Akdeniz, Türk dış politikasının hemen hemen her döneminde kendine önemli bir yer bulmuştur. Dönemlere göre inişli çıkışlı olan jeopolitik önemine karşın, hiçbir zaman Türk dış politikasından ayrı düşünülmemiştir. Bu çalışmada adanın taksiminden sonraki dönem ele alınacak olması sebebiyle Doğu Akdeniz’in binlerce yıllık geçmişine sadece gerekli görülen yerlerde atıfta bulunulacaktır.
Öncelikle Doğu Akdeniz’in Türkiye için önemine bakacak olursak; kıyıdaş olan devletler, Kıbrıs Adası, adanın stratejik konumu, ada üzerinde kurulu KKTC bünyesindeki Türklerin haklarının korunması ve özellikle son yıllarda açığa çıkan bölgedeki enerji kaynaklarının varlığı sebebiyle bölge Türkiye’nin dış politikasında ön sıralarda kendine yer bulmaktadır.
Bölgenin Jeopolitik Önemi
Doğu Akdeniz, birçok ülkenin deniz ile bağlantısının sağlandığı, dünyaya açıldığı bölge olmakla birlikte, bölge ülkelerinin istikrarsızlığı, az gelişmişliği, yaşanan bölgesel çatışmalar ve iç savaşlar neticesinde gerçek anlamda potansiyelini yansıtamamaktadır. Bu istikrarsızlık yine en çok bölge ülkelerinin etkinliğini kısıtlamakta, maksimum faydanın elde edilmesinin önüne geçmektedir. Bölgede bulunan Kıbrıs adası anahtar rolde olup, ileri bir karakola benzetilebilir. Ada, geçiş güzergahlarının merkezinde bulunup, konumu sebebiyle bölge hakimiyetinde kritik bir yere sahiptir. Adada Türk askeri varlığının yanı sıra Birleşik Krallık’a ait hava üslerinin bulunuşu bunu kanıtlar niteliktedir.
Bölgesel güçlere ev sahipliği yapan bu alan, Süveyş Kanalı vasıtasıyla Asya-Afrika bağlantısı sağlayıp, önemli bir ticaret rotası olması sebebiyle geçmişten bugüne değin bölgesel/küresel çapta kanalı hakimiyet mücadelelerin başrolünde olmuştur. Arap milliyetçisi, Mısır’ın devrik lideri Nasır’ın Süveyş Kanalı’nı millileştirilmesi ve akabinde yaşanan İsrail – Birleşik Krallık – Fransa müdahalesi, Kıbrıs Adası üzerindeki egemenlik çabaları, yine Birleşik Krallık’ın adada garantör ülke sıfatıyla söz sahibi olması ve askeri varlığını sürdürmesi, Suriye iç savaşı sebebiyle bölgede bulunan çeşitli ülke donanmalarına ait filolar, bölgedeki Rus askeri varlığı ve son olarak Rusya’ya Tarsus Limanı üzerinden verilen uzun yılları kapsayacak ticari imtiyazlar… Yukarıda bahsi geçenler ve dahası sebebiyledir ki bölge önemini yitirmemiş aksine giderek bölge ülkelerinin kesişim noktası olmaktadır.

Kilit Faktör: Kıbrıs
Bölge hakimiyetinde anahtar role sahip Kıbrıs Adası ile ilişkilerimiz çok eskilere gidiyor. Fakat konumuz gereği tarihi detaylarla konudan kopmamak adına Kıbrıs ile ilgili bölümü Türkiye’nin adaya müdahalesinden, 1974 senesinden almakta fayda olduğu görüşündeyim. Ada üzerindeki Türklere yıllar boyu uygulanan çifte standartlar, haksızlıklar ve daha da ileriye giderek toplu katliamlara varan müdahalelerden sonra gerçekleştirilen harekatlar ile adanın bugünkü fiziki/siyasi görünüme kavuşması gerek adadaki Türk varlığı açısından gerekse Türkiye açısından tarihi bir dönüm noktasıdır.
Yapılan anlaşmalarla adada garantör ülke konumunu zaten elinde bulunduran Türkiye, bölgede etkinlik açısından önemli bir kazanım elde etti. KKTC ile aynı eşgüdümde yürütülen dış politika ‘’yavru vatan’’ tanımı doğrular nitelikte olup, Türkiye’nin KKTC’nin kara ve deniz üzerindeki egemenlik haklarını diğer ülkelere peşkeş çekmeyeceğinin delili niteliğinde olması bakımından önemlidir.
