Bir Roket Mühendisinin Notları-VIII – İleri Gözetleme Hikayeleri – I
“Rölenin cızırtıları arasından geri sayımı takip ederdim. Telsizden, ateşlenen roketin gümbürtüsü duyulurdu sonra yine derin sessizlik.”
Serinin önceki yazısına ulaşmak için tıklayınız.
Konya Karapınar’ı Ereğli’ye bağlayan yolun güneyinde bir kısmı yolun hemen kenarında Millî Savunma Bakanlığı’nin Atış Poligonu bulunur. Tesislerin biraz ilerisinden itibaren başlayan poligon alanı yaklaşık 8 kilometreye 35 kilometrelik bir bandı kaplar. Tesisi güneyden ve kuzeyden stabilize irtibat yolu çepeçevre sarar. Atış profili (trajectory) 35 kilometre menzil içerisine sığan her türlü mühimmatın ve harp başlığının testleri burada yapılmaktadır hem de 1950lerden beridir. Bugün burada anlatacağım hikayeler ise hemen hemen yirmi yıl öncesine aittir.
Poligona ilk gelişim 1998 yılının Temmuz ayı idi. TR-122 Mızrak roketlerinin teslimat atışları yapılacaktı. Satışı yapılacak kafilenin büyüklüğüne göre standartlarda belirtilen sayıda roket atışlı teste tabi tutuluyor, dağılım kriteri ölçülüyor, gerekli ister sağlandığında tüm kafile kabul edilmiş oluyordu. O yıllarda ROKETSAN’ın üretimini yapmakta olduğu ana ürün TR-122 Roketi ve bu roketin silah sistemi olan Sakarya’ydı.
İlk kez görenler için Karapınar oldukça sıradan bir kasabayı andırır. Küçük, kendi halinde sakin bir Anadolu kasabası. Bulunduğu yer coğrafi olarak İç Anadolu’da dağların çevirdiği çanağın güney tarafı olarak tarif edilebilir. Güney ufkunun biraz ilerisinde Akdeniz’in yumuşak ikliminin içeriye sızmasına engel olan Toros Dağları uzanır. Nizamiyesinin çevresinde sonradan dikilmiş çam ağaçları dışında poligonun geneli bozkır ve çöldür. Muhtemelen en son birkaç yüz bin yıl önce tüten Büyük ve Küçük Meke kraterlerinin etrafı tamamen volkanik ancak ölü değildir. Küçük Meke mütevazı zirvesiyle atış istikametinde hemen hemen orta noktaya yakın yerde dikilmektedir. Dört yandan tel örgü ile çevrili poligon arazisinde, bozkıra özgü hayvan ve bitkiler yaygındır hem de düşünemeyeceğiniz ölçüde. Yaban kazları, yaban ördekleri, tilkiler, yılanlar, böcekler…
Bizim zamanımızda kendi konseptimizde atışlarımız 107 mm için ilk 12 kilometre içerisinde, 122 için ise 15 ve 30 kilometre arasında gerçekleşirdi. Doğal olarak ileri gözetleme ekibi bu mesafelerde bulunan gözetleme kule ve mevkilerinden atışların vuruşlarını izler, tapaların çalışıp çalışmadığını, vuruş noktalarının koordinatlarının tespiti, video kaydı ve gerekirse vuruş noktalarına gidilerek gözlem yapılmasını temin ederdi. Kolayca anlaşılacağı gibi, sıkıcı, rutin, yorucu, bezdirici ve bir o kadar da gerekli faaliyetimizdi. Gönüllülük esastı tabi ki ve ben hep gönüllü oldum.
Atış programı sabahın beşinde kalkmanızla başlar, eğer görev teslimat atışı ise saha ekibi kalabalıktır. Bu herkesin kendi işini koordineli şekilde yapması anlamına gelir. Ekipmanlar bellidir; telsizler, lazer mesafe ölçüm cihazları, video kameralar, bataryalar, kumanyanız ve alabileceğiniz kadar su.
Yakın mesafeler sorunsuzdur, ancak 30 kilometreye intikal araçla en az bir saatinizi alır. En az üç gözlem ekibi olacağı ve üç kule ya da mevki işgal edileceğinden gözetleme ekibinin hazır olması atış hattından hareket ettikten sonra ancak iki saat içinde mümkün olabilir.
