Savunma hususunda normalin biraz ötesinde ilgiye sahip olanların bildiği bir gerçektir. Dünya hâkimiyeti kavramı, denizler üzerinde hâkimiyet kurmanıza bağlıdır. Günümüzde Amerikan Donanması geçmişte ise İngiliz Kraliyet Donanması bunu sağlayabildiği için, üzerinde güneş batmayan bir imparatorluk kurmaya muvaffak olabilmişti. (Deniz hâkimiyet teorisi.)
Neyse efendim işin özüne dönecek olursak… Birçok Avrupa ülkesinin gelişim ve dünyayı sömürgeleştirme sürecinin, deniz hâkimiyetinde yattığını görüyoruz. Peki, bu süreçlerin işleyişinin temeline baktığımızda ne görüyoruz? Daha büyük gemiler, daha büyük ve uzun menzilli toplar, daha zırhlı gemiler, uçak gemileri vs. Kısacası batı medeniyeti, gücünü dayadığı açık deniz donanması kurma ve işletme alanında gelenek ve alışkanlık sahibi bir yapıdadır. Teknoloji güçlenir, silahlar, sensörler, sistemler gelişir, fakat alışkanlıklar kolay kolay değişmez. Bir kültüre dönüşmüştür çünkü. İnsanların içinde doğup büyüdüğü, onları yetiştiren ve şekillendiren bir kültüre… Keza batının düşmanları olarak nitelendirebileceğimiz ülkeler de, düşmanlarına karşı koymak için onların ekol ve yollarını izlemenin gayri ihtiyari insani tuzağında iken, bu durum daha da ilginçleşmekte.
Not: Amerika’nın elindeki diğer tüm gelişmiş sistemleri üretme ve kullanma yeteneğine rağmen, Kıyı Muharebe Gemisi (LCS) projesinin başarısızlığı bu alışkanlık /gelenek dışına çıkan bir platform olması ile izah edilebilir.
Evet, teorik olarak elbette daha büyük ve hacimli silahlar daha güçlüdür. Daha kalın ve sağlam bir savunma daha dayanıklıdır. Fakat tarihin bizlere öğrettiği üzere, teorik ve pratik her zaman uyuşmamaktadır. Biz Türkler, tarihin her döneminde daha kalabalık, daha zırhlı, daha güçlü düşmanları dize getirmiş bir milletiz. Hafiflik, çeviklik, dağınık güç sahibi olma ama bu dağınık kuvvetleri tek bir amaç etrafında toparlayabilme, siklet merkezi yaratma/bozma, nizami ve gayri nizami harp tekniklerini birleştirebilme, vb. sayısız alanda başarılar sahibiyiz. Kısacası kültürel genetiğimizin yatkınlığı farklı bir yönde.
Koca Kalyonları Dize Getiren Çevik Tekneler
Aslında denizde de farklı olmadı. Osmanlı’nın sıkı nizamı arasında bunalan ve delikanlılığının şartını yerine getiremeyen gençlermiz, korsan / levent olup Akdeniz’in altını üstüne getirdiler. Bunu hep ufak ve çevik teknelerle (firkate) başardılar. Koca koca kalyonları ele geçirdiler veya batırdılar. Osmanlı kendilerine liman yasağı koyunca, kalkıp kendi ülkelerini fethettiler. (Cezayir) Sonra Kaptan-ı Derya ve Cezayir Sultanı Barbaros Hayrettin Paşa olarak ana vatanlarına döndüler ve yanlarında ateşte pişmiş çelik gibi nice Kaptan ve Leventlerimizi takıp getirdiler. (Ahhh… Abdullah Ziya Kozanoğlu’nun Türk Korsanları kitabını önermeden geçemeyeceğim burada. Okumayı özlemişim, tadı damağımda canlandı şimdi. Belki tekrar ederim.)
Emperyalist bir güç kavramı oluşturarak dünya hâkimiyetini amaçlayan batı donanmaları, her türlü hava ve deniz durumuna dayanacak devasa okyanus gemileri inşa ediyorlar. NATO ile birlikte batı tarzını benimseyen bizim donanma yapımız da farklı değil aslında. Ama bir dakika… Kuzeyimizde tamamen kapalı bir Karadeniz var. Batımızda ise yine kapalı ve işgal altındaki adalarla dolu olan bir Ege Denizi var. Akdeniz’deki en kritik menfaat alanlarımız kapalı ve etrafı güçlü donanmalarla çevrili olan Doğu Akdeniz. Kızıldeniz kenarındaki üssümüz de kapalı bir deniz özelliğinde, Katar’daki üssümüz de. Aman aman… Sanki bir ses aynı ABD’nin LCS konseptinde benzerini amaçladığı ama başarılı olamadığı bir şeyi fısıldıyor. Bir deniz savaşıyla yüzleşme ihtimalimizin %90’ı kapalı denizlerde ise, bizim buna uygun bir felsefe, konsept ve araçlara sahip olmamız gerekmez mi?
Ayrıca çok önemli bir hususa daha dikkatinizi çekmek isterim. Sanayi çağı medeniyetinden, bilgi çağı medeniyetine geçiş yaptığımız bir ara dönem yaşıyoruz. Askeri, ekonomik, hayatın farklı alalarında radikal değişimlerin olduğu ve daha da olacağı bir dönem.
