“O gün ilkokul öğretmenim Şennur Hanım’a verdiğim sözü tutmuş, Türkiye’nin NASA’sında çalışmaya başlamıştım.”
1991 yılının sonbahar dönemiydi. Okulda ikinci yılımın (Sophomore) başlarındaydım. Makine Mühendisliği Bölümünün ilk yılı bazı yönleri ile insanı canından bezdirecek kadar berbat geçmişti. Sanırım o dönemde beni ayakta tutan temel unsur, çocukluğumdan beridir aklımda yer eden havacılık ve uzay teknolojileri tutkumdu. Neredeyse hayatımdaki en önemli, vazgeçilmez konuydu. Birkaç yıl sonra Sinan Akmandor ile yapacağım sohbetlerin birisinde vizyonumdan bahsettiğimde hocamı etkilemeyi başarmıştım.
Şimdi geriye dönüp baktığımda, vizyonu ve düşünceleri parlak olmakla birlikte notları vasat ve bölüm hocalarının dikkatini üçüncü sınıfın sonlarına kadar çekmemiş birisi olarak beklenenden fazla yol katedebildiğimi anlıyorum. Tutkularımın peşinde koşmak, her zaman beklediğimden fazlasını bana sağlamış. Hani cahil cesareti derler ya, aynı aymazlıkla (!) utanmadan gerek Gaziantep Üniversitesinde gerekse de ODTÜ’de bölümdeki hocalarımın yanına uğramaktan imtina etmiyor ve her fırsatta birileri ile tanışıyordum.
91 sonbahar döneminin sonuna doğru, bütün öğrencileri okulun dışında yapılacak ikinci sınıf yaz stajının telaşı sarmıştı. Nedense sakindim. Sırayla ASELSAN, TAI, TEI ve ROKETSAN firmalarına staj için başvuruda bulunmuştum. Bunun en doğal hakkım olduğunu ve birisinin mutlaka bana staj için izin vereceğini düşünüyordum. Tanrı’nın sarhoşları, delileri ve çocukları koruduğu söylenir. Hangi sınıfa girdiğimi bilemiyorum ama not ortalaması düşük, pek tanınmayan mühendislik öğrencisi olarak ROKETSAN’da staj için kabul edildim. Elbette olayın perde arkası, firmanın o yıl ilk kez stajyer kabul etmeye karar verdiği, başvuruların sınırlı olması, doğru yerde doğru zamanda bulunma ile ilgiliydi. O yıl ROKETSAN’da staja kabul edilen öğrenci sayısı toplamda on kişiydi. Bu on kişinin sekizi ODTÜ Havacılık Mühendisliği Bölümünden, birisi ODTÜ Fizik Bölümünden ve ben Gaziantep Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümünden idim. Not ortalaması ve Bölüm olarak sıraya konsak açık ara geriden gelecek olan benim için tek ihtimal vardı. Sinan Hocamın yıllar sonra söylediği ve benim çok sevdiğim sözüdür: “Dehalar binde bir çıkar. Dehanın bir saatte yapacağı işi ortalama birisi bir haftada yapabilir. Herkes deha olamaz ama zaman da alsa aynı işi çok çalışarak yapabilir”. Tam da bu noktadan hareketle verilen işleri hevesle, şikayet etmeden çok çalışarak yapmayı adet edindim. İlginç şeyler de yaptım. En esprili örneği şuydu; okulda boardmarker kalemi ile tişörtlerin üzerine desen çizmeyi öğrenmiştim. Resim konusunda çok iyi değildim ama bakarak bir şeyler çizebiliyordum. Staja başladığım dönem açık renk tişörtümü feda ederek ROKETSAN broşüründeki fotoğrafı ile firmanın logosunu sırt tarafına çizmiştim. Yakından bir şeye benzemese de uzaktan baskılı gibi duruyordu. Sonraki günlerde diğer stajyerler fark edince Eğitim Koordinatöründen aynı tişörtlerden istemişler. Adamcağız şirketin bu şekilde tişört bastırmadığını, bunu benim kendi kendime yaptığımı izah etmek zorunda kalmış.
Tüm stajım böyle şeylerden ibaret değil elbet. Sonraki yıllarda staja kabul edilenlerin beni pek hayırla anmamalarına sebep olan firmaya verilen staj raporu formatından kaynaklı. Verilen her işi mümkün olan en doğru ve düzgün şekilde yaptım, bilmediğim şeyleri sorma cesaretini gösterdim, öğrenme arzusunu ön plana koydum. Verdiğim her mesaj, ben bu işi hayat boyu yapmak istiyorum şeklinde oldu. Ülkede o yıllarda otuza yakın Makine Mühendisliği Bölümü vardı. Her bölümde ortalama beş yüz öğrenci olsa, onbeş bin kişi eder. Bunların ancak yüzde biri ne yapmak istediğini, hedefini bilebilirdi. Bu yüz elli öğrenciden de ancak onu benim erişmek istediğim alanı tercih edebilirdi. Dar bir alan, spesifik bir konu, ama geleceğe yönelik önü açık uğraşıydı roket bilimi.