O zamanlar bazı kuleler kapalı bazıları açıktı. Yaz kış neredeyse sürekli esen rüzgar şartlara uygun donanımınız yoksa gün boyu perişan ederdi. Atış aralarındaki uzun süreli bekleme, atışlar ve ölçümün yapıldığı ve tüm personelin gergin olduğu üç beş dakikalık sürelere alışmak ayrı bir işti. İleride arazinin ortasındaki kulede beklerken uygarlıkla tüm bağınız kopar, sabrınız, açlığınız ve susuzluğunuz dibine kadar zorlanır, sabah beşte terk ettiğiniz yatağı tekrar bulmanız şanslı iseniz gece yarısını bulurdu.
Günler, haftalar, aylar hatta yıllar süren çalışma ve emeğin karşılığı umulmayacak kadar kısa zamanda (üç dakika ile beş dakika arasında) belli olur ve kimi zaman insanı düşüncelere ve kedere gark ederdi. Telsizin sesi kesildiğinde çölün sessizliği karşılardı insanı. Rüzgarın sesini dinleyip sırtımı merdivenlere dayayarak uyukladığım sık olmuştur. Genelde sabah intikal eder, cihazları kurar, telsizi açıp yanıma koyar sonra gözlerim ufukta dalar giderdim. Atışın başlayacağına dair anons beni kendime getirirdi, telsizi kulağıma yapıştırır, rölenin cızırtıları arasından geri sayımı takip ederdim. Telsizden ateşlenen roketin gümbürtüsü duyulurdu. Sonra yine derin sessizlik. Star Wars filminin sahnesi gibi önce şok dalgası gelir, arkasından önce patlamanın parlaklığı derken infilak gürültüsü. Patlamanın neden olduğu toz bulutunu artıkıla denk getirip mesafe ölçerin tetiğine basarsınız. Alttaki ruhlu pusuladan milyem değerini okur, mesafeyle birlikte kaydedersiniz. Kulenin üzerinde diz çökmüş vaziyette rüzgarla çırpınan not defteri yaprağı elinizden kurtulmak üzeredir. Sonraki iş bataryası zayıflamış telsizle rüzgar altında mesafe ve açı bilgisini ulaştırmaktır rampadakilere.
Aşağısı ayrı bir hengâmedir. Daracık komuta kontrol andakondusuna doluşmuş bir sürü gerekli gereksiz insan arasında koordinat hesaplanır, yanca ve menzilce dağılım değerlerine bakılır. Atışı yapan ekip dışarıda beklerken, atış kontrolcüler hesaplama derdindedirler. Onların hemen arkasında proje subayları, sorumluları, şirket yöneticileri, elli ayrı baş elli ayrı söz. Her şey aceledir ama hiçbir şey söylendiği zamana uymaz. Başarı ve başarısızlığın arasındaki o ince fark adamın ömründen alır alır götürür.
Karapınar’da cep telefonu olmayan zamanları hatırlarım. Problem çıktığında hep beraber karargah binasının önüne gidip ankesörlü telefondan ROKETSAN’ı aramalarımızı, kulübenin etrafında uslu çocuklar gibi beklemelerimizi. Sandıkları açıp roketleri şartlandırma kabinine taşır, harp başlığını ve tapayı monte ederdik. Soğuğu inanılmazdı Karapınar havasının, ne giyersek giyelim üşürdük. Sıcağı da ayrı dert. İlk yıllarda hasta olurdum hep ilk günlerinde. Yemekler, yemekler apayrı bir konu. Sabahın beşinde çorbalı kahvaltı, öğleyin pide, ileri gözetlemedeyseniz soğuk pide, akşam ise özel olarak ayarlanan restoranda ızgara.
Hiç isim kullanmadım bu yazıda, ama bilenler bilir. Bir avuçtuk hepimiz. Genç, tecrübesiz, heyecanlı. Bizi bu kadar inatçı ve başarılı kılan taraf buydu, hiç birimizin kişisel hırsı yoktu. Yan yana duruyorduk ve herkes işini özenle yapıyordu. Ben rampadakilere sonsuz güveniyordum, onlar atış kontrol ekibine ve biz hepimize.
Beş yıl boyunca Karapınar’ı gördüm, Tuz Gölü’nü gördüm, Karadeniz Ereğli’sini gördüm. Neler mi yaptık? Satır satır ama… O ikinci hikaye kısmına kalsın…
Serinin devamı Bir Roket Mühendisinin Notları–IX‘a ulaşmak için tıklayınız.
Çağrı Doğal Gül
Defence Turk Kurucu Ortağı, makine mühendisliği öğrencisi, savunma ve ulusal güvenlik konularıyla yakından ilgileniyor. Amatör olarak video editlemeyi ve fotoğraf çekmeyi seviyor.