Dilimiz zengin bir dildir. Kaynakları da tembellik ve umursamazlıktan ileri söylenenlerin tersine çoktur. Öyle ki, daha tam, baştan aşağı okun(a)mamış, ayırtlı ortaya konmamış arşivler bile vardır. Bu bağlamda rahmetli Bahaeddin Ögel Usta’nın Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları çalışmasındakı bir sözü önemlidir. Buna kendi arşivlerimiz dahil olduğu gibi Îran gibi arşivler de içkindir. Keza Çin, Hint ve başkaca coğrafyalar. Örneğin benim bildiğim, beş dilli (Türkçe (Uygur), Mançuca, Moğolca, Tibetçe ve Çince), devâsa ölçeklikte bir söz kitabı vardır, Çin’de yaraştırılan. Târihi tam aklımda değil ama 18. yüzyıl olmalı. Bizden tek bir el atmışı gözükmüyor. Ve bunun gibi, benzer daha nice eserlerin varlığı kesindir.
Gün gün zaman zaman arşivlere girilip arama ya da dikkat çekme sonucu bulunup, ya da varlığı bilinip ama çoklukla yetişmiş bilir kişinin azlığından hiç ilişilmemiş, çalışılmamış, ortaya, özellikle de kamuya erişilir vaziyette konmamış târihî eserlerin üzerine yeni çalışmaların yayını bu durumla ilgilidir. Buna son örnek geçtiğimiz aylarda yenice bulunan üçüncü Dede Korkut nüshasıdır. Talih ki, bu nüshada kayıp addedilen son, her biri “boy” adanan bölüm de var.
Yine dilimiz dahil hakkımızda pek çok önemli bilgi bulacağımız Çin yıllıkları örneğince Kore kayıtları da önemlidir. Türk Kağanlığı çağında Kore ile ilişkilerimizin azımsanmayacak bir seviyede olduğu söylenir. Bu neden, Kore kişisinin tuttuğu epey kayıt olmalıdır. Ama ülkede bunun üzerine çalışan tek bir insan bile gözükmediği gibi genel olarak oradakı bilginin ortaya konup konmadığı bellisiz gözükmektedir. En yakın akraba topluluk ve asırlarca aynı geleneği, inancı paylaşması nedeniyle Moğol’u ise anmağa gerek yok; çalışanı bir elin beş parmağını geçmiyor.
Öbür yandan Birinci Türk Kağanlığı (552-632) çağından kalma Bugat/Bugut bengitaşının aktarmasını bir Japon kişisinden öğreniyoruz. Yazıtın yazılı olduğu dil ve yazı dizgesini koca ülkede tek bir bilici yok gibi. Bu dönemden kalma başka yazıt(lar) da var. Son örneklerce daha bolca örnek vardır. Varlık nedeniyle sevindirici, durum nedeniyle üzücü ve bağır yakıcıdır. Kısacası varlık içinde yokluktur bizimkisi. Yine de bizim açımızdan işbu yazıdan anlayacağınız üzere iyi olan bir yan, birtakımı akademik çalışmalar olduğundan kamuyayını bulunmayanlar dışında erişilecek kaynak ve çalışmaları tüm ömrümüzü adasak da bitiremeyeceğimizdir. Bu ölçekliğe bir başka açıdan örnek vermek gerekirse Prof. Dr. Mertol Tulum’un aşağıda anacağımız eserini ortaya koyması 20 artık yıllık bir mesaidir. Varın tarayıp incelediği kaynak eserleri, derip toparlayıp ortaya koyduğu bilgiyi siz düşünün. “Yok” demek herşeyden önce kendini milletin kıymetine adamış bu insanlara saygısızlık ve ukalâlıktır. Sözün özü, kendini geliştirmek ve söylentilerin ezberlerin tutsaklığında değil, gerçeğin özgürlük ve mutluluğunda olmak isteyenler için yeteri malzeme var.
Baş söz uzun oldu ise de bu dertli konuda maalesef başkası mümkün değil. Keşke olsa.
Bu başlığı, olan gücümüzle sürdürme amaç ve çabası içindeyiz. Anlandığı gibi çalışma alanımıza dahil olduğundan askerî sözleme bilgimizi bu başlık altında ayırtlı irdeyip ortaya koymağa çalışacağız. Bunun için daha öncesi olmakla Orkun gibi ilk yazılı kaynaklarımızdan 1899 yıllı Şemsettin Sâmi’nin Kâmus’una dek geniş bir yelpazede kaynaklara başvuracağız. Arada Türkçenin sözlük bilimi ve dil bilgisi açısından baş eseri Kaşgarlı Mahmud’un kutlu Divânı, Codex Cumanicus, Kitâbü’l Ef’âl, Zebân-î Türkî, Bernardo da Parigi’nin 1655 yıllı Roma çıkışlı İtalyanca-Türkçe söz kitabı, Mukaddimetü’l Edeb, İbn-i Mühennâ Lugatı, Bahşayış Lugatı, Tarama Sözlüğü, Kem (Yenisey) Yazıtları, Tanrı Dağ Yazıtları gibi türlü ve pek çok eser ile alan var.