Örneklerle açıklayalım:
Malumun ilanı gibi olacak ama IŞİD terör örgütünü ABD’nin kurduğu ve şekillendirdiğini hepimiz biliyoruz. Bu yepyeni örgüt kısa zamanda yayılarak Suriye’nin üçte ikisi ve Irak’ın yarısını işgal edebildi. Bunu oldukça az bir güçle başardı. Ardındaki sebepleri ararken elbette semptomlara ve etkilerine dalıp gitmek olasıdır. Fakat özüne bakarsak şunu görürüz. IŞİD terör örgütü son derece akıcı ve yatayda dağınık, inisiyatif alabilen ama amacı bozmayan bir yapısal organizasyon kurabilmişti. Elbette bu organizasyon yapısını icat etmedi, kendisine öğretildi. Misyon değişimiyle beraber IŞİD yerini daha da rafine edilmiş bir terör yapısıyla PKK/PYD güçlerine bıraktı. Tabi ki yine ABD akıl hocalığında.
El-Bab ve Afrin çarpışmalarında her iki gücü de yendik. Fakat bizim ordumuz bu açıdan aşırı profesyonel ve tecrübeliydi. Ayrıca her iki operasyon da limitleri keskin çizilmiş bir yapıya sahipti. Öte yandan günümüz realitesi hala Suriye’nin yarısına yakınının PKK kontrolünde olduğudur. Bunu aynı IŞİD misali az bir güçle başarabiliyorlar. Yatayda dağınık bir yapı oluşturuyorlar. Fakat bu dağınık güçleri istedikleri zaman ve istedikleri şekilde odaklayabiliyorlar. Askeri güçlerini ekonomi, basın ve politika başta diğer güç unsularıyla çok iyi koordine ediyorlar. Etkili bir istihbarat ağı kurabiliyorlar. Cezaları sert, acımasız ve korkutucu. Aynı IŞİD gibi çok sayıda yabancı savaşçı da istihdam ediyorlar. Aslında çağımızın ekonomik savaş alanıyla da epeyce benzeşiyor bu yapı.
Son zamanların oldukça popüler olan şu iki kavramını duymuşsunuzdur. Yıkıcı Teknolojiler ve Üstsel Kuruluşlar. İnternetten araştırabileceğiniz için tekrar tarif kısmına girmeyeceğim. Gerçek hayattan örnekler vererek devam edeyim. Uber, klasik taksi hizmetine ciddi bir alternatif olabilmiştir. Gerçek hayattaki mevcut hizmet modelini yıkmıştır, yeni ve teknoloji dostu bir yapı sunmuştur, yatay/dağınık olarak genişlemiş ve birçok insanın desteği ile var olabilmiştir. Bununla ilgili bir makale yazmıştım. Aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:
Süper, Hiper, Uber
Yada farklı bir alandan bahsedelim tamamen. Sosyal medya. Takipçilerim bilirler ülkemizin ilk karşı psikolojik harekâtı, Afrin Zeytin Dalı Operasyonu başlamadan önce, tarafımdan organize edilip yönetilmişti. Bu süreçte çok şeyler öğrendim ve büyük bir kişisel tecrübe de kazandım. Bunu derleyip toparlayıp sunacak bir makam yok maalesef ülkemizde. Bu nedenledir ki tüm olay benim kişisel hafızamda kaldı ve kurumsal bir hafızaya dönüşemedi. Güçlü ve zayıf yanlarımızı gördüm, nerede, neden, ne kadar eksik kaldığımızı fark ettim. Aynı husus birebir mücadele ettiğimiz düşmanların güçlü ve zayıf yanları için de geçerli. Kullandığımız sosyal medya platformlarının da.
Sizlerle çıkardığım en baba sonucu paylaşayım. Çağımızda aynı ExO firmaların kuruluş konseptinde olduğu gibi, yatay organizasyonlarla asla baş edilemez. Etkiyi de ve veriyi de artık yatay organizasyonlar taşır. (BlockChain misali) Fakat dikey ve katı güçten yoksun olan yatay organizasyonların başarıları da sınırlı kalacaktır. Piyadelerle dolu bir savaş meydanında, süvarilerinizi yedekte tutmak, en can alıcı anda savaşa sürerek sonucu almak misali. Yatay ve dikey organizasyonları sinerjisi (askeri veya sivil) başarılı her harekâtın anahtarıdır. Bizim Kontra PsyOp düzenleyerek elde ettiğimiz başarılar da, bu felsefeyi benimseyen yönetim anlayışımızın sonucudur. En azından şimdilik ve yakın gelecekte bu anahtar değişmeyecektir.
Geliniz konumuzu örneklemelerden azat edip denizlerimize taşımaya başlayalım. Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkeyiz. Savunmamızı mavi vatanımızdan başlatmamız gerektiği mutlak bir gerçek. NATO üyesiyiz ve ister istemez donanmamızda batı ekolüne sahibiz. Açık denizlerde her türlü savaşı kabul edebilecek, pahalı, donanımlı, su üstü ve altı platformlardan oluşan bir gücümüz var. Eskilerini yenilemeye, daha fazla yerlileştirmeye çalıştığımız bir gücümüz. Ayrıca Doğu Akdeniz başta olmak üzere muhakkak karşılamamız gereken oldukça ciddi yüzleşmelerimiz mevcut. Bu kapsamda ne durumdayız ve neler yapıyoruz?
