Çağrı Doğal GÜL
“1990ların ortalarında roket alanında çalışmalara başladığımızda, elimizdeki olanaklar neredeyse sıfıra yakındı”
Serinin önceki yazısına ulaşmak için tıklayınız
Konya ile Ereğli arasında yolun güney tarafında askeri bir bölge vardır. Karapınar yakınlarından başlar ve yaklaşık otuz kilometre boyunca uzanır. Burası 1950lerden bu yana eğitim ve test maksatlı kullanılan MSB’ye ait Atış Poligonu’dur. Poligon içerisinde tam ortada Meke Dağı yer alır. Milyonlarca yıl öncesinin bu ölçek olarak küçük volkanik üyesinin bir de kardeş tepesi vardır yakınlarda. Elli yıldan fazladır atılan, patlatılan mühimmatın haddi hesabı yoktur. Bu çorak bozkır alanı çevreleyen telörgü, zamana, doğaya ve yörenin uyanık insanlarına direnemediğinden çok gedik verir. Zaman zaman telörgü onarılır, yenilenir. Sonunda kazanansa hep zaman, doğa ve yörenin inatçı insanları olur. Koyun sürüleri, bozkır tilkileri, tavşanlar, yaban ördeği peşindeki avcılarla patlamamış mühimmatın bakır sevk fişeğini hurdacıdan alacağı üç kuruş için korkusuzca sökmeye tenezzül edecek insanlar sıklıkla görünür.
Yazı sıcak bir cehennem, kışı ise ondan da beter bu yerde arazide sürekli esen rüzgardan korunabileceğiniz hiçbir yer yoktur. Poligonu kuzeyden ve güneyden iki stabilize yol çevreler. Yol boyu değişik mesafelere serpiştirilmiş metali paslanmış gözetleme kuleleri yalnız başlarına dikilidirler. Ottan başka bir bitkinin yetişmediği bu çorak arazide gözünüz hem rüzgardan hem güneşten sürekli yanar. Araziye çıktığınızda, telsizin arada sırada cızırdaması dışında Tanrı ile aranıza kimse giremez. İşte kelimenin tam anlamıyla Tanrınızla başbaşa kaldığınız yer orasıdır. Diğer mesele orada ne işinizin olduğudur.
Test ve ölçme mühendisliğin olmazsa olmazıdır. Kağıtta ne hesapladığınız, bilgisayarda neyi modellediğiniz neredeyse anlamsızdır. Ta ki test prototipini hesaplarınıza ve modellemelerinize göre ürettirip, üzerine ölçmek istediğiniz parametreleri algılayacak doğru alıcıları, toplamak istediğiniz veri miktarına ve hızına uygun yükselticiler ve veri toplayıcıları eklediğinizde artık tasarımınız dile gelip konuşmaya başlayacaktır sizinle. Test, ölçme ve doğrulamanın olmadığı bir çalışma ortamı sadece çöpten ibarettir.
1990ların ortalarında roket alanında çalışmalara başladığımızda, elimizdeki olanaklar neredeyse sıfıra yakındı. Mevcut projeler dahilinde yurtdışından sadece projeye özgü amaç ve sınırlar dahilinde çalışabilecek türden test ekipmanı ve bilgisi gelmişti. O zamanki konjüktüre göre bilgi akışı sadece proje amaçları doğrultusunda sağlanıyordu. Elimizde tonlarda doküman vardı ama bunlar bile son derece genel bilgiler içeriyordu roket teknolojileri konusunda. İnsan kaynağı yeni yeni oluşturulmaya başlanmıştı. Elimizdeki tek anahtar ODTÜ’de ve eski yerleşkesi olarak Gaziantep Üniversitesinde bizi öğrettikleri problem çözümünde analitik düşünme metodu ile kütüphane kullanma yeteneğiydi. Bugün hemen herkes internet çağında karşısına çıkan bilinmeyenler için Google ve diğer arama motorlarını kullanmayı tercih etmektedir. İşin doğrusu bu arama motorları da zaman içerisinde geliştiği için önemli aşamalar kaydetmiştir. Ancak bu arama motorları bile aslında bizim okulda öğrendiğimiz temel üzerinden programlanmıştır. Aynı algoritmayı sadece biraz daha hızlı izlerler. Yani, işin özünü bilmiyorsanız proramın size ne sağladığının pek bir önemi yoktur. An gelir programlar size aradığınızı vermez, başka veri yığınlarının arkasına saklar, eksikliğin farkına varamazsınız. Aradığınız bilgi gözünüzün önündedir ama parçalara ayrılmıştır, bulamazsınız.
