“Kabil’de uçağın sabaha karşı havaalanına inişini çok net hatırlıyorum. Pistin sağında ve solunda savaş artığı hurdaları sıralamışlardı.”
Serinin önceki yazısına ulaşmak için tıklayınız
Evet, hayatımın en keyifli yıllarını yaşarken savunma sektörünün ve tasarımın göbeğinde, memleketimde yaşanan değişimler beni de etkiledi 2001 yılında. Öyle ki, kariyer yolculuğumda farklı şeyler yapmak zorunda olduğumu, daha doğrusu on yılımı geçirdiğim yuvadan bir şekilde ayrılmak gerektiğini kavradım. Mühendisler için zor dönemdir. Zamanla artık misyonunuzu bulunduğunuz yerde tamamladığınızı hissedersiniz. Yeni arayışlara girmeniz gerekir ya da en azından mesleğinizin bütününü oluşturan bulmacanın (puzzle gibi) diğer parçalarına göz atma zamanınız gelmiştir. Bahanesi ne olursa olsun hemen her mühendisin meslekte ilk on yılı civarında yaşayacağı ilk depresyonu budur.
2002 yılının Haziran ayının sonunda o çok sevdiğim yuvadan ROKETSAN’dan ayrıldım. Arçelik firmasının o zaman İstanbul Sultanbeyli’de bulunan Çok Amaçlı Motor İşletmesi’nde Ürün Geliştirme Mühendisi olarak çalışmaya başladım. İsmi çok afilli ve başlangıcı oldukça parlaktı. Ama açıkçası savunma sektörünün akademi havasındaki yerinden gelen birisi için hayatı öğrenmek adına sokağa atılmak gibiydi. Memleketimizdeki özel sektör özellikle savunma firmaları haricinde ki bunların da ancak belli bir kısmı o havaya sahiptir, insan ilişkileri açısından oldukça soğuktur. Mümkün olduğu kadar kibar tabirleri kullanmaya çalışıyorum bu noktada. Ancak ağırlığı kurumsal gibi görünse de patron firması tarzında olduğundan, arkanızı sürekli sağlama almak ve işi yapmaktan çok bulunduğunuz pozisyonda varlığınızı olabildiğince uzun sürdürmenizi (survivor) gerektiren türde yerlerdir. Neyi ne kadar bildiğinizin önemi yoktur. Özellikle benim gibi fiyakalı transferler vitrindir. Elbette firmalar mevcut ortamın bu hale gelmesinden bütünüyle sorumlu değildir. Ancak ilk altı ay içerisinde, iş üretmekten çok kıçınızı kollayacak şekilde hayatınızı sürdürüp sürdüremeyeceğinize acilen karar vermeniz gerekir. Yoksa ömrünüz bu kurtlar sofrasında çok kısa olur.
Benim bu kurtlar sofrasında kalamayacağımı idrak etmem de yaklaşık altı ayımı aldı. Yol yakınken savunma sektörüne dönüş bileti aramaya başladım. Başlangıçta bana olumlu yanıt veren Aydın Yazılım (şimdi AYESAŞ), mekanik tasarım bölümündeki şef beni fazla parlak (over qualified) bulunca başvurumu reddetti. Overqualified terimi ile ilk defa karşılaşıyordum. İyi bir şey olmadığını anlamam otuz saniye sürmüştü. Basitçe şu, özgeçmişiniz başvurduğunuz pozisyonlara piyasa tabiri ile beş numara büyük gelir. Daha basitçe anlatayım; meslek odası kayıt numaram 42345, yani emekli ve vefat edenleri saymazsanız ortalıkta en az otuz bin kayıtlı ve bugünlerde en az bir bu kadar da kayıtlı olmayan mühendis (en az) var. Piyasada ortalama işlerin istihdam miktarı bellidir. Yukarı çıktıkça pozisyonlar azalır ve mesleki bilgi ve tecrübeden çok başka unsurlar devreye girer. Bunlar arasında, sektörde kimleri tanıdığınız, kimin sizi tanıdığı, politik çevrede kimleri tanıdığınız, akrabalarınız arasında sözü geçen hatırı sayılır kimler bulunduğu gibi şeyler vardır. O güne kadar bunlarla uğraşmadı iseniz, memleketimizde çok bulunan maraba pazarında bekleyen adamlardan farkınız olmayacaktır.