Öneri 1:
Bir deniz platformunu değerlendirebilecek ve sınıflandırabilecek birçok faktör bulabilirsiniz. Fakat detaylara boğulmadan temele, en temele inelim. Karşımıza çıkan şunlardır:
- Düşmanı caydıracak, savaştığında ise ezecek ateş gücü.
- Düşman ateşi karşısında hayatta kalabilme kabiliyeti: Beka. (Hız ve çevikliği de içerir.)
- Değişen ve çetinleşen deniz ve iklim durumlarına karşı koyma yeteneği.
- İnisiyatifi ihmal etmeyen ağ merkezli komuta-kontrol ve muharebe imkânı.

Hafif deniz platformlarımızı incelediğimizde, özellikle ateş gücü alanında ciddi bir eksiklik gözlemliyorum. Örneğin Tuzla sınıfı YTKB’lerimiz. Evet, birçok deniz durumunda istediğimiz yerlerde sancak gösterebiliyoruz. Fakat dişlerimiz yeterince keskin mi? Gelin 500-700 ton sınıfı bir tekneyi yeniden tanımlayalım.
Örneğin bir baş topu koyalım bu tekneye. Altay ana muharebe tankını ve kulesini biliyorsunuz. Kulenin zırhını hafiflettiğimizi ve epeyce yükselttiğimizi düşünün. Öyle ki artık üst açı gruplarında yani dikey mermi yollu atışlarda da, direkt yatay mermi yollu atışlar kadar yetenek kazanalım. Malum 120 mm.lik tank topumuz yivsiz setsizdir. Dolayısıyla bu namluyu ağır havan misali de kullanabiliriz. Hatta akıllı ya da yarı-akıllı mühimmat türleriyle de besleyebiliriz. Zaten namludan atılan güdümlü füze dahil, tankın kullanabildiği tüm mühimmat çeşitlerini kullanabilecektir. Karine altından dikey olarak istenen mühimmatla sistemi besleyen bir otomatik doldurma sistemi kurarız. Böylece ana top mürettebatını iki kişiye kadar düşürebiliriz.
Hemen ana toplun arka yükseğinde bir çoklu roket atar ünitesi hayal ediyorum. 72+ adet güdümsüz 70 mm’lik roket ve 12 adet yine 70 mm’lik güdümlü Cirit füzesi barındıran. Hem ani ve yoğun ateş baskısı yaratmak amacıyla kullanılabilir. Hem düşman C-RAM sistemlerini meşgul etmek ve boşaltmak amacıyla kullanılabilir. Hem Ege adacıklarını ani ateş baskısı altına alabilir. Hem 10+ km’den güdümlü Cirit füzeleriyle angaje olabilir. Hem de helikopter benzeri yavaş uçan hedefleri 8+ km’den caydırabilir.
Son olarak teknenin kıç tarafında bir Aselsan Gökdeniz (eski tabiriyle Korkut-D) 35 mm’lik çift namlulu nokta savunma (CIWS) sistemi hayal ediniz. Böylece ciddi ve anlamlı bir ateş gücü elde etmiş oluruz.
Özel Görev Odaklı İlave Bölüm
Ayrıca her teknede farklı amaçlarla donatılabilecek bir ilave bölüm hayal ediyorum. Hafif torpidolar, mayın dökme sistemleri, süper kavitasyon güdümsüz sualtı roketleri, 16+ km. menzilli fiberoptik yada başka bir metodla görüntü aktarma sistemiyle güdümlü füzeler, hafif su üstü füzeleri (Penguen yada SeaSkua dengi), sualtı bombası atma sistemi, vb. ilave görev yüklerinden sadece birinin seçilip konulabileceği bir boşluk. Ayrıca bu boşluk istenirse Zodiak botlarıyla bir SAT timini barındırabilmeli, mülteci toplayıp tecrit edebilmeli, ufak mobil bir hastane haline getirilebilmeli. Kısacası aktif ya da pasif tek bir amaca yönelik şekillendirilebilir / opsiyonel bir yapıya sahip olmalı. (Drone Bay kavramını özellikle sakladım.)

Gördüğünüz üzere arzu ettiğim hususların büyük çoğunluğu hızla ve kolaylıkla ulaşılabilecek şeyler. Bunu ağ merkezli ve müşterek harp doktiriniyle harmanlamak da şart, ayrıca hiçte zor değil. Bence ancak pençesi kalın bir kaplan caydırıcı olabilir. Bunun için de gemilerimizi İsrail’in yaptığı misal bir elektronik ve sensör yumağı haline getirip, maliyetini tavan rakamlara çıkarmak gerekmez. Hesaplı ve akılcı silah sistemleriyle gayet uygun maliyetli ve seri üretilecek platformlar yaratmak mümkündür.
Öneri 2:
Benim kanaatimce günümüz harbinde Hücumbot sınıfı bir gemi, CIWS (Aselsan Gökdeniz) ya da C-RAM (RAM, C-DOME, vs.) sistemleri olmadan düşünülemez. Korvet sınıfı bir gemi ise, Evolved Sea Sparrow dengi bir füze, bir önceki saydığım sistemlere ilave olmadan asla düşünülmemelidir. Donanmamızı bu hususta oldukça eksik ve yanlışta görmekteyim. Bu durumun caydırıcılığımızı da ciddi biçimde sarstığını düşünüyorum.