1997’nin Aralık ayının hemen başında, ofiste masama oturduğumda ilk elime aldığım şey bilgisayarımın klavyesi değildi. Yarım düzine kurşun kalem ve bir sürü boş dosya kağıdı. Silgi kullanmamayı alışkanlık haline getirmiştim. Basitçe yanlış gittiğiniz yol bile önemlidir. Silmez üzerini çizersiniz karalamadan. Çünkü nasıl yanlış yaptığınızı da hatırlamanız gerekebilir. Hata ve yanlışların toplamıdır tecrübe. Tasarım yazma ve çizme işidir. Roket teknolojileri bundan farklı değildir. Ne sonuç alacağınıza dair fikriniz yoksa, ne üzerinde çalıştığınızın da anlamı yoktur. Resmi çizebilmeli ve olayı tarif edebilmelisiniz. Parça parça ayakları yere basmalıdır tasarımınızın. Olayın temel fiziğini çözmeden, sınır koşullarını koymadan, sınır tabakayı belirlemeden bilgisayara geçmenin düşünüldüğü kadar esprisi yoktur. Bugüne kadar çok sayıda bilgisayar programı kullandım (IDEAS, CATIA, ADAMS, PRODAS, SIMXPERT, LS-DYNA, KEREVIT, vs). Bir kısmını satın aldık, çoğunu amacımıza yönelik olarak kendimiz yazdık (FORTRAN 90, C++, DELPHI, vs dillerinde). Hazır yazılımlar genelde spesifik değildir ve çözümden çok probleme neden olurlar. Bir de sürekli para ödemeniz gerekir, lisans, bakım, bitmez bir türlü. Satın almadan önce firmalar yazılımları alabildiğine parlatır, satıştan sonra problem yaşadığınızda ise kimseyi bulamazsınız. Yıllar boyunca bu durumu aşmaya niyetli firmalar kendi proje gruplarını oluşturarak sorunu aşmayı denedi. Kısmen başarılı da oldular. Ancak bu bile ayrı bir yazı konusudur.
Hikayeme dönersem çok dağıtmadan, 1990ların Türkiyesinde, ROKETSAN’ın ArGe’sinde tasarım yapmanın anlamı şuydu bizim için; hesapla, çiz, ürettir, statik ateşleme ya da atışlı test konfigürasyonu oluştur, sistemini kur, atışı yap, ölç ve değerlendir. O güne kadar bu Türkiye’de yapılmamış bir şeydi. Biz yapabiliyorduk çünkü bizim olduğumuz yerde bunun olamayacağını söyleyen hiç kimse yoktu. Gençtik, enerji doluyduk ve o zamanki baş mühendislerimiz, müdürlerimiz çok başka gözle bakıyorlardı çalışmalara. Asla bize köstek olmadılar. Hatalarımızı, taşkınlıklarımızı anlayışla karşıladılar. O sinerjinin tekrarını kariyerimin kalanında bir daha hiçbir projede göremedim.