Başlayalım.
*
Bu ilk yazıda sözümüzün konusu başlıktan anlandığı gibi sü sözü olacak.
Sü sözü, Kaşgarlı Mahmud’un Divânı’na baktığımızda uzun ünlülü “süü” biçiminde kayıtlanmış sü sözü askerî sözleme bilgimizin en baş unsurlarından. Silahlı kuvvetin genel tabiridir, yani ordu demektir.
Bu söz ilk yazılı kaynaklarımızdan olan Orkun bengitaşlarında geçiş sıklığı en yüksek olan sözlerdendir. İki taş olan Orkun yazıtlarından ilk dikileni, eçisi/ağabeyi Bilge Kağan’ın kendi sözü ile vurdurup diktirdiği Köl Tigin ya da Köl Tiğin yazıtına baktığımızda çok örnek görmekle şu birkaçını anabiliriz:
Köl Tigin azman akığ binip oplayu teğdi. Altı eriğ sançtı. Sü teğişinte yitinç eriğ kılıçladı.
Köl Tigin azman akına (ak atına) binip oflaya{rak} (haykırış, nîda ile) hücum etti. Altı eri sançtı [mızrak ile]. Sülerin/Orduların -bir birine- çat(ıl)masında (çarpışma, değiş) yedinci eri -de- kılıçladı.
Kuzey Yüz, 5inci dizeden.
Tabgaç tapa uluğ sü eki yeğirmi süledim.
Çin’e oniki kez ulu (azametli, çok büyük) sü süledim (sevk ettim).
Doğu Yüz, 28inci dizeden.
… teğdükin Törük beğler kop bilirsiz. Ol süğ anta yok kışdımız.
… hücumunu (düşmana hep saldırdığını, hücum ettiğini, harfiyen “değdiğini”) Türk beyleri, hep bilirsiniz. O süyü orada yok kıldık.
Aynı, 34üncü dizeden.
Burada Bilge Kağan inisi (küçük erkek kardeş) için övgüde ve bir tür hakkını anışda bulunuyor.
… yorıyur tiyin kü eşidip balıkdakı tağıkmış, tağdakı inmiş. Tirilip yetmiş er bolmış. Teŋri küç birtük üçün kaŋım kağan süsi böri teğ ermiş, yağısı koñ teğ ermiş.
… yürür diye söz/haber işitip kentdeki dağa çıkmış, dağdakı -kente- inmiş. Derilip yetmiş er/çeri olmuşlar. Tanrı güç verdiği için babam kağan{‘ın} süsü börü/kurt gibi imiş, yağısı koyun gibi imiş.
Aynı, 12nci dizeden.
Oğlu Teŋri Kağan’ın diktirdiği Bilge Kağan bengitaşından:
Ekinti Antarguda süŋüşdüm, süsin sançtım.
İkindi (ikinci) olarak Antargu’da savaştım, süsünü sançtım (mızrakladım = yendim).
Doğu Yüz, 30uncu dizeden.
Sançmak, delici nesne ile, ör. mızrak gibi, yara, delik açmaktır; yerine göre geçirmektir, ör. ipi iğne deliğine. Azerbaycan Türkçesinde hâlâ kullanılır. Sançar/Sençer/Sencer adları bu sanç- eylem kökünden olmalı.
Tabgaç Oŋ Tutuk beş tümen sü kelti.
Çin{li} Oŋ Tutuk (İl Beği/Vâli Oŋ denebilir buna belki) beş tümen/elli binlik sü -ile- geldi.
Aynı, 25inci dizeden.
Tümen sözü onbin anlamına gelir. Onbinlik engim (sınıf; birlik) için kullanımı Cumhuriyet sonrası gözüküyor. Tümenlik engime “kol”, binliğe “orta” dendiğini ustam Mehmet Levent Kaya’dan bilmiş bulunuyorum. Ad babamız olan Bumın Kağan’ın bu san adı “bumın” da yüzbin demektir. Bundan sonrası da var. Bilgiye boğmamak için ilerisi adına “100.000” adlı çalışmayı alıp okumanız salığımızdır.
Örneklerde görüldüğü gibi dikkat çeken sözler var. Bunlar sülemek ile süŋüş sözleridir. Bir diğeri burada örneği bulunmayan süŋüğ’dür. İlki belirtili. Sonrakı “savaş (Kaşgarlı’ya göre Oğuz ağzıdır)” için kullanılan; süŋüşmek de savaşmak. Son söz ise günümüzde süngü dediğimiz, aslen geniz n’li olan dilimizde “mızrak” karşılığı olan sözdür. Bunun kimi kaynaklarda süŋgü biçimi de görülüyor. Bu geniz n [ŋ] doğal (halk) ağızlarımızda hâlâ yaşar. Bu sözlerin, sü sözü ile ilişik olduğunu söylemek uzak ihtimal gözükmüyor.