Bu hususta kişisel önerim şudur: Türkiye, İsrail’in sahip olduğu Iron Dome ve onun deniz türevi C-Dome benzeri sistemler ve kullandığı hesaplı ve etkin Tamir füzesi gibi füzeler üzerinde acilen çalışma yürütmelidir. Bu tip sistemleri mevcut hücumbot ve korvetlerinde servise almalıdır.
Önemli Not: Tamamen özgün ve daha hesaplı bir mekanizmayla çalışan sistem çözümüm de mevcuttur. Bu çözüm önerim, teknik değerlendirmeyi geçmiş ve yapılabilirlik onayı da almıştır. İlgilenen firma ve kurumların benimle temasa geçebilir.
Öneri 3:
A2/AD Erişimi Engelleme ve Alandan Men Etme Doktrini sadece hava savunmasında geçerli değildir. Deniz savunmasında da geçerli olup, Rusya tarafından başarıyla uygulanmaktadır. Bunu şu şekilde özetleyebiliriz: Atmaca yerli gemi savar füzemiz, SOM yerli ve yerden fırlatılabilen seyir füzelerimiz, uygun başlık teknolojileri ile desteklenmiş Bora/Kaan taktik balistik füzelerimiz sayesinde, olası bir düşmanı kıyılarımızdan 300 km. Ötede ateş baskısına alabildiğimizi var sayalım. Artık düşman bu bölge içinde operasyon icra etmeye çekinecektir.
Çünkü başarı ve hayatta kalma beklentisi önemli ölçüde düşecektir. Fakat aynı alan içerisinde bizim gemilerimiz rahatlıkla operasyon icra edebileceklerdir. İşte Erişimi Engelleme ve Alandan Men Etme stratejisinin temelinde bu gerçek yatar. Şimdi bu korumalı alanı tüm Ege, Doğu Akdeniz ve Karadeniz sahilleri boyunca yayalım. Düşman gözünden baktığınızda ne kastettiğimi gayet iyi anlayacaksınız. Bu hususta hali hazırda çaba sarf edildiğini düşünüyorum.
Bakınız; bir düşman gemisine karşı bir salvo Atmaca füzesi ateşlediğimizi varsayalım. Bunu bir firkateynden, hücumbottan, sahil bataryasından, Meltem-3 projesiyle temin edilecek bir deniz karakol uçağından, ya da başka bir platformdan ateşlemiş olmak, füzenin 180 km. ötedeki hedefini vurmasına artı ya da eksi yönde etki eder mi? Şüphesiz hayır. Çünkü fırlatma sisteminden çıktıktan sonrası sadece füzenin kabiliyetine, düşmanın yanıltma yeteneklerine ve şüphesiz şans faktörüne kalıyor. Bunun anlamı ise çok önemli ilhamlar veriyor.

Öncelikle günümüzde modern mühimmatın yeteneklerinin, platformun yeteneklerinden daha önemli hale geldiği mesajını almamız lazım kanaatindeyim. İşin içine stealth yani radarda görünmezlik teknolojisi, elektronik harp vb. unsurlar girdiğinde de bu durum değişmiyor. Aksine daha da derinleşip belirginleşiyor. Nedense batırması gereken hedef gemiyi bırakıp, fotoğraf çekmekle görevli C-130 uçağımızın peşinden koşmaya başlayan Harpoon füzesi vakası geliverdi aklıma. Dişine güvenemiyorsan yarım milyar dolarlık bir köpekbalığına sahip olmuşsun ne yazar. (Not: Deniz kuvvetleri genel olarak kendi projeleri hakkında diğer kuvvetlere göre daha ketumdur. Bu sessizliği anlayacağınızı umut ediyorum.)
Öyleyse gelin bir soru daha soralım. Ülke olarak savaşmamızın ve galip gelmemizin gerekli olduğu öncelikli denizler hangileridir? Riskimiz hangi denizlerde daha yüksektir? Cevabınız şüphesiz silahlandırılmış adalarla dolu Ege Denizi, Rusya’nın sürekli ağırlığını koyduğu ve koymaya devam edeceği okyanuslar kadar hırçın Karadeniz, düşman donanmaları ve hava platformlarıyla kaynayan Doğu Akdeniz olacaktır. Dikkat ettiniz ise bunların tamamı kapalı denizler. Faklı bir bakış ve anlayış gerektiren, şahsına münhasır özelliklere sahip değişik sular. Sınırımız, yanı başımız, mavi vatanımız.
Ülkemize uzak üslerimiz var. Sınırlarımızdan çok ötede başlayan bir savunma çerçevemiz / hedefimiz var. Şüphesiz ki açık denizlerde etkin olacak, güçlü ve teknolojik dikey donanmanın platform ve unsurlarına da ihtiyacımız var. Fakat neden yatayda hiç yokuz? Neden gücümüzü çağın gerekliliklerine uygun biçimde ve maliyet / etkin bir yapıyla, yatay düzlemde yayamıyoruz? Neden batının ve başkalarının ayak izlerini takip etmek zorunda hissediyoruz? Oysa Akdeniz’i bir Türk gölü haline getiren korsanlarımız, leventlerimiz, donanmalarımız, geçmişteki batı yapımı deniz platformlarından oldukça farklı idi.