Daha öncede değinildiği gibi adanın konumu bölge denetimi hususunda önem arz etmektedir. Yunanistan, Türkiye, Suriye, İsrail, Filistin, Ürdün, Mısır, Libya’dan oluşan bölge ülkelerinin etki alanında bulunan ada, GKRY’nin AB üyeliğiyle Avrupa’yı da bölge siyasetine dahil etmekle kalmayıp, Süveyş Kanalı vasıtasıyla global konuma gelmektedir. Böylesine jeostratejik bir bölge doğal olarak dikkatlerine üstüne çekmektedir. Özellikle son yıllarda artan, bölgedeki doğal kaynakların keşfine yönelik girişimlerin de işin içine girmesiyle Doğu Akdeniz sonu belli olmayan çekişmelerin kaynak noktası olmaya başlamıştır.
Ekonomik Tablo ve Potansiyeller
Konuyu daha da netleştirmek amacıyla ekonomik veriler ile değerlendirme yapmak isabetli olacaktır. G-20 ülkesi olup 1 Trilyon Dolara yakın GSMH’si ile Türkiye, AB üyesi Yunanistan, nüfusuna oranla ciddi sayılabilecek bir ekonomisi olan İsrail, Süveyş Kanalı ile ticaret güzergahına yön veren Mısır, önemli Petrol kaynaklarına sahip Libya, ve son olarak GKRY üyeliği sebebiyle bölgede kendinden söz ettiren AB… Bunlar güncel mevcut veriler olup halihazırda bu şekilde de önem teşkil eden bölge, son zamanlarda yapılan doğal kaynakların tespitine yönelik keşif/sondaj faaliyetleri ile önemi daha da arttırmıştır.
Öncelikle Mısır tarafından yapılan keşifler, bölgede faaliyetlerin devamına ilişkin önemli rol oynamıştır. Ardından İsrail’in 2001-2010 yılları arasında Tamar ve Leviathan keşifleri, derin deniz gaz keşifleri konusunda bölgenin potansiyeli ortaya koymuş, meselenin çevre ülkelerde gündemin üst sıralarında yer almasına sebep olmuştur. Kıbrıs adası genelinde ise durum GKRY’nin 2007, 2012, 2016 yıllarında açtığı üç hidrokarbon arama ihalesi ile, KKTC’nin TPAO’ya 2011 yılında verdiği parsellerle değişmeye başlamıştır. Bölgedeki ilk önemli keşif ise GKRY’nin 2011 yılında 12 numaralı parselinde yapılmıştır (Afrodit).
Mısır’ın İtalyan Eni şirketine verdiği yetki ile yapılan keşif çalışmalarında 2015 yılı bölgede dönüm noktası olmuştur. Mısır sularında keşfedilen 850 bcm gaz içeren sahanın keşfi, bölgedeki en büyük keşif olup, konuyu çok farklı boyutlara taşımıştır. Zohr adındaki gaz sahası Akdeniz’deki o güne kadar yapılan en büyük keşif olması sebebiyle ayrı bir öneme sahiptir. Ayrıca bu keşif, bölge ülkelerinin bu yöndeki faaliyetlerinde haklı olduklarını doğrular nitelikte olup, ilerisi için motivasyon kaynağı olmuştur. Diğer bir konu ise bu kadar önemli keşiflere karşın bölgede halihazırda yeterince arama faaliyetlerinin yapılmamış oluşudur. Örnek vermek gerekirse, Türkiye henüz büyük ölçekte keşif/sondaj faaliyetlerine girişmemiş ancak önümüzdeki dönemde bu çalışmaların artması beklenmektedir. Bu açıdan bakıldığında şuan bile üst düzeyde seyreden bölgedeki gerilimin ilerleyen dönemlerde artmasını söylemek pek de hayalperest bir yaklaşım olmayacaktır.