Bir takım tanıdıklar vasıtası ile kendimi Ulaştırma Bakanlığı’nda Türk Uzay Kurumu Yasa Tasarısı çalışması yapan grubun içerisinde buldum. Adı oldukça afilli, ücret yok, her şey cebinizden. Kısa süre sonra bu işin uydurma olduğu, benim dışımda bu işle ilgili çalışanların kadro beklediği ve çalışmanın sonunda bu şanslı(!) güruhun kadrolarına kavuştuğunu görmek de nasip oldu bana. Uzatmayayım, benim yol tamamen alakasız şekilde Afganistan Kabil’e kadar uzandı. Bir mühendis olarak asla asla dememeyi öğrenmelisiniz. Bekar arkadaşlar için kolaydır ama aile ve çocuk sahibi olanlar için oldukça kritiktir bu konu. Sonuç olarak, saha mekanik şefi pozisyonunda MENSEL firmasının Darualaman Şantiyesi’ne Ocak ayının başında vasıl olduk. Şartlar nasıl mıydı? Afganistan’ı bilenler bilir. Afganistan’da geçen filmleri izledi iseniz, 2004 yılında yaşananlar aynen oydu. Otuz yıldır savaş görmeye devam eden bir coğrafya. Taş üstünde taş kalmamış. Yoksul, bitik, yetim bir ülke. Amerikan İstihkam Kolordusu’nun (USACE) o dönem bitip tükenmek bilmeyen projelerinden birisine dahil olmuşsunuz. Bunu da bu tarz projelere sinek gibi üşüşen Türk inşaat firmaları sayesinde elde etmişsiniz. Uygarlığın vahşi yumruğu, yeniden inşa etmek adına ne kaldıysa yerle bir etmiş. Deniz seviyesinden bir küsur metre yukarıdaki platoda, ciğerleriniz daha çok oksijen almak için havayı sömürürken kendinize bu soruları soruyorsunuz. Evet mühendislik para için yapılır. Mühendislik nosyonunun bulunduğu her yere makine mühendisi gidebilir. Midesi kaldırabildiği, vücudu dayanabildiği ölçüde. Ah tabi bir de akıl sağlığınız.
Kabil’de uçağın sabaha karşı havaalanına inişini çok net hatırlıyorum. Pistin sağında ve solunda savaş artığı hurdaları sıralamışlardı. Harika bir hoşgeldin deme yöntemi. O an buradan ayaklarımın üzerinde çıkabilecek miyim sorusu aklınıza geliyor. O an sağlanacak en az barınma konforuna bile razı olacak duruma geliyorsunuz. Derme çatma barakalarda (herkes aynı yerde kalıyordu), aklınıza gelebilecek her türlü konfordan uzak yaşıyordunuz. İnternet yok, haberleşme sorunlu. Kampın dışına çıkabilme olasılığınız mümkünse yok. Kendi kendime basit bir sınır koymuştum (Belirlemeniz gerek). Afganistan’da Türk firmaları ve çalışanlarına karşı herhangi bir olay olursa istifamı verip kaçacaktım. Bu kadar basit.
Mart ayının ortalarıydı. Şantiyede sıradan bir gündü. Çabucak yayıldı haber. Kolin firmasının ülke müdürü ve bir mühendisine pusu kurulmuş. Ülke müdürü kaçırılmış, inşaat mühendisi ise öldürülmüştü. Çok uzakta değildi bize. İstifamı verdim. Bir hafta sonra ise eve dönmüştüm. Bu kadar kısa mıydı o bir hafta? Değil tabi ki. Onu da başka yazıya bırakayım.
Eve dönüşler kırıktır hep. Eve döndüğünüze mutlu, yarın ne yapacağınızı bilemediğiniz için sıkıntılı. Vasıfsız eleman olsanız bu kadar dert edinmezsiniz. Ama memleketimizde vasıflı eleman olmak ve hayatı belirli bir standartta yaşıyor olmak derdini getiriyor. Ya evliyseniz, çocuk varsa evde.