Benim bu hususta bir fikrim, bir öngörüm ve önerim var. Aslında birden fazla fikir ve önerim var. Üç adedini çoktan okudunuz. Fakat bunu yapmadan önce size bazı silah sistemlerini kısaca tanıtmak istiyorum.
Öneri 4:
Bu kapsamlı öneri çerçevesinde epey geniş bir izah ve birçok alt madde bulacaksınız. Fikrimi size şu şekilde açıklayayım. Türk Deniz Kuvvetleri olarak fazla ilgilenmediğimiz / tanımadığımız ama özellikle okyanus ve açık denizlere kıyısı olan ülkeler arasında gittikçe popülerleşen bir su üstü platform var: OPV (Offshore Patrol Vechile / Açık Deniz Devriye Gemis)

Bu tekneleri nasıl tarif edebiliriz? Çok çeşitleri ve platforma farklı yaklaşım türleri var dünya donanmalarında. Fakat genelde hücumbottan büyük, korvetten küçük teknelerdir bunlar. Arama kurtarma görevleri için helikopter pisti barındırırlar. Bolca can kurtarma salı ve silahlı botlar taşırlar. Çok dalgalı denizlere ve kötü hava durumlarına dayanıklı yapıdadırlar. Biraz daha yüksek bir su üstü gövde yapıları vardır. Bu nedenle genel olarak stealth dizayn karakteristiği taşımazlar.
Zaten bizim de bu konsept içinde stealth bir dizayna ihtiyacımız yok. Gerek radar yansıması gerekse aktif emisyondan kaçınmadan, ağ merkezli harp çerçevesinde bir bütün olarak hareket eden, fakat yanaşık düzende değil, açık ve geniş alanda seyir icra eden, caydırıcı ve silahlı bir güç tasavvur ediyoruz. Fakat bunu sadece bir kabuk, bir görsel taban olarak tasavvur ediniz. Çünkü içi de dışı da amaca uygun biçimde özelleştirilmiş olacak.

Bu tekneler açık denizlerde uzun süreli seyirler icra eden klasik OPV’ler gibi, personel rahatı ve konforuna yönelik imkânlara sahip olmayacaklar. Mutfakları ve aşçıları bile olmayacak. Hazır yemek paketleri ısıtılarak tüketilecek. Minimum personel ile maksimum otomasyon esasına göre dizayn edilecekler. Kazanılan alan yakıta, silah sistemlerine ve diğer gerekli görev yüklerine ayrılacak. Yakın çevremizde görev icra edecekleri için, OPV benzeri bir dizaynın neden seçildiğini sorgulayabilirsiniz. Açıkçası bunu sadece aşırı deniz durumlarında hayatta kalma olasılığını arttırmak ve görev icra yeteneğini yükseltmek amacıyla düşündüm. Şimdi gelin bu gemi tipini özgün bir şekilde, ülkemiz ihtiyaçları doğrultusunda revize edelim.
Fakat konuya derin biçimde dalmadan önce şunu özellikle vurgulamak isterim. Tüm bu konsept ağ merkezli harp çerçevesinde ele alınmıştır. Dağınık parçalar aslında bir bütünü oluşturacak şekilde dizayn edilmiştir. Bu nedenle gemiler birden fazla ağ merkezli harp iletişim imkanına sahip olacaktırlar. Modern muharebe sahasında “DataLink” dediğimiz yapının en büyük özelliği, doğada zaten bulunan ark radyoaktif hareketlere çok benzer, frekans atlamalı bir sistem kullanmasıdır. Böylece dilinden sadece doğru anahtarla dinleyen anlar. Fark edilmesi zordur. Bu gemiler hem bu tip veri iletişim bağlarını hem de her türlü aktif veri iletişim bağlarını kullanacaklardır. Ki lazer üzerinde directional data link de bunlardan (acil durum alternatifi olarak) biridir.
Konfigürasyon – 1: Cephe Gemisi (Confrontration Ship)

Deniz savaşlarında ilk vuruş dediğimiz, ilk kurşunun atılması olarak yorumlayabileceğimiz durumlarla karşılaşmak oldukça büyük bir olasılıktır. Düşman donanmasıyla sizin unsurlarınız oldukça yakın seyir halindedir. Alarm seviyesi ve psikolojik hazırlık düzeyi yüksektir. Böyle bir durumda düşmana en yakın seyreden unsurlarınız, ya da muharebe grubunun en ön cephesini oluşturacak unsurlarınız, bir anda, birden çok hedefe ve etkili bir biçimde ateş kusabilmelidir.
