyu kurmak: Konmak, askeri kondürmak.
17. Yüzyıl Türkçesi ve Söz Varlığı, Mertol Tulum’dan alınmıştır. Son girdi için; aynı biçimde Kaşgarlı ”xaan süsin kurdı.”, yani, han/kağan koşununu/süsünü kurdu, yani düzene getirdi, der. Bunu yapan/yaptıran kağandır veya bunu yapacak/astlarına yaptıracak yetkiye ve dolayısıyla da ordu/otağa (otağ = büyüklere ait olan, büyükçe bir konut) iye ve karar verici (bu yüzden karar-gah) olan çeri beyidir. Mantık uyuyor. Aynı biçimde Tarama Sözlüğü için bilginlerimizin kaynak tarayıp saptadıkları (Türkçe) sözler arasında olan ‘ordu’ için şöyle denir:
1. Askerin toplandığı, toplu olarak bulunduğu orun (location), ordugah, karargah, makar.
2. Mahal, mahalle.
İlk anlam için örnek sözlerden birisi:
“Ap alaca ordusuna şiven girdi. (Dede Korkut)”
Şiven hüzün gibi anlama gelir. Belki de, ordusunda bulunan beyin, güçlerinin dağılmasından ötürü yaslı olduğu anlatılıyor. Dede Korkut’taki ilgili yere bakmak gerek; biz burada şimdi ayrıntıya girmedik.
Yine şu girdi (bir tarihi sözlükten alınma olsa gerek) önemli:
“Ma’asker: Mecmua-ı asker olan mahalle denir, elsinede ordu ta’bir olunur. (Nuhbe)”
Buradan da ordunun bir tür dolayında toplanan, bir orta (”merkez”) olan bir yapı/orun olduğunu anlıyoruz. Askerin toplandığı yer de kuşkusuz emirlerine uyacağı, kendisini başlayacağı sü/çeri başısının bulunduğu bir orundur. Yukarıda da ustamızdan aldığımız bilgi doğrultusunda andığımızca yalnızca en üst düzey kişinin değil, diğerlerinin de ordu/ordası olur idi. Dolayısıyla ordu bir tür yönetir merkez görünümünde görünüyor. Erken çağlar için ordunun karargah (da) olduğu konusunda kesin ve nihai söz söylemek bizim için mümkün değil; ancak hem eldeki bu veriler, hem de sözün kök ile anlamı açısından bu açıklamalar şu halleriyle yerinde görünüyor.
Anmak lazım gelirse ordu sözündeki or- kökünü orun (location, mahal), oran, hatta orta (klasik: ortu) ya da or(a)da (yön bildiren) gibi sözlerimizde de görebiliriz. Yine Kaşgarlı Mahmud da ordu girdisinde ”Bir hakanın ikametgahı” der. Ornamak eylemi de anlaşılacağı gibi bir mevkiyi orun haline getirmeyi anlatır. Yine, Çölde Dor’da da ayrıntılı bilgi verilmekle orlama sözü de ”yerleştirme” gibi bir anlama iyedir. Bu söz özelinde cenaze kaldırma işlemini anlatır. Alaş Orda gibi adlardan bildiğimiz orda sözü de yine bizim bu ordu sözümüzdür; Tatar ağzıdır. Günümüz Uygur’da ”yuva, ocak” gibi anlamlara iyeyken, Altın Orda devlet adı da ”golden army” gibi bir anlama gelmez. Buradaki yanlış algı da maalesef birçok konuda söz konusu oldukları gibi yabancı bilginlerin yanlış anlamasından ötürüdür.
Kısaca silahlı, savaşan güçleri/birlikleri anlatan sözlerimiz başta sü (sonraları Devlet-i Aliyye çağında gördüğümüz üzre subaşı deyimindeki gibi su) olmak üzere, koşun, çeri(ğ) gibi sözlerdir.
Son olarak Azerbaycan ağzıyla ilgili bilgiler için Azerbaycanlı kardeşlerimize teşekkürü borç biliriz.
Yazar: Caner ÇETİN
Defence Turk Kurucu Ortağı, makine mühendisliği öğrencisi, savunma ve ulusal güvenlik konularıyla yakından ilgileniyor. Amatör olarak video editlemeyi ve fotoğraf çekmeyi seviyor.