“Doğu Akdeniz’de Keşfedilmeyi Bekleyen Doğal Gaz Potansiyeli Doğu Akdeniz’in gaz potansiyeli mevzubahis olduğunda temel kaynak olarak ABD Jeoloji Kurumu (USGS) çalışmaları esas alınmaktadır. USGS, 2010 yılında Doğu Akdeniz’deki iki havzada (Türkçede basen olarak da kullanılıyor) jeolojik esaslı değerlendirme sonucunda teknik olarak çıkarılması mümkün fakat henüz keşfedilmemiş petrol ve gaz varlığı hakkında iki önemli çalışma yayınlamıştır. USGS’nin Mart 2010’da, çoğunlukla İsrail, Gazze Şeridi, Güney Kıbrıs ve Lübnan açıklarını kapsayan Levant Havzasının petrol ve gaz potansiyelini değerlendirdiği çalışması söz konusu havzada teknik olarak çıkarılması mümkün fakat henüz keşfedilmemiş 1,7 milyar varil petrol ve 3,5 trilyon metreküp (tcm) doğal gaz bulunduğunu öngörmekteydi. USGS’nin Mayıs 2010’da yayınladığı bir başka değerlendirmede ise Nil Deltası Havzasında teknik olarak çıkarılması mümkün fakat henüz keşfedilmemiş 1,8 milyar varil petrol ve 6,3 tcm doğal gaz bulunduğu tahmin edilmektedir. Yani Levant Havzasına nazaran Nil Deltasında yaklaşık aynı miktarda petrol fakat iki kat doğalgaz bulunduğu tahmin edilmiştir. Özetle, USGS’nin Nil Deltası Havzası ve Levant Havzasını kapsayan çalışmaları Doğu Akdeniz’de toplamda teknik olarak çıkarılması mümkün fakat henüz keşfedilmemiş 10 trilyon metreküpten fazla doğal gaz olduğunu öngörmektedir.”
Türkiye’nin Bölgedeki Varlığı
Suriye İç Savaşı ile zaten yoğunluğun hat safhada olduğu Doğu Akdeniz’de Türkiye de yürüttüğü yoğun diplomasiye paralel olarak askeri varlığını her geçen gün arttırmakta. Uluslararası hukuka göre maksimum 200 deniz mili olmak üzere münhasır ekonomik bölge hakkına sahip Türkiye, adadaki varlığını da kullanarak, KKTC ile eş güdümlü dış politikayla bölgede etkin durumda. Yine aynı eş güdümde Suriye’nin kuzeyinde oluşturulmak istenen ve ucu Doğu Akdeniz’e açılmak istenen PKK/YPG girişimlerini bölgede yaptığı operasyonlarla engelleyen Türkiye, bu coğrafyada kendinden bağımsız olarak kurulu düzenin değiştirilemeyeceğini göstermiş oldu.
Yaklaşık 40,000 asker ile adada hazır bulunan Türk kuvvetlerine ek olarak bölgede TB-2 İHA/SİHA, Fırtına obüsleri, Leopard 2 tankları, Yavuz ve Fatih derin sondaj gemileri, Barbaros sismik araştırma gemisi, Türk Hava Kuvvetlerine ait savaş uçakları, deniz karakol uçakları, AWACS’lar, donanmaya ait denizaltılar, fırkateynler ve çeşitli görev gruplarıyla gerek araştırma faaliyetleri esnasında refakat amacıyla gerekse adadaki varlığı korumak amacıyla görev icra etmektedir.

Ortaklıklar/Taraflar
30 Mayıs 1913 Londra Antlaşması MD. 4, 5 ve Temmuz 1923 Lozan Antlaşması Madde 12’ye göre Yunanistan’a Girit Adası’nın sadece dörtte biri verilmiş Girit Adası’nın etrafındaki 14 ada ile adacık ve kayalıklar Türk egemenliğinde kalmıştır. Lozan Antlaşmasından sonraki süreçte Bulgaristan, Sırbistan, ve Karadağ, Girit Adası üzerindeki haklarından fiili olarak feragat etmiş ve böylece Girit Adası’nın dörtte üçü Türk toprağı olmuştur. Anılan antlaşmalar ve BM Deniz Hukuku Sözleşmesi Madde 76 ve Madde 121’e göre Doğu Akdeniz’de Türk kıta sahanlığının batı sınırı 33° 45’ 00 K enlemi ve 023° 20’ 00’’ D boylamından, doğu sınırı ise 33° 40’ 00’’ K enlemi ve 032° 16’ 18’’ D boylamından geçmektedir. Doğu Akdeniz’deki Türk Kıta Sahanlığı yaklaşık olarak 238.814 km² ‘dir.