Bu konfigürasyonda, standart olan 76’lık süper rapid baş topu ve arkaya konuşlu Aselsan Gökdeniz bulunmaktadır. Helikopter pisti ya da hangarı yoktur. Bu alanın üzeri ekstra uzaktan komutalı stabilize top vb. unsurlara tahsil edilmiştir. Ayrıca iki adet üçerli yerli Orka Milli Hafif Torpido Sistemi atıcısı bulunmalıdır. Altında havuz sistemi mevcuttur. Bu havuzdan iki / üç adet uzaktan komutalı deniz aracı (İDA) çıkacaktır. Bu İDA’ların silah sistemi 1 adet 20 mm’lik top ya da iki adet. 50 kalibrelik makineli tüfek, eş eksenli 4 adet cirit lançeri ve 20 adet 70 mm’lik güdümsüz roket sistemidir.
Bir gemi isabet aldığında ona bağlı İDA’ların komutası diğer gemilerden yapılabilir. Standart ağ destekli muharebe ve gemi yönetim sistemine, standart radar ve sensörlere sahip olmalıdır. Gelişmiş bir sonar sistemi gerekmez. Geminin sadece yakın mesafesindeki denizaltıları ve kendisine yönelik torpidoları fark edebileceği seviyede, basitleştirilmiş bir sonarı olması yeterlidir.
Konfigürasyon – 2: Su Üstü Muharip Gemisi
Standart konfigürasyonda olan bu geminin de baş topu ve Aselsan Gökdeniz CIWS sistemi aynen korunmuştur. Helikopter hangarı yoktur. Fakat kapandığında üstüne helikopter inip kalkabilecek şekilde dizayn edilmiş bir füze fırlatma sistemini arkasında barındırır. Bu kısımda toplam 24 adet Atmaca millî gemi savar füzesi bulunacaktır. Amacı cephe gemilerinin ardından tüm düşman yüzey unsurlarını ateş altına almaktır.
Aynı cephe gemileri gibi temel bir sonar sistemine sahiptir. Denizaltılara karşı öz savunma yapacak ilave yanıltıcı / karıştırıcı alt sistemlerle de donatılmıştır. Fakat karmaşık bir mekanizmaya ihtiyaç duymayan su bombaları hariç, Denizaltı savunma silahlarına sahip değildir.
Konfigürasyon – 3: Denizaltı savunma gemisi

Bu gemiler helikopter pistine ve hangarına sahiptirler. ASUW görevlerini icra edebilecek yapıda gelişmiş bir sonarları vardır. Standart konfigürasyonda olan baş topu ve Korkut D CIWS sistemi aynen korunmuştur. Bunun dışında Aselsan Denizaltı Savunma Harbi Roketi Atıcı Sistemi, Orka Millî Hafif Torpido Sistemi ve Akya Millî Ağır Torpido Sistemi, Su Altı Bombaları da taşırlar. Her türlü aldatıcı karşı önlem sistemleri ve Aselsan TORK Torpidoya Karşı Torpido Öz Savunma Sistemi de mevcuttur. Ayrıca aktif ve pasif mayın dökme kabiliyetleri vardır.
Konfigürasyon – 4: Balistik Füze Hücum Gemisi
Bu gemi aynı 2. nolu konfigürasyonda olduğu gibi tarif edilebilir. Tek farkı ana silah sisteminin 280+ km. erişime sahip Bora/Kaan Yerli Kısa Menzilli Balistik Füzesinin, Deniz Kuvvetleri talepleri doğrultusunda özelleştirilmiş versiyonlarını taşımasıdır. Örneğin Gemi Savar versiyonu, Harcanabilir Aktif Jammer Versiyonu, vs. Konfügürasyon 2 ile koordineli bir penetrasyon saldırısında, aynı 2. Dünya Savaşı’ndaki pike bombardıman ve torpido uçaklarının işbirliği misali, karşı konulması son derece güç bir kuvvet yapısı oluştururlar.
Konfigürasyon – 5: Hava Savunma Gemisi

Standart 76’lık baş topu ve Korkut D aynen korunmaktadır. Bununla birlikte gerek IR gerekse Radar güdümlü olmak üzere, Deniz Kuvvetleri ihtiyaçları doğrultusunda geliştirilmiş, dikine atışlı Hisar-O sistemini barındırırlar. Bu sistemi güdümlemek amacıyla daha gelişmiş radar ve IFF sistemlerine sahiptirler. Bu bir mast şeklinde de olabilir, klasik konfigürasyon da seçilebilir.
Bu gemilerin görev tanımlaması muharebe grubunun hava savunmasını bölge savunma seviyesine yaklaştırmaktır. Yani bu gemilerden bir ESSM ya da SM-2 ayarında güçlü ve uzak erimli bir hava savunması beklemek yanlış olacaktır.
Bildiğiniz gibi Hisar-O sistemi her füzeyi barındıran ayrı bir kanister içerir. Bu gemilerde özel bir dikine fırlatma sistemine gerek yoktur. Geminin kıç tarafı bu kanisterlerin sağlam bir şekilde konuşlanmasına müsait bir yapıda dizayn edilecektir. Böylece her gemi açıkta ve atışa hazır 48 füze kanisterine sahip olacaktır. Tek kullanımlık bu kanisterlerin yenileriyle değiştirilmesi için basit bir robot vinç düzeneği kullanılacaktır.