İlteriş Kutlu(ğ) Kağan’ı kağan kılan, devletin yeniden kuruluşunda en etkili konumda baş adam Bilge Tonyukuk’un Orkun yazıtlarına itiraz mahiyetinde “Ben de varım. Hatta olmasa idim zor olurdu.” hakkı olan iki ayrı taştan oluşan bir birini bütünleyen yazıtına baktığımızda, şu gibi örnek yerler görürüz:
Sü Başı İnel Kağan Tarduş Şad barzun tidi.
Sübaşı (kumandan) olarak İnel Kağan ile Tarduş Şad varsın (gitsin) dedi.
Birinci Taş, Kuzey Yüz, 7nci dizeden.
Buradakı Tarduş(un) Şad(ı) Bilge Kağan’dır. O dönem şad. İleri bilgi için Bilge Yazıtlar çalışmasını edinebilirsiniz. Bilge Tonyukuk ise burada kendisinin kağan kıldığı, sübaşısı ve de sözcüsü (keneşin yani meclisin; ayguçı der kendisi) olduğu, her türlü yönderdiği İlteriş Kağan’dan sonra tahta geçen Kapgan Kağan dönemini anlatıyor. Baştan sona bütün bu süreci “kızıl kanımı akıttım, kara terimi döktüm” sözleri ile dorukta vurgular.
Sübaşı sözü çok önemlidir. Aşağıda ilerice değinilecek.
Kağanıma ötünüp sü eletdim.
Kağanıma arzuhâl edip sü ilettim (sevk ettim).
Aynı, Doğu Yüz, 1inci dizeden.
Bu süğ elet tidi.
Bu süyü/orduyu ilet dedi.
Aynı, Kuzey Yüz, 8inci dizeden.
Parigi’nin eserinde örneğin “Tuna suyu (ırmağı)” yerine “Tuna suy” kayıtlıdır. Aynı formülde çokça söz vardır. Kimi ağızlarda g (süg yazılır ve kimi ağızlarda da böyle okunur), ama kimi ağızlarda bizim Oğuzca gibi -belki sonrakı çağların bir etkisi olarak- ğ olan bu sesin sonraları, farazice süğ’ün süy olacağı gibi, bizim ağızda y olduğunu bu neden söylemek mümkün gözüküyor. Bu bağlamda günümüz Türkiye Oğuzcası ve de bundan öncemiz ile Orkun ve Tonyukuk taşlarının diline dikkat ediniz. Bu, o insanların nereden geldiği üzerine ciddi önermeler oluşturmakta. Kendisi doğruca târihi gidişi temel almakla Ahmet Taşağıl Usta’nın, “Göktürklerden geriye kalan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir.” sözü her türlü doğru bir sözdür.
Tılığ kelürti. Sabı antağ: Yarış Yazıda on tümen sü terilti, tir.
Çaşıt getirdiler. Savı/haberi şöylece: “Yarış Yazı’da on tümen sü derildi,” der.
İkinci Taş, Batı Yüz, 1nci dizeden.
Yazı, düzlük olan yazı. Yarış ise yazıya verilen ad. Bu ova Türkistan’ın doğusunun (Doğu Türkistan) kuzey kesiminde, Altay’ın güney açığındadır. Cungarya da denen havzadır. Günümüzde ovaya Çarış denir. Ç sesi Y’den dönüşmüştür. Ötüken boylarından sefer için ne gibi bir mesafe kat edildiğini buradan anlamak mümkün. Bu yer adı Tanrı Dağ Yazıtlarında da geçer.
Ol sabığ eşidip sü yorıtdım.
O sözü işitip sü/ordu yürüttüm.
Birinci Taş, Kuzey Yüz, 11inci dizeden.
Ol üç kağan öğleşip Altun Yış üze kabışalım timiş. Ança öğleşmiş: Öŋre Türk Kağangaru sülelim timiş. Aŋaru sülemeser kaçan neŋ erser ol bizni, kağanı alp ermiş, ayguçısı bilge ermiş, kaçan neŋ erser ölürteçik ük.
O üç kağan fikirleşip/danışıp Altın Tayga (Altaylar) üzere kavuşalım demiş. Anca/Şöylece fikirleşmişler: Öndeki/Doğudakı Türk Kağanına doğru sefere çıkalım, demiş. On(lar)a doğru sefer etmese[k] ne olursa olsun onlar bizi, kağanı alp imiş, sözcüsü -de- bilge imiş, her ne olursa olsun bizi kesinlikle öldürecek.
Aynı, Doğu Yüz, 3. dize ile 4. dizeden.
Burada öğleşip ile öğleşmiş sözlerindeki öğ- köküne dikkat ediniz. Öğrenmek dediğimiz sözde aynı kök var. Öğüt sözü için de aynısı geçerli diyebiliriz. Uygurlar ise öğrenmek için öğenmek derler.