Üçüncü sınıf stajına neredeyse davetiyeyle gittiğimi söylememe gerek yok sanırım. Devam eden dönemde Yalçın Göğüş hocamla tanışmamız, kendisinin beni yönlendirmesi ile az sayıda kişinin katılabildiği Ramjet İtki Teknolojisinin konuşulduğu seminere gitmem, burada David Netzer ile tanışmam, bu seminerlerde hocanın katılımcılar arasındaki tek “undergraduate student” olmamdan dolayı dikkatini çekmem ve anlatım hızını benim not tutma hızıma uydurması, her biri ayrı birer yazı konusu olabilecek olaylar. Bu dönemde yaşadıklarım yavaş yavaş mesleğin içerisine nüfuz etmemi sağlamıştı. Kendimi artık mühendis gibi hissetmeye başlamıştım. ROKETSAN firma olarak inanılmazdı. İlk staj grubundaki on öğrenciyi ayrım gözetmeksizin yakın dönemin Ar-Ge personeli olarak hazırlıyordu. Belki yüzde yüz bilinçli değildi ve refleks olarak yapıyorlardı ama taşlar yerine oturuyordu. Gerçek olan ise 1994 ve 1995’te henüz diplomamı elime almadan gizli roket projelerine giden yolda yürümeye başlamış olmamdı. Bana güveniliyor, bilgiler paylaşılıyor ve katılımcı olmam sağlanıyordu. O dönemde eğlenceli bulduğum diğer konu, kendi okulumda hocalarımın beni yeni keşfetmesi, ROKETSAN’da staj yapmış öğrencilerinin olduğu, bunu nasıl atlamış olabilecekleri ve nasıl olup da kendi kontrolleri ve istekleri dışında böyle bir şeyin gerçekleşmiş olabileceği idi. Samimi olmak gerekirse, iş benim hocalarıma kalsaydı, muhtemelen not ortalaması olarak daha parlak başka öğrencileri ROKETSAN’a tavsiye ederlerdi. Açıkçası mantık olarak da son derece doğru olan budur. Aradaki farkı yaratan temel unsur yukarında bahsettiğim, ne istediğini bilme ve tutkularının peşinden gidebilme arzusuydu ve bende bundan bolca vardı. İnanılmaz olan diğer konu ise, staja kabul edildiğime dair yazının elime geçtiği an tüm geleceğimin şekillendiğini hissetmem olmuştur. Isaac Asimov’un hikayelerinden birisinde hayatı boyunca uzaya çıkmamış kahramanı nihayet gemiye binip yükselirken muhtemelen benimle aynı şeyleri hissediyordu. İşin sonunda insan ırkı bu gezegeni kalıcı ya da geçici olarak terk edecek, bu sırada insanların bazıları kalacak bazıları da gemilere binip gidecek. Kalanlardan olmak ya da gidenlere katılmak bizim tercihimiz. Ben gidenlerden olmak istediğimi kafama koydum her zaman.
Öğrencilikte son yılım çok keyifli geçmişti. Bitirme tezimi senenin başında belirlemiştim. Yazılacak ya da derlenecek herşeyi ilk dönem tamamlamıştım. İkinci dönem sadece ve sadece temize çekmek kalıyordu. Bunu yapabilmem Ahmet İhsan Kutlar hocamın sayesinde oluyordu. O yıl kendisi Liverpool Üniversitesindeki doktora sonrası çalışmasından döneli henüz bir yıl olmuştu ve benim talebime olumlu yanıt vermişti. Burada belirtmem gereken nokta, okulu bir yıl uzatmış olduğum gerçeği. Matematik derslerinin garabetine uğramıştım ve hepsini bir yılda halledebilmek için okula gelen Rus ve Bulgar hocaları beklemem gerekmişti. İyi tarafı üçüncü sınıfa kadar tekrar edilen matematik dersleri sayesinde bilgilerim taze kalmıştı. Herşeye rağmen son iki yılda kayda değer iki olayım vardır. Birincisi Isı Gücü, Yanma gibi derslerde beklenenden iyi performans göstermem ve bu dersleri veren hocalardan diğerlerine göre daha fazla şey almayı başarmış olmamdı. Her iki dersin hocası da pek sevilmeyen ve iletişim kurulması sorunlu insanlardı. Ancak öğrendiğim temel şey, öğrenmeye istekli kişilere karşı tutumu en sert hocanın bile davranışı bu şartlar altında yumuşayabiliyor ve bilgisini aktarabiliyor. Bu konuda Sait Söylemez hocamdan özellikle yanma ve içten yanmalı motor konularında ciddi bilgiler edinmiştim. Ama sanırım en ilginci, ilk dönem seçmeli ders sayısını tamamlamak üzere aldığım Sistem Dinamik Kontrol dersidir. Dersi veren Gürsel Alıcı hocama giderek dersi neden aldığımı ve matematik derslerindeki performansımı açıkça belirtmiştim. Matematik