Konfigürasyon – 6: Elektronik Harp Gemisi
Aselsan Koral Elektronik Harp ve Elektronik Taarruz sistemlerinin, Deniz kuvvetleri için uyarlanmış ve daha güçlü bir versiyonunu taşımak üzere dizayn edilmiştir. Standart 76’lık baş topu ve Korkut D sistemi de aynen korunmaktadır. Kıç tarafında ekstra antenlere ve dinleme / kestirme sistemlerine yer verilecektir. Ayrıca her türlü yerli üretim SİHA sisteminin kontrolünü devralabilecek elektronik ekipman, konsol ve operatörlere de sahip olacaktır.
Konfigürasyon – 7: Keşif ve Taarruz Gemisi
Her tekneye standart olarak koyduğumuz 76’lık baş topu ve Korkut D sistemi bunda da bulunacaktır. Fakat bu geminin ana silahı farklıdır. Kıç tarafında atışa hazır 36 adet Harpy / Harop türevi ama daha uzun erimli, yerli imal intihar dronu (kamikaze İHA) taşıyacaktır. Bunların 12 adedi ise roket booster sistemi kullanarak daha uzağa daha hızlı erişmek için müsait bir yapıda olacaktır. Bu tek kullanımlık İHA sistemlerinin standart keşif ve hücum, Anti-Radyasyon, EH ve Karıştırma vb. farklı versiyonları olmalıdır. Ayrıca bu gemiler aynen 6. Konfigürasyondaki gibi karadan gelen milli İHA sistemlerimizin komuta ve kontrolünü ele alabilecek ekipman ve personeli barındıracaktır.

Yüksek adetlerde, birbirine benzer yapıda ve birden çok tersanede seri imal edilecek bu gemiler üzerine biraz düşünelim. Kuru gövde, standart elektronik teçhizat ve standart silahlarla tekne başı maliyetimiz yaklaşık 25-30 milyon dolar olsun. Her birine özel teçhizat ve taşıyacakları mühimmatın da toplam maliyeti 20-25 milyon dolar olsun. Rakamları en üst seviyeden düşünelim. Gemi başına 55 milyon dolarlık bir maliyet çıksın.
Hindistan yakın zamanda ABD ile 6 adet (bizim de almayı düşündüğümüz) Boeing P-8A Poseidon denizaltı avcısı uçak için 2,1 milyar dolara anlaşma imzaladı. (Meltem projeleri dizisiyle harcanan milyar dolarlarımızı ve kaybedilen zamanı bu yazıda hiç anmayacağım.) Şimdi bizde benzeri bir alım yapsak yaklaşık aynı rakamı öderiz var sayalım. 2,1 milyar dolarlık 6 uçak yerine, bu konseptte yerli bir donanma gücü inşa etsek, silahlarıyla birlikte 38 parça muharip gemiye sahip oluruz. Bu sebeple geliniz beklenen o meşhur soruları soralım.
- Hangi seçenek daha geniş bir kaplama ve hakimiyet alanına sahiptir?
- Hangi seçenek daha geniş bir kullanım alanına sahiptir?
- Hangi seçenek özellikle hava gücü olarak zayıf kaldığımız sularda, daha yüksek hayatta kalma oranına sahiptir?
- Hangi seçenek daha fazla yerlidir, millidir ve tam hâkimiyetimizdedir?
Bildiğiniz gibi savaşlar birçok küçük muharebeden oluşurlar. Savaşlarda düşman da asla boş durmaz. Sözün özü kayıp vermek kaçınılmazdır. Mükemmel bir gemi yapıp, bunu milyar dolara mal edip, her şeyin yolunda gideceğini umabilirsiniz. Ama aşağıdaki fotoğrafta da görmüş olduğunuz gibi, bırakın savaşı bir deniz kazası bile bu gemiyi sulara gömebiliyor. Peki ya gerçek savaş koşullarında? Ölüm ya da kalım söz konusuyken? İşte başta bu nedenle gücümüzü yatay düzlemde yaymaya başlamamız gerekmektedir.

Ayrıca düşününüz ki bir deniz muharebesine girdiniz. Gemilerinizin bir kısmı battı, bir kısmı hasar gördü. Bir sonraki deniz muharebesine girerken nasıl avantajlı olmayı umabilirsiniz? Hele ki potansiyel düşmanlarınız farklı coğrafi bölgelerden güç kaydırabiliyor ise. Yanına yeni müttefik unsurlar bulabiliyor ise. Standart bir düşmana karşı savaştığımızı var sayalım. 1000 birim güçle girdiğiniz muharebeden 500 birim güçle ve zaferle ayrılabilirsiniz. Bu yaklaşık 1/2 kayıp oranı demektir. Fakat aynı düşmana karşı 500 birimle savaşa girseydik, şans yanımızda olup zaferi kazansak bile en fazla 100 birim sağlam gücümüz kalırdı. Yani 4/5 kayıp oranı. Öyleyse bu gerçeği değiştirmek için, oyunun kurallarını değiştirmenin zamanı gelmiş demektir. (Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır misali.)
Ayrıca bu tip bir konsepte yönelmek başka avantajlara da sahip olacaktır. Örneğin savaş sonrasında ayakta kalabilen yerli endüstrinizi kullanarak, kaybedilen gücünüzü daha hızlı yerine koyarsınız. Tanıdığınız ve bildiğiniz gemilerin hasarlı olanlarını çok daha kolay ve hızlı onarırsınız. En önemlisi de bu yeni yaklaşımı ve ürünlerini dünyanın birçok köşesine çok daha kolay satarsınız.