O dönem dilde çokluk eki -k olmasa da olur. Biz yine de açık olsun diye belirttik. Şart eki o dönem r ile -sAr’dır. Ara cümle(cik)lere (“kağanı alp imiş” gibi) yine dikkat veriniz. Bu konuşma üslubunu günümüz konuşma dilinde de kullanıyoruz. Pek çok doğal ağzımızda ise altın için hâlâ altun denir. Kaşgarlı’nın da burayı Altun Xaan diye andığı görülüyor.
Orkun bengitaşları üç bilinse de, esasen ikidir ve Bilge Tonyukuk taşları bunlardan 300 artık km uzaktadır. Yine de aynı süreçleri anlattıklarından bu üçü bir arada değerlendirilir.
Yukarıda ifade ettiğimiz bir ve aynı kayıtsızlık ve umursamazlıktan ileri bilmediğimiz bu dönem hemen sonrası dikilen kağanlık yazıtlarından (El Etmiş Bilge Kağan Yazıtı [Şine Us], Tez, Terkin [Terhiin, Tariat] gibi) El Etmiş Bilge Kağan yazıtını ele alalım:
Sü yorıdı. Özümin öŋre bıŋa başı ıtdı.
Ordu yürüdü (sefere çıktı, süledi). Ben özümü önre/doğuya biŋe (binlik engim) başı/binbaşı -olarak- gönderdi.
Kuzey Yüz, 6ncı dizeden.
Binbaşı rütbesinin başkaca bir biçimde olsa da geçtiği ilk yer olsa gerek. Bu taşın yılı 744+, muhtemelen kızgın mücadele yılları geçtik sonrası dikilmesi nedeniyle 750-760 arasıdır.
Sekizinç ay bir yaŋıka sü yorıyın tidim. Tuğ taşıkar erkli yelme eri kelti.
Sekizinci ay(ın) bir(inci) yenisi (günü) “Ordu çıkarayım.” dedim. (Tam ordu) tuğu/sancağı çıkar iken yelme (atlı keşif engimi) eri geldi.
Doğu Yüz, 5inci ile 6ncı dizeden.
Sü başı ben <……..>
Sübaşı olarak/Ordunun başı olarak ben <……..>
Güney Yüzde yer alan epey tahrip olmuş ikinci eklemeden.
Bu yazıtların hepsi 8. yüzyılın ilk yarısı ve son dönemden olanların birkaçı birkaç yıl ötesinde. O çağ ile günümüz çağ dil yakınlığına dikkat ediniz.
Aynı yüzyıl, kimisine göre de daha önce (5. 6. yüzyıl gibi), ve daha sonrakı çağlara sarkan ve dilimizin zenginliğini göstermesi bakımından çok önemli bir yeri sahip bulunup 200den artık mezar yazıtı Kem Yazıtlarında, Yenisey ırmak adının Türkçesi Kem’dir, şu gibi örneklere denk geliriz:
Elegest 1 bengitaşından, 8inci dize:
Elim uğrınta sü bolup er ölürmedüküm yok. Çibiligde bir teğimde sekiz er ölürdüm.
Elim (yerim, yurdum, vatanım) uğrunda sü olup er öldürmediğim yok. Çibilig’de bir değimde (=hücumda) sekiz er öldürdüm.
Burada söz çeri, er diye anlanabilir. Ya da daha yakın olarak “sü üyesi, sünün bir parçası”. Cümlenin kendisine dikkat ediniz. Bengitaş, yazıt iyelerinin bu yazılı/dikili taşlar için kullandıkları addır. Sonsuz, ebedî taş demektir. Gerçekten, öyle olmuşlar.
Oçurı bengitaşı, 8inci dize (köşeli parantez eksik olan ama olması gereken/düşünülen sözü gösterir):
[Yağıka] teğmiş sü teŋi yeti biŋ oğlan erti.
Yağıya saldırmış/hücum etmiş sü(nün) dengi yedi bin oğul(lar)/adam(lar) idi.
Oğlan sözü esasen oğul sözünün çokluk biçimidir. er-, (to) be’dir. Günümüzde dönüşmüş biçimi, cevher fiil dediğimiz i-‘dir. Pek çok Türk ağzının “değil; olmaz” anlamına “e(r)mes” demesi bundan.
Hemçik-Bom 2 bengitaşından, 2nci dize (Hemçik = Kemçik = Küçük Kem):
[Yet]i yeğirmi yaş<ım>da süledim elimke ebim.
Onyedi yaşımda sefer ettim. Elim{e} evim [için?].
Son söz yurdum yuvam gibi ikileme gözüküyor. İlk unsurunda ancak ilginç biçimde yön eki (-kA) var. Yine çok değerli bir cümle. Yaşa dikkat ediniz.
Buraya dek bengi dediğimiz, asırlara ve kamu varlığa haykıran yazılı taşlardan örnek verdik. Sıra yazma ve basma eserlerde.
