Kuruluşundan 1969’a, Devrim
Libya-Türkiye ilişkilerine özellikle son dönemde yaşanan olaylar çerçevesinde bakmayı hedefleyen bu yazı, konunun daha net anlaşılması amacıyla tarihsel süreçten başlayarak (Libya’nın BM tarafından tanınmasından itibaren), ortak paydayı, Arap Baharı’nı, devrim sonrası iç ve dış politik-ekonomik durumu, devrim sonrası Libya-Türkiye ve Libya ile diğer devletlerin ilişkileri ve mevcut siyasi/askeri/ekonomik durumu ele almak amacıyla kaleme alınmıştır.
27 Kasım 1951’de BM, Libya’nın bağımsızlığını ilan etmiştir. Karşılıklı ziyaretlerle ve bir takım anlaşmalarla başlayan ilk resmi temaslarla Libya-Türkiye ilişkileri başlar. 1959 yılında ülkede bulunan petrol rezervleri ile ülkenin kaderi değişmeye başlar. Kurulduğunda dünyanın en fakir ülkelerinden biri olan Libya, bu keşifle ekonomik getiri sağlamaya başlamıştır. Libya siyasi tarihinde en önemli figürlerden birisi olan Mu‘ammer el-Kaddâfî 1969’da İhtilal Kumanda Konseyi bünyesinde lider iken Kral I. İdris’e karşı devrim yapmış ve yönetimi eline almıştır. Devrim, Kral Türkiye’deyken gerçekleşmiştir.
Yönetimi eline aldıktan sonraki süreçte Kaddâfî Arap milliyetçisi olan Nasır’ın misyonunu devralmaya çalıştı. Ancak bu süreç başarılı olmamakla birlikte Libya’yı dünyadan izole etme yoluna sürükledi.
Türkiye-Libya ilişkilerine genişçe baktığımızda en üst düzeye 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nın ertesinde ulaşıldığını söylemek yanlış olmaz. Türkiye’nin adaya müdahalesini İslami bir hareket olarak değerlendiren Kaddâfî, Türkiye’ye bir çok alanda destek çıkmıştır. Harekat sonrasında Türkiye’ye uygulanan ambargoyu delen Kaddâfî, o dönem Türkiye’nin ihtiyacı olan yedek parçalarının ve jet yakıtının temin edilmesinde büyük rol üstlenmiştir. Bu yardım 2. Kıbrıs Harekatından sonra uluslararası ortamda yalnız kalan ve ordusu için gerekli ihtiyaçları ambargo sebebiyle temin edemeyen Türkiye için adeta can suyu olmuştur.
Arap Baharı, İkinci Dönüm Noktası
2011 yılında diğer Arap ülkelerinden sonra Libya’da da halk hareketleri meydana gelmiş, Kaddâfî karşıtı gösteriler başlamıştır. Çoğu Arap devleti yöneticisinin yaptığı gibi Kaddâfî de otoriteyi teslim etmeye gönüllü olmamış ve ülkede iç çatışma başlamıştı. Sivil kayıplar üzerine uçuşa yasak bölge ilan edilen Libya hava sahasında NATO operasyonları başlamıştır. Bu dönemde Türk dış politikası da Kaddâfî‘nin halkın söylemlerine uyması gerektiği, ve olayların daha kötüye gitmeden taleplere uyması gerektiği yönünde olmuştur.
Nitekim olaylar demokratik yollarla çözüme kavuşmamış aksine halkın nefreti şiddetlenmiştir. Artık gerileyen otoritesi sebebiyle Kaddâfî kaçış yolu arasa da bu pek mümkün olmamış, darbeyle yönetime gelen ve uzun yıllar Libya yönetiminde kalan Mu‘ammer el-Kaddâfî halkın ve uluslararası baskısına dayanamamış ve kendi halkı tarafından linç edilerek öldürülmüştür.
Bu noktadan itibaren uzun yıllar yakın ilişkiler barındıran Libya artık Türkiye için belirsizlikler ülkesi olmaya başlamıştır. Türkiye dış politikada bir müttefik mi kaybetmişti yoksa daha güçlü bağlarla sağlam temeller üzerine kurulacak bir ittifak mı kurulacaktı? Bu soru 2011 yılından beri cevap bekliyor ve görünen o ki bir süre daha cevapsız kalacak gibi duruyor.
Taraflar ve Bölünmeler
Kurulan ve uluslararası anlamda tanınan Ulusal Geçiş Konseyi ile ilk demokratik seçimlerini gerçekleştiren Libya’da 2012 yılında Milli Genel Kongre yönetimi devraldı. Tüm bunlar gerçekleşirken herkesin dikkatinden kaçan bir isim, Halife Hafter ayaklanmayla birlikte ülkeye dönmüş, muhalifleri organize etmişti. Olaylar dindikten sonra yargılanmaya başlanan Hafter, halka tekrar ayaklanma çağrısı yapmaktaydı. Peki bugün adından sıkça söz ettiren, bir dönemler Kaddâfî’nin çok yakınında görev yapan Halife Hafter kimdi?