1998’in Temmuz ayı. Karapınar Atış Poligonundayız. Ben ileride yirmibeş kilometre kulesindeyim. Elimde dürbün var ve hem sıcak hem de rüzgar yakıyor. Her sabah altıda kalkıp poligona geliyoruz. İlk atış en erken öğleye doğru oluyor. Kimse şartlardan şikayetçi değil. Atılan roket Mızrak. T-122 Sakarya Silah Sisteminin 122 mm çapındaki topçu roketi. Üzerinde 18,5 kg Yüksek İnfilaklı RDX harp başlığı var. 1994 gibi tasarım masasında kağıdın üzerindeydi. Parçaları üretildi ve birleştirildi. Sadece bir yıl sonra prototipler Meke Dağının üzerinden tek tük uçmaya başladı. Onlaca kez, yüzlerce kez. Tekrar ve tekrar. Bebeğiniz doğar, emekler ve adım atmaya başlar. Tam olarak aynen böyle. Hesapla, üret, test et, ölç ve değerlendir. Binlerce kez yaparsınız artık ezberlersiniz. Her parçayı, teknik resimdeki her detayı. Ailenizden fazla tanır, eşinizden fazla zaman geçirirsiniz tasarımınızla. İşte o bebek rampadan çığlıkla fırlar, bir dakikadan biraz fazla zamanda olduğunuz yere doğru parabolik bir yörünge (trajectory) çizer. Mach şok dalgası roketten önce gelir, arkasından patlama ve toz bulutu.
Bir ara akademisyen bir hocamızla görüşmemiz icap etti. Kim olduğu hangi okuldan olduğu bende saklı, öyle de kalacak. Muhtemelen bana inanmadı ve roketin ivme-zaman grafiğini çizmemi istedi. Bir an durdum. İvme-zaman bir tarafa, spesifik bir roketin basınç-zaman, itki-zaman, yörünge-zaman grafiklerini bile gözüm kapalı çizebilirim (ölçeksiz olarak tabi ki). İki tür insan olduğunu söyledim hocama. Birincisi benim gibi yapıp, uçurup ölçenler, diğeri ise kendisi gibi hayat boyu okuldaki odasında oturup bu işi yapanlara böyle ilginç sorular soranlar. Bu tarz insanlar çok şey kaybettirdi bize her zaman.
İkinci yazıyı şöyle tamamlamak istiyorum bugün. Çünkü anlatacak daha çok şey var. İlk yüzde yüz yerli roket tasarımını yapan ekipteydim. Bugün ortaya çıkan hemen tüm çalışmaların başlangıcını bizzat bizim ekibimiz yaptı (UMTAS, OMTAS, PGR, J+, HISAR, vs). Bir sonraki aşamada ASELSAN’daki ilk yerli Hava Savunma Radarı mekanik tasarımında (HSR-7920) çalışma imkanı buldum. Son kısmında ilk yerli piyade tüfeği MPT-76 ve ilk makineli tüfek MMT projelerinde Kale Havacılık/Kalekalıp bünyesindeki ekipte yer aldım. MKE Silahsan Fabrikasında devam eden MMT projesine danışmanlık hizmeti verdim. Asla çok para kazanmadım, sıkıntısını çok çektim. Başka işler yapabilirdim, çok para kazanabilirdim ama çocukluk hayallerimin peşinden gitmeyi tercih ettim. Buradan Mars’a gitmek için zıplamaktan fazla şeyler yapabileceğime inandım. Bunu yapacak bilgiye eriştim ve uygulama yapma fırsatım oldu. Yeniden dünyaya gelsem farklı bir şey yapmayı isteyeceğimi hiç zannetmiyorum. Her anından zevk aldım ve her anını dolu dolu yaşadım. Hayallerinizin peşinden gitmeyecekseniz, bu hayatı ne için yaşıyorsunuz?
Serinin devamı “Bir Roket Mühendisinin Notları-III”e ulaşmak için tıklayın.

Defence Turk Kurucu Ortağı, makine mühendisliği öğrencisi, savunma ve ulusal güvenlik konularıyla yakından ilgileniyor. Amatör olarak video editlemeyi ve fotoğraf çekmeyi seviyor.