Türk sözlük biliminin, sözlükçülüğünün en baş eseri olup hak ettiği değeri bazan bilim camiasında bile görmeyen 1070li -kesin târihinde ihtilaf vardır- Divânu Lugati’t Türk’e baktığımızda ise pek çok kullanım yeri, örneği buluruz. Önce öz madde başı ile başlayalım sonra birkaç başka geçildiği yeri analım:
“süü. Askerler, ordu. Atasözü: Otağka öpkelep süüke sözlemedük. Anlamı: Otağda südeşlerine kızdı, sonra da çeriyle konuşmadı. Bu, bir insanın yaptığı bir işe kızan ve bu neden yoldaşlarından uzaklaşıp onlarla konuşmayan için söylenir. Şiir:
Süü keldi yer yapa
Kazar kar tuyağ tepe
Kaçtı aŋar Alp Apa
Uwut bolup ol yaşar
Sü geldi yeri kaplaya
Kazır toynaklar karı tepe
Bundan -ötürü- kaçtı Alp Apa
(Bozgun nedeniyle) o utançlı olup -öylece- yaşar.”
Atasözün diğer biçimi “pireye kızıp yorganı yakmak”.
Sübaşı için. Bu madde ise görüleceği üzere çok ayrı öneme sahip:
“selçük. Bugünkü sultanların atasının adı. Selçük Süü Başı diye adlandırılırdı.”
Buradan anlandığı gibi bir ucu Altay’a bir ucu Anadolu’ya uzanan Batı Türk İmparatorluğunu kuran kudretin “baba”sına kalıplaşmış, özel ya da san seslenişi bir ifade ile Selçük Sü Başı deniyordu ve bu ü(ü)nü ardından da yetmiş idi. Ataya rahmet olsun.
Bir diğer önemli ayrıntı ise Kaşgarlı’nın Türk dünyasını bir görmesidir. Bunu “sultanlarımız” sözünden anlıyoruz. O dönem Selçük çağı Batı Türk İmparatorluğu çok güçlü olduğu gibi asıl adı “Türk Hakanlığı” olan Karahan’ı Moğolların Gizli Tarihçesi’nden anladığımız üzere Uygurların yönetmesi ve kendisi de hanedandan olması nedeniyle Uygur asıllı olan Kaşgarlı Mahmud, çağdaşı diğer Türk boy ve sıyasî yapılardan da çokça haber vermesi yanı sıra burada böylesi bir ifadeye başvurması büyük önem taşır. Burada doruğa ulaşmış, boyculuktan uzak, bilgi ve gerçek ile kucaklamağa dayalı derin ve günümüzde şiar olması gereken bir anlayış vardır.
Başka maddede bir deyim anışı içinde:
çekürge. Çekirge (Acridium). Oğuzca. Türklerde çekirgenin uçmadan önce, yerde sürü hâlinde oluşu. Buna benzetilerek ailedeki çocukların çokluğu, askerlerin yoğunluğu için çekürge teğ süü denir; anlamı “yoğunluğu çekirge gibi olan çeri”dir.
Burada Kaşgarlı Mahmud kimi yerlerde yaptığı üzere “Türkler” ile başta Karahan ile diğer, dilde ve kimi uygulamalarda başka yol, yordam izleyen Türkleri kast eder. Bu ayrımı değil, yazarın tasarrufudur. Aynı biçimde başka yerlerde Oğuz, Kıpçak gibi unsurlar için de Türk dediği gibi çalışmasının girişinde zaten tüm Türk boyları başlığında uzun bir baş söz yapar ve nice boy varsa [tanıdıysa] anar. Öbür yandan da Divân için ilk Oğuznâme benzetmesi yapmak çok yanlış olmayacaktır zira pek çok Oğuzca unsuru anması dışında ilk Oğuz boy dizinini kendi eserinde buluyoruz. Her hâlükârda Kaşgarlı, Oğuzlara eserinde ayrıcalıklı bir yer tanımıştır. Bu etki o çağ Selçük nedeniyle olmalı.
Karahan ve içindeki boylar için yerli yerince özelce Türk demesi sıyasî yapı nedeniyle denebilir. Buna muhtemel, ayrıntılıca bir başka yazımızda değineceğizdir. Bu durum (ve daha nicesi) ayrıca kimi yazarların “Türk Kağanlığı (“göktürk”) sonrası Türk adı kullanılmadı.” sözünün ne denli boş, yukarıda söylediğimiz Divân’ın değerinin bilinmeyişi durumunun da ne denli acı gerçek olduğunun göstergesi. Koca Kaşgarlı Mahmud hayalet değil ya? Kendisi açıkça, “Talih Güneşinin Türklerin Burcunda doğduğunu ve Cenab-ı Hakk’ın Türk Hakanlığını göğün felekleri arasına yerleştirdiğini, onlara “Türk” dediğini ve hâkimiyet verdiğini, onları çağın hakanları yapıp dünyaya hükmetmenin dizginlerini ellerine verdiğini, onları tüm beşeriyete memur ettiğini, doğruluğa yönelttiğini, onlara katılanları ve onlar adına çabalayanları güçlendirdiğini, böylece istedikleri her şeyi elde ettiklerini ve çapulcuların rezilliğinden kurtulduklarını idrak ettim – (ve anladım ki) akıl sahibi her insan onlara katılmalıdır; aksi halde onların ok yağmuruna maruz kalır.”, diyor.