1980’lerde Çad ile çatışmaya giren Libya güçlerinin başındaki isimdi Hafter. Fransa destekli Çad güçlerine yenilmesinin ardından esir alındı. Serbest bırakıldığında ise Kaddâfî tarafından hain ilan edildi. Bu süreçten sonra Virginia’da ikamet eden Hafter uzun yıllar sonra ülkesine geri dönmüştü. Mayıs 2014’te ‘’Onur Operasyonu’’nu başlatan Hafter ülkenin tamamını kontrol altına alma niyetini zaten belirtmiş durumda. Yakın zamana kadar yaşanan gelişmeler Libya iç sorunlarıyla sınırlı kalmış olsa da artık tablo değişiyor. General Halife Hafter’in Ortadoğu’da Türkiye karşıtı koalisyondan çeşitli destekler aldığı artık biliniyor. Son dönemde yaşanan gelişmeler, kurulan ittifaklar, uluslararası deniz hukuku kapsamında ortaya çıkabilecek çeşitli ortaklıklar, Doğu Akdeniz’deki gelişmeler Libya-Türkiye ilişkilerine yeni bir boyut kazandırıyor.
Uluslararası Tepkiler Ve Türkiye’nin Tutumu
Krizin ortaya çıkışından bugüne dek uluslararası toplumun bölünmüşlüğü, BMGK beşlisinin ayrışması, yine BM’nin taraflar arasında net bir biçimde diğer tarafı yok sayamaması gibi nedenlerle meşru olarak tanınan Ulusal Mutabakat Hükumeti (UMH) Başkanlık Konseyi (BK) başkanı Serac ile Hafter arasındaki otorite krizi nihayete erdilememiştir. Hem BMGK’daki oylamalar hem de BM Genel Sekreterinin Halife Hafter’i ziyareti, ülkedeki bölünmüşlüğe çözüm getirmekten çok çözümsüzlüğe itmiştir. Hafter’in uzun yıllar ABD’de ikamet etmesi, Rusya’nın Hafter karşıtı önerilere sıcak bakmaması, Macron’un Hafter’i Paris’te ağırlaması sürecin ne denli tıkandığını ve aslında uluslararası sistemin kendisinin meşruiyetini tanıdığı Serac’a ve UMH’ye karşı ne denli değişken politikalar izlediğinin en net göstergesi olmuştur.
Türkiye bölgenin istikrarı, refahı, Libya’nın yeniden kalkınması süreci, altyapı oluşumu, kolluk kuvvetlerinin eğitimi, bölge yatırımlarının devamı konusunda UMH ile ilgili konularda mutabık kalıp gerekli desteği vermiştir ve askeri ihtiyaçlar da dahil olmak üzere bölgede aktif rol almaya devam etmektedir. Sürecin başından bugüne dek adil ve Libya halkının çıkarlarını destekleyen, ülkede yeni bölünmelere mahal verebilecek eylemlerden kaçınarak bölgenin toprak bütünlüğünden ve istikrarından yana tavır koymuştur. Bu konuda en büyük iş birliği BM tarafından tanınan ve yetkilendirilen UMH ile yapılmaktadır.
Ancak son günlerde yaşanan gelişmeler Türkiye’nin bu tavrından bazı blokların rahatsız olduğu açığa çıkmaktadır. Özellikle BAE ve Suudi Arabistan kaynaklı Hafter desteği ülkenin demokrasi ve istikrar yolundaki adımlarına yönelik süreci baltalamaktadır.
Türkiye’nin Libya’daki Askeri Nüfuzu
Türkiye’nin Libya’daki askeri varlığına yönelik açık ve kesin bilgiler paylaşmak şu aşamada tutarsız olacaktır. Kesin envanter bilgileri olmamakla birlikte sosyal medyaya yansıyan haberlerde BMC grubuna ait ‘’Kirpi II’’ ve ‘’Vuran’’ zırhlı araçlarının görüntülenmesi, Türkiye’nin bölgedeki varlığını doğrular niteliktedir. UMH’ye yapılan bu yardımlar bölgenin es geçilemeyecek ve başka güçlerin insiyatifinde şekillendirilmesinin kabul edilmeyeceğini gelinen aşamada göstermiş olması bakımından önemlidir. Ayrıca farklı kaynaklardan yapılan paylaşımlarda Baykar TB2’nin de bölgede faal olduğu yönündeki iddiaları ortaya çıkarmıştır. Öte yandan, Türkiye’nin bu girişimlerine karşı Hafter güçleri de dış kaynaklardan yardım almaktadır. Libya’da görüntülenen BAE ordusu envanterindeki kamyonlar ve Ürdün tarafından temin edilen zırhlı araçlar konuyu daha net anlamak bakımdan yararlı olacaktır.
