Bu çalışmanın ilk bölümünde Türkiye’nin uluslararası sistem içindeki yeri tanımlanmaya çalışılacak ve böylece Türkiye’nin uluslararası arenada ne tür bir devlet olduğu açıklanacaktır. İkinci bölümde ise, uluslararası sistem içindeki yeri tespit edilen ülkemizin neden uluslararası sistem içi olması gerektiği konusuna açıklama getirilmeye çalışılacaktır.
Türkiye’nin Sistem İçindeki Yeri
Öncelikle, bir büyük devlet tanımının yapılması ve bunun üzerinden Türkiye’nin konumunun incelenmesi gerektiğini düşündüğümü belirtmeliyim. Böylesi bir yöntem, aynı zamanda dış politikadaki muhataplarımızın da uluslararası sistemdeki büyüklüklerini anlamamıza yardımcı olacaktır.
Ünlü sosyolog Zygmunt Bauman’ın bir tanımıyla başlayalım. Bauman’a göre bir devlet, yasama ve yürütme erklerini; ekonomik, askeri ve kültürel normlarıyla diğer devletlerden ayırabildiği ölçüde bağımsız ve büyük bir devlet olur. Ayrıca böyle devletlerin sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Tanım bize kısaca, devletlerin iç işleri anlamına gelen yasama ve yürütme erklerini bağımsız bir biçimde çalıştırabilmek için ekonomik, askeri ve kültürel konularda diğer devletlere karşı herhangi bir bağlılığının olmaması gerektiğini söylemektedir. Bu tanıma katılmakla birlikte eksik olduğunu düşünüyorum. Böylesi bir devlet büyüktür tabii ki ancak, eğer söz konusu devlet küresel sisteme ve bölgesel alt-sistemlere etki edemiyorsa ve oradaki politikaları kendi ulusal çıkarları doğrultusunda etkileyemiyorsa bu büyüklük eksik kalacaktır. Yani Bauman’ın tanımına bir de “küresel sistemi ve bölgesel alt sistemleri etkileyebildiği ölçüde” büyüklüğün niteliğinin değişebileceğini eklemek gerekmektedir.

Yukarıda verdiğim büyük devlet tanımını okuduktan sonra Türkiye’nin bu kapsama, hali hazırda, girmediğini çok rahatlıkla söyleyebiliriz. O halde Türkiye’yi nereye konumlandırabiliriz? Türkiye, küresel sisteme etkisi bakımından incelendiğinde, sistemin gidişatını belirleyecek ölçüde bir ağırlığa ve gerekli güç unsurlarına (askeri, ekonomik, nüfus vb.) sahip bir ülke değildir. Ancak, bölgesel politikaya yapacağı etki açısından incelediğimizde Türkiye, bölge politikalarını etkileyebilen, büyük devletlerden gelen zorlamalara dayanabilecek ve onların bazı davranışlarını etkileyebilecek bir devlettir. Bu okumayı tersine yaptığımızda, Türkiye’nin bulunduğu bölgelerde etkili olan bir büyük devletin, Türkiye’nin politikalarının yönünün belirlenmesinde etkili olabildiği ve genel itibariyle kendi politikasını dayatmaya kalkmasına imkan veren bir durumun ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu noktada, Türkiye için bir Orta Büyüklükte Devlet (OBD) demenin sakıncasının olmadığı görüşündeyim. Nitekim Türk dış politikası üzerine yazılmış birçok kaynak bu görüşü paylaşmaktadır.
Bir OBD olarak Türkiye, bölgesindeki dinamikleri göz önüne alarak geliştirdiği kendine özgü politikaları uygulamak istediğinde karşısına dikkate almak zorunda olduğu karmaşık ve iç içe geçmiş bir ilişkiler ağı sorunu çıkar. Böylesi bir sorun, ulusal çıkarları gereği atacağı her adım öncesinde, bölgedeki mevcut büyük devletlerle belli başlı birtakım görüşmeleri ve başlangıçta belirlediği politikadan birtakım tavizleri zorunlu kılabilir. Bu, OBD olmanın doğal bir getirisidir, çünkü bir büyük devletten gelen baskılara uzun süre dayanacak kapasiteye henüz sahip olunmamıştır. Böylesi durumlarda Türkiye gibi devletler, büyük devletler arasındaki güç dengesini de denkleme dahil etmeyi ve onların aralarındaki mücadelelerden yararlanmayı bir çözüm yolu olarak kullanmaya çalışırlar. Böylece bir OBD olarak Türkiye, kendine alan açabilir ve bölge politikası üzerindeki etkinliğini artırabilir.
Sistem İçi Olma Zorunluluğu
Üstteki bölümde bahsedilenlerden yola çıkıldığında aslında Türkiye’nin uluslararası sistem içi bir ülke olması gerektiği çıkarımını yapabilirsiniz. Ancak, bunu biraz gerekçelendirmek gerekiyor.
Bir OBD olarak Türkiye’nin, ulusal çıkarları gereği ihtiyaç duyduğu politikaları belirleyip izlerken dikkate alması gereken, bazıları birbirinden bağımsız olan, birçok değişken vardır. Dolayısıyla, bütün bu değişkenleri gözetmek ve birbirleri arasında ilişki kurmak gibi zor bir işi yerine getirirken uluslararası sistemin dışına itilmiş olmak, OBD olarak Türkiye’nin seçeneklerini azaltıcı ve işini daha da zorlaştırıcı bir etkiye sahip olacaktır. Doğal olarak da, uluslararası işbirlikleri ve kamuoyu oluşturma yoluyla elde edeceği yarardan mahrum kalması durumu ile karşı karşıya kalacaktır. Karşılaştığı bir baskıda, özellikle de baskı kendisinden büyük bir devletten geliyorsa, bu baskıları dengeleyecek ve kendi çıkarlarını olabildiğince koruyacak bir yol olarak uluslararası sistemin içinde olmak ve özellikle uluslararası hukuk vurgusuna özen göstermek, uluslararası kamuoyunu arkasına alabilme imkanı sunarak baskı karşısında kalınan olumsuz durumdan çıkışı sağlayabilir. Uluslararası sistem içi olmanın bir başka getirisi de, söz konusu baskıyı dengeleyecek bir denge politikası güdülmeye kalkıldığında işbirliği yapılabilecek devlet sayısının sistem dışı bir devlete göre fazla olmasıdır, ki bu da OBD için çok kritik bir önemdedir. Uluslararası kamuoyu oluşturma veya baskı hissedilen büyük devleti dengeleyecek bir devletle işbirliği yapabilme imkanı, Türkiye’nin şimdiye dek yararlandığı ve yararlanmaya devam ettiği iki olgudur.