Karahan yakıştırması ise hakanların sanından hareketle Rusların yaptığı, bunun gibi bizim aynı Alman Willy Bang’dan devlet ve millet adı olarak hiç bir temeli olmadığı halde sorgulamadan, doğrusuna bakmadan aldığımız “göktürk” ifadesi gibi bir benzetme ifadedir. Türkistan adını beşerî hafızâdan silmek için “Orta Asya” kavramını türeten, Kazak Eli’nin bir vilayetinin geçen yıllarda geri verilen Türkistan adını da silen Rus zihniyetinden başkası da beklenmez. Batı da iyileri dışında çaşıtlığı, çarpıtması ile Türklüğü/Türkolojiyi mahvetmiş, kurşunlamıştır.
Eyleme örnek için geçtiği yerler:
“(sın-) süü sındı. Ordu yenildi. sınur, sınmak. sınar da denir.”
Sırp-sındığı adı ile karşılaştırın.
“(sançıl-) süü sançıldı. Ordu yenildi. Aslı “adama bıçak saplandı” anlamında erke biçek sançıldı’dır. sançılur, sançılmak.”
Sözün aktarması: Ere bıçak sançıldı. Biçek diğer biçimidir ve biçmek’ten gelir.
“(böğlün-) suw böğlündi. Su toplandı. Bundan süü böğlündi denir; “asker toplandı” anlamındadır. böğlünür, böğlünmek.”
Buna irkildi de denir: suw irkildi. Su birikti. Yine aynı anlayışça süü telim irkildi (“büyük sayıdakı bir sü toplandı”) de denir. Çeşitliliğe dikkat ediniz.
“(çuğlan-) süü kamuğ çuğlandı. Asker nesi varsa her şeyiyle geldi. Herhangi bir şey akıp gelirse yine aynıdır. çuğlanur, çuğlanmak.”
kamuğ = kamu. Kamu sözü bütün, herkes, tüm, her ne varsa demektir. Kamuoyu sözü buradan. Oy da fikir, rey demektir.
“(yadıl-) süü yadıldı. Asker yayıldı.”
“(yitil- ~ yetil-) ol süüke yitildi. O orduya iltihak etti, katıldı, yetişti.”
Yetmek’ten.
“(yiwil-) süü yiwildi. Ordu erişti.”
“(yumurlan-) süü yumurlandı. Çeri toplandı. Oğuz lehçesinde.”
“(başla-) ol süü baş-la-dı. O askere komuta etti. başlamak.”
Bunun için iç-ir-mek, geç-ir-mek formülünce baş-ar-mak (ya da baş-gar-mak) da denir. Bir şey “başarıldığında” başarmak eylem sözünün kullanılması, bir iş(l)e baş edildiğinden, onunla başa çıkıldığından ötürüdür.
Bunlar gibi daha başkaca örnekler var. Görüldüğü gibi sözün kullanım sıklığı çok yüksek.
Tarama Sözlüğü’nün zaptları Türkiye coğrafyası eserler olmakla 14. yüzyıldan başlayarak değişik eserlerin verilerinin bir araya getirilmesinden, derlenmesinden oluşur. Burada hem sü, hem de sonrakı dönüşmüş biçimi ‘su’ya da denkleşmek mümkün. Buraya bakacak olursak şöylesi bir görüntü vardır. Daha ayrıntıya boğmamak için ilgili eserlerin adını anmaksızın:
Bu ilimdir âletin yedincisi,
Anın ile basılır şeytan süsi.
Bu ilimdir aletin yedincisi,
Onun ile basılır şeytan ordusu. (14. yüzyıl.)
Bir oldu karışıp ol iki su,
Kanlar akıp oldu rezmde cû.
Bir oldu karışıp o iki ordu,
Kanlar akıp oldu savaşta arayış(?). (15. yüzyıl.)
Bu örnekte dönüşmüş biçim “su”yu görüyoruz. Bu neden günümüzde bilinen subaşı sözü de, ilgili sübaşı sözünden gelir. Ayrıca sözün Osman tüzüğü (hükümet) Türk İmparatorluğu çağında anlam kaymaları yaşadığı da vâkidir. Bir örnek daha aşağıda olacak.
Çünki açıldı maani bususu,
Geldi erişti bölük bölük süsü.
Çünkü açıldı mânî/engel -olan-(?) pususu,
Geldi erişti bölük bölük sü(ü)sü. (Aynı.)
Ebâ-an-cet(?), sü erlerine hizmet edegelmişti. (16. yüzyıl.)
“subaşı” için zaptları:
Yüz bin subaşı var idi, her bir subaşının bin eri var idi. (14. yüzyıl.)