Meseleyi daha net anlamak için kurulan askeri/ekonomik ittifaklara göz atmak faydalı olacaktır. Böylesine karmaşık bir denklemde bir çok unsurun bulunması onu ikili ilişkilerin ötesine taşıyarak çok uluslu ortaklıkların ve bölgedeki organizasyonların ortak çıkarı yapmaktadır. Bu bağlamda Doğu Akdeniz meselesi Türk-Yunan, Güney/Kuzey Kıbrıs çekişmesi olmaktan çıkıp uluslararası bir konuma yerleşmiştir.
Bu ortaklıkları somut olarak ortaya koymak gerekirse East-Med Doğal Gaz Boru Hattı Projesi göze çarpıyor. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan ve İsrail’in Türkiye’yi by-pass ederek bölgedeki doğalgazı Avrupa’ya taşıması amacıyla kurulan ortaklık, Yunanistan ve GKRY’nin AB üyesi olması ve ABD’nin önemli desteği düşünülünce olayın ciddiyetini net biçimde açıklıyor. 2 bin kilometre olarak inşa edilmesi planlanan hattın maliyetinin 15 milyar doları bulması tahmin ediliyor. Bölgenin önemli aktörü olan Türkiye’nin bu planın ve ulaşım güzergahının dışında tutulması çabası Türkiye’nin faal olma çabalarının doğruluğunu doğrular niteliktedir. Ayrıca Doğu Akdeniz Gaz Forumu bir diğer organizasyon olarak öne çıkıyor. Söz konusu toplantıya Mısır, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Yunanistan, İtalya, İsrail, Ürdün ve Filistin’in enerji bakanlarının yanı sıra birçok yetkili katıldı. Toplantıya Türkiye ve KKTC’den katılımın olmaması dikkat çekiyor.
Türk tarafından bakıldığında; Doğu Akdeniz’deki bu potansiyel, mevcut enerji aktarım üssü konumundan öteye geçerek enerji kaynaklarını bizzat elinde bulunması ihtimali bakımından önem taşıyor. Ayrıca gelişen sanayisi ve iç tüketimine yetişemeyip, buradaki enerji açığını çeşitli dış ülkelerden temin eden Türkiye, bir bakıma ekonomik bağımsızlık mücadelesi için elinden geleni yapıyor. Hemen yanı başımızda meydana gelen bu hadiselere karşı gözlerini kapatıp kulaklarını tıkamak gibi dış politikada pasif bir duruş sergilemek elbetteki ‘Mavi Vatan’ yaklaşımına ters düşecektir. Şahsi görüş olarak belirteceğim nokta şudur; dış politikada egemenlik haklarının kullanımı konusunda, üstelik böylesine kritik önem taşıyan ve muhtemeldir ki gelecekte ülkenin ekonomik bağımsızlığı noktasında önemli dayanak noktalarından biri olacak bu meselede Türkiye, yapması gerekeni yapmaktadır. 2004’ten bugüne Kıbrıs konusunda AB ile tıkanan süreç çerçevesinde bekleyerek ve temenni ederek sonuca ulaşılamadığı ortadadır. Adil paylaşım konusu defalarca gündeme gelmesine rağmen Yunan tarafının sıcak yaklaşmaması, bu konuda Yunanistan’ın Türkiye ile uzlaşma yoluyla değil, kurulan ittifaklar ile razı etmeye yönelik yaklaşımını sergilemektedir. Türkiye; askeri, ekonomik, jeostratejik konum, Rusya-ABD arasındaki denge politikası ve Suriye’deki hareket kabiliyetlerini elinde koz olarak bulundurarak bu ittifaklara ve bölge yaratılmaya çalışılan oldu bittilere imkan vermeyeceğini kararlı duruşuyla sergilemektedir. Şu bilinen gerçektir ki bağımsızlık başkalarının insiyatifine bırakılacak bir mesele değildir. Mavi Vatan, Türkiye’nin denizlerdeki ana vatanıdır ve kara sınırından önemsiz değildir. O halde yapılması gereken tüm ittifaklara karşı egemenliğimizin savunulmasıdır.
Kaynaklar:
- turksam.org
- insidearabia.com
- pubs.usgs.gov
- setav.org
- Bilkent Enerji Notları No. 12
Ahmet Bayar
Defence Turk
Yazarın önceki yazısı: Hakimiyet Savaşı: Libya
İlginizi çekebilir:

Dış Haberler Editörü