konusunda parlak olmadığımı ama arayı kapatmak için elimden geleni yapacağımı söylemiştim. Dersin ana konusuna yabancı olmakla birlikte bana kattığı en önemli nokta şudur; dersin ödevlerinden birisinde Fortran77 ile yazılmış programı ve alt modülünü (sub routine DRKGS) kullanarak bir süspansiyon sisteminin hız-zaman ve ivme-zaman verilerini çıkartarak grafiğe dökmemiz gerekiyordu. Temelde basit bir problemdir. İstenilen ve formüller bellidir. Ancak ne kadar uğraşırsam uğraşayım, programı çalıştırmak mümkün olmadı. Program için yaptığım hata arama (debug) ve fiziksel formülasyon ve verilere ilişkin tüm çalışmalarım sonuçsuz kaldı. Elektrik Bölümü binasındaki uykusuz gecemde (buradaki bilgisayar odası gece saat 11:00’a kadar açık tutulurdu) pes edip o gün bölümde nezarete kalan Gürsel Hocanın yanına gitmem gerekti. Kendisine durumu anlattım ve ne yaparsam yapayım sonuç alamadığımı anlattım. Emin olmak için sorular sordu. Problemin programdan kaynaklandığını anladık. Benden durumdan kimseye bahsetmemei istedi. Bir sonraki dersi bekledik. Herkes ödevini teslim etti. Bu arada programdan kaynaklı sorundan kimse bahsetmedi. Diğerlerinin ödevlerinde uyumlu grafikler göze çarpıyordu. Sadece benim ödevimde ivme-zaman grafiği boştu. Neticede herkesle birlikte ben de önemli bir ders çıkardım bu durumdan. Çok çalışmak, soru sormaktan ve sorgulamaktan çekinmemek ve açıklıkla dürüstlük sonunda değerini kanıtlayabiliyor.
Mezuniyetimden sonra askerlik görevi zamanına kadar kısa süreli bir işte çalıştım. ODTÜ Havacılık ve Makine Bölümlerinde yüksek lisans sınavlarına girdim. Benim için en ironik olanı ODTÜ Havacılık’ta yapılan ve Doktora öğrencileri ile birlikte girdiğimiz klasik usül ile yapılan son sınavdı sanırım. Oldukça iyi hazırlanıp kağıdımı da oldukça yeterli doldurduğumu düşünüyordum. Ama elbette bu seviyede özellikle başka okuldan gelen öğrenciler için bölümlerin beklentileri ve tasarrufları var. Bunlara da sonradan hak verdim. Daha açıkçası bu konuda ısrar etmenin benim için çok anlamlı olmadığını, Yusuf Uskaner hocamın yıllar önce benimle ilgili yaptığı tespitin haklı olduğunun farkına vardım. Yusuf Hoca beni laboratuvara kilitleyip gitmek gerektiğini çünkü araştırmayı sevdiğim söylemişti. Yıllar sonra en başarılı olduğum tarafın test ve pratik çalışmalar olduğunu kendim de gözlemleme şansına sahip oldum.
Okulun bitişi, diploma töreni o kadar çabuk oldu ki insanın inanası gelmiyor. 1989’dan 1995’e kadar altı yılımın geçtiği kampüsü taksinin arka koltuğunda beş dakikada terk ettim. Mezuniyetten sonra gittiğim ilk savunma fuarında ROKETSAN standında Genel Müdür Erk İnger ile karşılaştık. Ortalıkta ne gezdiğimi ve hemen gelip iş başvurusunda bulunmam gerektiğini söylemişti. Dünyada istenmek kadar güzel ve motive edici bir başka unsur yoktur. Askerlik görevim bittiğinde geleceğimi söyledim. Tesadüfün böylesi, Ordudonatım Okulunda yolum yine çalıştığım projelerle kesişecekti. Sakarya Silah Sisteminin parçası olan Mızrak ve Anadolu roketlerinin bakım talimnamelerinin yazılmasına iştirak ettim. 1997 yılının 21 Kasım’ında terhis oldum, Aralık’ın 1’inde benım için erişilebilecek en üst seviye olan ROKETSAN Mühendislik Geliştirme Bölümü İç Balistik Grubunda çalışmaya başladım. O gün ilkokul öğretmenim Şennur Hanım’a dokuz yaşındayken verdiğim sözü tutmuş oldum. Türkiye’nin NASA’sında çalışmaya başladım.
“Gaziantep Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra kariyerine ROKETSAN’da başlayan Çağrı Doğal GÜL halihazırda STM Savunma Teknolojileri Mühendislik ve Ticaret A.Ş.’de Kıdemli Danışman.”
Serinin devamı Bir Roket Mühendisinin Notları-II ‘ye ulaşmak için tıklayınız

Defence Turk Kurucu Ortağı, makine mühendisliği öğrencisi, savunma ve ulusal güvenlik konularıyla yakından ilgileniyor. Amatör olarak video editlemeyi ve fotoğraf çekmeyi seviyor.