Subaşıları, iş iyeleri yürüdüler. (Aynı.)
Çalap bilir ki bizden yoğ idi suç,
Subaşı mel’un etti bize çok güç. (Aynı.)
Kenâreng (Farsça): Subaşı ve uç beği. (18. yüzyıl; bir söz kitabından.)
Ve subaşılığın kardeşi Gündüz’e verdi. (16. yüzyıl.)
Ve Bağdad’ın subaşıluğını Ali Bahadır adlı bir beğe verdi. (15. yüzyıl.)
Son zamanlarda sosyal ağda “su uyur düşman uyumaz” sözündeki “su”nun bu “sü”den geldiği üzere pek çok gönderi gördük. Bakınca, bunun doğru olabileceğini söylemek mümkündür.
Son olarak Mertol Usta’nın 17. Yüzyıl Türkiye Türkçesi adlı çalışmasındakı maddeye madde verilerinin kısaltılmışçası ile göz atalım:
su başı. is. köy kethudası, birov, haan‐dih, …. …. ….. ser-daar, serhenk.
serhenk maddesinde ise başlü (başlı), çeri başı, ser-‘asker gibi girdiler vardır. Ser Farsçadır ve baş demektir. Latince karşılık için “strategus” görülür. Bu çeribaşına çeribeği de denir. Buradan da sübaşı için sübeği de mümkün ki, yaptığımız taramada önceleri herhangi kaynakda gördüğümüzü düşünmekle bu kez bulamadık. “subay” sözünün de esasen su ile beğ sözünün doğal dönüşümü olan bey sözünden yapıldığını söylemek mümkün. Burada e ünlüsünün u ünlüsü nedeniyle a yapıldığı anlaşılıyor. Yine de bunun yerinde olduğunu söylemek mümkün değildir zira her dilin bir töresi vardır.
Yine bu noktada yapılan “bay” kısmının zengin anlamına gelen bay sözünden geldiği açıklaması doğru değildir çünkü Türkçe söz yapımında bu ve benzer bir anlayış gözükmüyor. Anlam olarak da mantıklıca değil. Bunun dışında dilimizin “zengin” için barlığ (varlı; kimi soy adlarımızda görülür), varlıklı gibi sözler dışında “bay” dediği doğrudur. Bu söz bunun dışında kutlu, mübarek, mukaddes anlamına da gelir ve Altaycada baylı biçimi de var. Son olarak, bizim geleneğimizde kişiyi aynı Japoncadakı bir örnekçe gibi (-san eklentisi örneğin) yalın adla çağırmak hoş görülmediğinden bu söz de adların sonuna hitab sözü olarak eklenir: Gökçen Bay, Gülşen Bay, Alper Bay, Levent Bay, gibi. Her iki cinsiyet için de aynı söz geçerlidir. Bu sözü mamur anlamına bayındır sözünde de görürüz. Bir Oğuz boy adı olan Bayundur sözü de bir ve aynısıdır.
Yukarıda anılan İbn-i Mühennâ sözlüğüne baktığımızda sü sözünden silah arkadaşı için sü(ü)deş sözünü görürüz. Mâlum olduğu üzere -dAş eki ortaklık, yoldaşlık, işteşlik bildirir: ülküdaş, koldaş, işteş, kökteş, arkadaş, kadaş (akraba) gibi. Buna büyücerek askerî birlik anlamına gelen koşun sözünden, ki Azerbaycan Türkçesinde bu söz hâlâ kullanılır ve hem Ahmet Vefik Paşa Lehçe-î Osmânî’sinde hem de Şemsettin Sâmi Kâmus-ı Türkî’sinde bu sözü anmışlardır, koşundaş (TS) da denir. Benzer biçimde er’den erdeş (/erdaş) de.
Sona doğru yaklaşırken merak edileceğinden ordu sözünün o dönem yüksek konumlu kişilere âit mâlikhâne, Bilge Kağan’ın şu sözünden muhtemel doğru bir çıkarımla da karargâh anlamına geldiğini söyleyebiliriz, ya da diğer bir deyişle çerici bir gelenekten geldiğimizden ilgili büyük konutun {otağ} o işlevi görevi de gördüğünü:
Oğuz yağı orduğ basdı. Köl Tigin öğsüz akın binip tokuz eren sançdı, orduğ birmedi.
Yağı Oğuz orduyu bastı. Köl Tigin öksüz akına binip dokuz er{ler}i sançtı, orduyu vermedi.
Köl Tigin Yazıtı, Kuzey Yüz, 8./9. dizelerden.
Eren sözü esasen er sözünün çokluk biçimidir. Sonrakı çağlarda teklik yerine kullanılmıştır. Bu olgunun bir diğer örneği oğlan (oğul + an) sözüdür. Burada tokuz eren denmesi ilginç bir örnektir. Nitekim dilimizde bu gibi durumlarda çokluk bildirme zorunluluğu yoktur.