Memleketteki görünmeyen kriz devam ediyordu. Kimsenin overqualified bir rocket scientist’e ihtiyacı yoktu. Aranızdan ROKETSAN’a neden geri dönmeye çalışmadığımı soranlar olduğunu sanıyorum. Yalan yok, iki kere tekrar başvurdum. Bir kere neredeyse kabul ediliyordum yeniden, olmadı. Kader, kısmet ne derseniz. Sonuçta yıllar önce limandan ayrılan o küçük yelkenli, bordasında sıyrıklar ve yırtılmış yelkeniyle ileriye doğru gitmek zorundaydı. Nedeni ne olursa olsun, Kolomb gibi ileriye doğru gitmekten başka çareniz yoktur çoğu zaman. Şunu unutmayın, iş iki ayağınızın üzerinde birey olarak durup duramadığınızdır. Bir noktadan öteye gerisi çok önem arz etmez.
2005 yılının ilk dokuz ayını bu sefer Irak’ın kuzeyinde Biltek firmasının kalite kontrol müdürü olarak geçirdim. Nereden nereye. Bazılarınızın savunma sektöründeki tasarımcı kariyerinden sonra inşaat sektörünün kalite kısmında ne işim olduğunu merak ettiğine inanıyorum. Birincisi bazen koşullar sizi yapmayı pek arzulamadığınız konulara yöneltebiliyor. İkincisi hem siz mecbursunuz hem de firma ve işveren savaş bölgesinde çalıştıracak eleman istiyor. Tabi ucuza gidiyosunuz elbette. Basitçe izah edeyim bilmeyenlere; savaş bölgelerinde USACE ya da NAMSA, taşeron firmada çalışan kalite kontrol müdürü pozisyonuna on beş ile on sekiz bin dolar arasında para öder. Şanslı iseniz taşeron firma da size beş bin dolar civarında öder. Tabi her ay zamanında öderse, bizim inşaat sektöründe nadirdir zamanında ödeme. Aradaki fark ne oluyor diyorsunuz, o fark sizi istihdam eden güzide firmanın sizin üzerinizden özgeçmişiniz ve pozisyonunuza binaen cebe indirdiği (argoda cebellezi ettiği de denir) ve kâr ettiği kalemdir. İnşaat sektörü için bu kadar yeter şimdilik.
2006 yılına girerken, iki mühendis arkadaş ile artık kendi başımıza iş yapmak adına firma kurduk. Bu benim alabildiğim en ağır hayat dersi olacaktı. Ana kalem inşaatlarda özel projeler iken ben kendi başıma savunma sektöründe özel projeler yapacaktım. Biraz beklemem gerekti ama Kasım ayı gibi kısa da olsa ASELSAN bünyesinde HSR-7920 yerli hava savunma radarı mekanik tasarım projesinde çalışmaya başladım. ASELSAN ilginç bir yerdir. Çok büyük, çok kalabalık, karmaşık, mevcut mühendis kadroları not ortalaması 4 üzerinden 3,5’tan aşağı olmayan ve bence tam da bu nedenle çoğu antisosyal kişiliği bünyesinde barındıran, güzide bir savunma sanayi firmasıdır. Soğuktur, ukaladır (benden bile), bütün doğrulara sahiptir, yalnız ve ancak elektronik mühendislerinin önceliği vardır. Tek eleştririm var; her şey iyi güzel de, Anadolu tabiri ile dört kadının yediğini yiyorsan, dört kadının çıkardığı işi de çıkarmalısın. ASELSAN’da bu yoktur. O devasa yapısı (diğer ülkelerdeki benzer firmalar ile karşılaştırıldığında) hantal ve yavaştır. Neyse, çalıştım ve işimi teslim ettim. Bunun haricinde alışverişim olmadı.
Sıra yavaş yavaş piyade tüfeği ile olan macerama geliyor. Umarım bir sonraki yazımda buna başlayabilirim. O kısım hayatımın başka bir dönemi.
Serinin devamı Bir Roket Mühendisinin Notları-VII‘ye ulaşmak için tıklayın.
Çağrı Doğal Gül
“Gaziantep Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra kariyerine ROKETSAN’da başlayan Çağrı Doğal GÜL halihazırda STM Savunma Teknolojileri Mühendislik ve Ticaret A.Ş.’de Kıdemli Danışman.”

Defence Turk Kurucu Ortağı, makine mühendisliği öğrencisi, savunma ve ulusal güvenlik konularıyla yakından ilgileniyor. Amatör olarak video editlemeyi ve fotoğraf çekmeyi seviyor.