Geçtiğimiz günlerde Hafter’e bağlı güçlerin Türk yapımı bir insansız hava aracını Trablusgarp’ta düşürdüğünü ilan ettiğine şahit olduk. Basına yansıyan fotoğraflar üstünden yapılan ilk incelemede düşürülen unsurun belirtildiği gibi Türkiye’ye ait bir hava aracı olmadığı üzerine çoğu uzman çevreler fikir birliği sağladı. Bu girişimin nedeni hemen ardından gelen açıklamalarla aslında netlik kazandı. Türkiye’nin UMH’ye yaptığı yardımlardan rahatsız olan Hafter ve çevresi bir dizi yaptırımları gündeme alarak yapılan yardımların önünü kesme girişimde bulundu. Türk uçaklarına, gemilerine ve Libya’daki Türk askeri varlığına tehditler içeren bu yaptırım girişimi yapılan açıklamanın hangi amaç çerçevesinde ortaya konduğunu açıkça gözler önüne serdi. Akabinde gerçekleşen tutuklama kararlarının Türk tarafının kararlığının hangi seviyede olduğunu ölçmek kapsamında gerçekleştiği kuvvet kazanmıştır.
Ancak Türkiye tarafından gerekli makamlar yanınca gelen sert açıklamalar akabinde bu tutumdan dönüldüğü gözlemlendi. Bakan Akar’ın verdiği demeçler kararın netliğini ve şüphe götürmeyecek eylemlere geçileceğinin işaretlerini içerirken Hafter, böylelikle geri adım atmak suretiyle Türk otoritesinin baskınlığını kabul etmek zorunda kaldı.
Akdeniz Enerji Havzaları, Yunan Girişimleri ve Olasılıklar Üzerine
Libya’daki iç karışıklık Doğu Akdeniz’deki rezervlerin açıktan konuşulduğu ve fiili olarak harekete geçildiği döneme denk gelmiştir. Şüphesiz bu noktada ülkedeki yeni oluşum ve bu oluşumun enerji sektöründe yapacağı işbirlikleri önem kazanmıştır. Libya’daki otorite boşluğu Yunanistan’ın bu bölgede hak iddia etmesi ve sonuca yönelik eylemlere başvurmasına kapı aralamakla birlikte beraberinde birçok yeni olasılıklar dizisini de beraberinde getirmiştir.
Yunanistan’ın özellikle izlediği ada ve adacıklar hususundaki münhasır ekonomik bölge genişletme çabaları ve kıta sahanlığı probleminin bir başka örneği Ege Denizi’nden sonra Akdeniz’de de karşımıza çıkmaktadır. Ege’de yaşanan kıta sahanlığı ihlallerinde her ada ve adacığın da kendi kıta sahanlığına sahip olduğuna dayandırılan Yunan iddiaları yıllardır Türk-Yunan ilişkilerini Ege’de kilit duruma getirmiş bulunmaktadır. Türk tarafının buradaki ana savunmasını oluşturan materyal ise Ege adalarının (özellikle Türk topraklarına Yunan anakarasından görece yakın olanlar) Anadolu kara parçasının devamı nitelikte olduğu ve bu ada/adacıkların tek başına herhangi bir imtiyaza sebep olacak konumda olmadığıdır.
Söz konusu Akdeniz’e gelince ise; Girit özelinde Yunanistan’ın yine aynı girişimlere başvurduğu görülmektedir. Ancak burada olaylar iyiden iyiye girift bir hale gelmekte, konu ikili ilişkilerden çıkıp çok uluslu bir çatışmaya dönmektedir. Yunan makamları, Libya’daki iç karışıkları fırsata çevirmek amacıyla Girit adası etrafında girişimlerde bulunmaya başlamış, açıkça Türkiye’ye karşı çeşitli ittifaklar oluşturarak Doğu Akdeniz’de uygulamaya çalıştığı sindirme politikasını bu sefer de Libya özelindeki bölgede uygulamaya başlamıştır.
2014 yılında bu bölgenin hidrokarbon araştırması maksadıyla ihalelere açılması bunun somut delili niteliğinde olup, de facto durum yaratılmak amacı taşımaktadır. Buradaki gelişmeler elbette ki Türk makamlarının gündeminde olup desteklenen UMH, Türkiye-Libya ilişkilerinin Akdeniz bağlamında adil paylaşımın gerçekleştirilmesi sebebiyle ayrıca önem arz etmektedir.
Libya’da meşru olan UMH ile sağlanacak uzlaşı, Türk-Libya Münhasır Ekonomik Bölgelerinin uluslararası hukuk çerçevesinde en önemli kriterlerden olan rızaya dayalı anlaşmayı beraberinde getirerek iki tarafın da haklarını gözetecek ve bölgenin refahına ve istikrarına önemli katkılar yapacaktır.
Kaynaklar:
- Analiz: Askeri ve Siyasi Çözüm Arasında Libya Krizinin Geleceği/SETA
- Türkiye-Libya İlişkileri | SETA
- Libya Today: From Arab Spring to failed state | War & Conflict | Al Jazeera
- Libya interactive timeline – Telegraph
- Akdeniz’de doğalgaz ittifakı dışında kalan Türkiye alternatif arıyor | Euronews
- General Halife Hafter: Libya’nın ‘yeni Kaddafi’si mi? – BBC News Türkçe
- Türkiye, Libya denkleminde kalabilecek mi?
- al-monitor.com
Ahmet Bayar
Defence Turk
Dış Haberler Editörü