Talat Usta da burası için çalışmasında “kağanın karargâhı” der. Tarama Sözlüğü’nün zaptlarına baktığımızda da “askerin toplandığı, toplu olarak bulunduğu yer, karargâh, makar” gibi anlamlar görmek söz konusu. Örneğin Dede Korkut’dan:
Ap alaca ordusuna şiven girdi.
Dün buçuğunda (gece yarısında; tün = gece) Kazan Beğin ordusuna geldi.
Başka zapt:
Çeriler taşra çıktılar, azamet ordu urundular.
Çeriler dışarı çıktılar, ulu karargâh vurundular (kurdular). (14. yüzyıl.)
Orduluk: Çerinin konakladığı, ordu vurduğu orun (location).
Bu sözlerin geldiği kök olan or- ise yerleşmek, yer tutmak, vb. ile ilgilidir. Karşılaştırmak için oran, orkun gibi sözlere bakabilirsiniz. Bu neden oran sözü ölçü, had, derece, miktar, hesap, tahmin gibi anlamlara gelir.
Bu sözün sü anlamınca kullanılmasına yol açacak dönüşüm geçirişini bir 18. yüzyıl eseri olan Mütercim Âsım Efendi’nin aslı Farsça söz kitabı olup kendisinin Farsça-Türkçe yeniden yaraştırdığı Burhân-ı Katı’sında görüyoruz. Dolayısıyla sözün bu sulardan itibaren özellikle de “su” sözün kullanımı gerileyip, subaşı sözü de başka anlamlara kayınca/kaymış iken ilgili anlamda kullanılmağa başladığını söylemek mümkün gözüküyor. Şemsettin Sâmi’nin sözlüğünde de ordu maddesinde kolordu gibi sözler kayıtlıdır.
Sonuç
Sonuç olarak bir söz günde dilde -pek- yaşamıyor ya da genelce bilinmiyor olsa da bir ulusun neferlerinin ne gibi değer ve zenginliklere, dünden bugüne ne birikimler edinip iye olduğunu bilmesi, kendini tanıması ve geleceğini yeğ tayin edebilmek adına gerekli ve zarûridir. Özellikle günümüzün dil çatlağına, Latince ve Yunanca kökenli İngilizce söz istilâsına baktığımızda bu daha da önem kazanıyor. Mâlum olduğu üzere ders çıkarılırsa târih tekerrür etmez. Bu, söz konumuz olan söz için belki geçerli olmasa da yazı dizisinde bu gibi sözler gelecektir. Her şeyden önce yazı dizimizin amaç ve gayesi bilinçlik, farkındalık yaratmaktır. Başkalarının kendi öz dillerine yeteri kaynağı ve bilgisi yokken talihli olan Türk evladı bu değerin ve varlığın kıymetini bilmelidir. O bağlamca son asrın Büyük Sü Başısı Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözü tüm zihin ve gönüllere şiar olmak zorundadır:
“Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Türk dili, Türk milleti için kutlu bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felaketler içinde ahlakının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”
Neden böyle dendi? Çünkü dil, milletin aynasıdır. Kültürü ve anlayış ile dünyaya bakış açısıdır. Daha doğrusu bu olgular, dile yansımış, kodlanmıştır; o yüzden böyledir. Bu yüzden dili tahrip etmek de, millî bünyeyi tahrip demektir. Dil, canlı bir varlıktır ve sevgi ile, saygı ile beslenmeli ve öz kaideleri üzerinden geliştirilip yüceltilmelidir. Nitekim başta Gâzi Paşa olmak üzere pek çok düşünürce öz dilin millî şuur ile çok yakından ve sıkı ilişkisi olduğu söylenmiştir ki, bu, doğru bir tespittir.
Kaynaklar
Yazımızda anılan kaynak eserlerin birkaçının kullanımı dışında üç büyük bengitaşın olağan aktarması yanında yazıtların içeriğini dönemin töre, gelenek ve inancı içinde ilk kez açıklayan, bir yörüğ, yani tefsir olan Mehmet Levent Kaya Usta’nın Bilge Yazıtlar adlı çalışması, konusunda muhtemelen dünyada en kapsamlı ve en iyi çalışma olan Osman Mert Usta’nın Ötüken Uygur Dönemi Yazıtlarından Tes-Tariat-Şine Us adındakı çalışması ve rahmetli Talat Tekin Usta’nın değeri yitmeyen Orhon Yazıtları çalışması kullanılmıştır. Kem Yazıtları için ise dil alanımızda son çıkan ve belki de alanda Kormuşin’in çalışması yanı sıra en der top çalışma olan Kronik Kitap’tan Erhan Aydın Usta’nın Sibirya’da Türk İzleri adlı çalışmasına başvurulmuştur. Divân için karşılaştırmalı olarak Kabalcı ile TDK’dan çıkan yayınlar kullanılmıştır. Çabaları ve bize ulaştırdıkları için her bir hocamıza derin saygılarımızı iletiyoruz.
Caner Çetin
Defence Turk

Savunma sanayii takipçisi. Zırhlılara büyük ilgi duyar.