Uluslararası kamuoyu oluşturabilmek adına, uluslararası örgütlere üyelik ve yükümlülükleri yerine getirmek, aynı zamanda uluslararası hukuk kurallarına vurgu şimdiye kadar Türk dış politikasında süreklilik kazanmış sayılabilecek durumlardır. Türkiye bu sayede Bosna ve Kosova krizleri sırasında bölgeye yönelik politikalarında uluslararası destekçi bulabilmiş ve hatta belli oranlarda bölgeye yönelik politikalarını uygulayabilme imkanına kavuşmuştur. Bu seçenek, çoğunlukla mevcut ittifak ilişkilerinizin sınırlarını zorlamanızı gerektirmez, çünkü genellikle uluslararası kamuoyu oluştururken hedeflenen ilk olarak müttefiklerinizin desteğini arkanıza alabilmektir ve eğer bu başarılırsa ittifak daha sağlam bir yapıya kavuşmuş olur. Bu olmadığı takdirde, önce ikinci seçeneğe başvurulur ve dengeleyici başka bir güçle yapılan işbirliği üzerinden yeniden bir uluslararası kamuoyu oluşturulmaya çalışılabilir. Bu durumda da eğer dengeleyici güç, imajı itibariyle, mevcut müttefiklerinizin “hoş görmediği” bir ülkeyse bu aşamada ittifak ilişkileriniz sarsılmaya başlayabilir.
İkinci seçenek olarak da, bir başka büyük devletle, baskı hissedilen gücü dengelemek adına, işbirliği yapabilme imkanından bahsedilebilir. Bu durum da, Türk dış politikasında bolca örneği bulunan ve günümüzde de Rusya’yla kurulan ilişkiler bağlamında canlı şahitliğini yaptığımız bir durumdur. Bu seçeneğe kısaca “denge politikası” diyebilmenin mümkün olduğu görüşündeyim. İlk seçeneğe kıyasla bu seçeneğe başvurmak her zaman için kolay ve sizin tercihinize bağlı olmayabilir, çünkü bu seçeneğe başvururken uluslararası sistemin durumunu ve içinde bulunulan ittifak ilişkilerini göz önünde bulundurmak zorundasınızdır. Eğer bir OBD iseniz mevcut ittifak ilişkileriniz zaten sizi pek çok konuda sınırlıyor olabilir. Bu bağlamda, “esnek” ittifaklar kurulmuş olması ve uluslararası arenada konum itibariyle geçişkenliği kolaylaştıracak bir kimliğe sahip olunması çok önemlidir. Bu noktada olaya Türkiye açısından bakarsak eğer, Soğuk Savaş sonrasında müttefikleriyle arasındaki ilişkilerinde ekonomik ve teknolojik bağımlılık alanlarını azaltarak kendisine hareket alanı açan ve ittifaklarını kendisi için esnek hale getirmeye çalışan bir Türkiye söz konusudur. İttifak ilişkileri açısından, durumun eskiye oranla giderek daha esnek bir hal aldığı da bir gerçekliktir. Ancak bu, Türkiye’nin rahatlıkla denge politikası izleyebileceği anlamına gelmez, çünkü denge kurmak adına işbirliği yapacağınız devlet, müttefikleriniz tarafından uluslararası sistem dışına itilmeye müsait bir büyük devletse, ki Rusya böylesi konumda olan bir devlettir, o devlet ile yapacağınız her işbirliği sizi de onunla birlikte sistem dışına itilmeye müsait bir devlet haline getirebilir. Kanımca, Türkiye’nin günümüz itibariyle üzerine en çok düşünmesi gereken konu budur ve hem Doğu Akdeniz hem de Ortadoğu coğrafyasında uzun erimde ulusal çıkarını korumayı ancak sistem içi olma durumunun devamlılığını sağlayarak sürdürebilir.
Ahmet Keleş
Defence Turk

YTÜ Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler 4. Sınıf öğrencisi. Savunma politikaları ve savunma sanayii meraklısı. Türkiye-ABD ilişkileri özelinde Türk Dış Politikası araştırmacısı.