Öneri 5:
Açık konuşacağım efendim, şu ana kadar okuduğunuz tüm makalenin iki katından fazla tutan bu bölümü çıkarmaya karar verdim. Konumuz birçok alt bölümden oluşan “İnsansız Deniz Araçları” idi çünkü. Çok fazla inovasyon ve yeni fikirler / yaklaşımlar içeriyordu. Bunları dostun düşmanın da dinlediği açık kaynaklarda yayınlayamazdım. Ayrıca bana her hangi bir kişisel faydası olmayacak olduktan sonra, artık kendi ülkemizin çıkarına dahi olsa bu tip derin felsefeleri ve ona dayanan inovasyonları paylaşmayacağım. Anlayışınızı rica ediyorum. Saygılarımla…
Öneri 6:
Bu bölümü de çıkardım efendim. Çünkü deniz ve hava arası hibrit unsurları içeriyordu. Hali hazırda bunlardan bir tanesini basitleştirerek bir proje halinde sunmaya hazırlanıyorum. Sebep olarak yine bir önceki maddedeki nedenler geçerlidir. Saygılarımla…
Sonuç olarak:
Sürdürmekte olduğumuz korvet, firkateyn ve denizaltı projelerimize devam etmeli miyiz? Evet. Özellikle hava savunma alanında da platformlar edinerek TCG Anadolu ve belki ileride inşa edilecek Rumeli gemilerimizi de desteklemeliyiz. Bunlar için yerli ve milli alt sistemler geliştirme çabalarımıza da kesinlikle devam etmeliyiz. Fakat…
Sadece bunları yapmaya devam edersek, çağa ayak uyduramaz ve olası bir harpte kayıplarımızı dengeleyemeyiz. Gücümüzü yatay olarak da yaymak zorundayız. Karadeniz’de bizden çok daha güçlü bir düşmana karşı savaşmak zorunda kalabiliriz. Ege’de her tarafı silahlandırılmış adalarla dolu sahada ciddi kayıplara uğrayabiliriz. Doğu Akdeniz’de İsrail-Yunanistan-Mısır üçlüsüyle karşı karşıya kalabileceğimiz gibi, Avrupa donanmalarına karşı da uğraşmak zorunda kalabiliriz. Denizi ve deniz üzerindeki hava savunma etkinliğimizi kaybedersek, ana vatanımız düşmanın insafına kalacaktır. Harp kavramının içinde acıma, insaf, insancıllık alt kavramları yer almaz / alamaz.
İnsanların genelinde yaşadığı anı sonsuzluk sanmak gibi bir yanılgı vardır. Bu nedenle ölümü pek az aklımıza getiririz. Getirdiğimizde ise her ne hikmetse kendi üzerimize pek konduramayız. Bir ilişkiyi bitirince dünya başımıza yıkılmış gibi olur ve her gecenin bir şafağı olduğunu unutuveririz. Bu gibi sayısız örnekler verilebilir. Tüm bunlarda görmüş olduğumuz, zihni pozisyonumuz ve duygu durumumuz üzerindeki yaşadığımız anın getirdiği etkidir.
Fakat insanın bir doğum, yaşam, ölüm döngüsü vardır. Aynen bu misal savaşın da bir öncesi, sırası ve sonrası vardır. Bu nedenle savaşa gerçek anlamda hazır olmak, bu üç süreci tam detaylı, objektif, mantıklı planlamaya bağlıdır. Ok yaydan çıktıktan sonra, zarlar atıldıktan sonra nasibinize ne varsa o düşecektir zira. Dikkatle incelerseniz dikkatinize sunduğum tüm bu yaklaşım ve içerdiği yeni araçlarda sadece savaş etkinliğinin düşünülmediğini fark edeceksiniz. Savaş sonrası da en az bu kadar dikkate alınmıştır.
Çıkarmış olduğum bölümleri gereksiz ya da anlamsız görüyor iseniz size şunu hatırlatmak isterim. ABD donanması Pasifik alanında artan Çin Donanma gücünü dengelemek için, İnsansız Deniz Araçları kullanmayı düşünmektedir. Elbette bunları karma bir savaş konsepti içerisinde elindeki kuvvetlerle birlikte kullanacaktır. Söz konusu proje bir açık deniz savaş gücü için planlanmış, yüksek nitelikli deniz üstü ve altı platformları içerir. Lakin bizim için benzeri bir sistemi, kapalı deniz savaşlarımız için ele almamız teknoloji ve maliyet açısından çok daha kolaydır.
Doğu Akdeniz altındaki enerji yatakları nedeniyle her gün artan bir oranda gerginleşmektedir. Elbette sürekli gerilen bu fayın boşalma ihtimali göz ardı edilmemelidir. Bu durumda ülke olarak ve tek başına bir taraf olarak caydırıcılığımızı arttırmamız gerektiği aşikardır. Bilinmeyen, daima bilinen sistemlerden daha korkutucu ve caydırıcıdır. Bu yüzdendir ki sizlere arz ettiğim yaklaşım çerçevesinde bir planlama ve uygulama yapma “beyanı dahi” düşmanlarımıza karşı caydırıcılığımızı arttıracaktır. Enerjilerini ve odaklarını bölecektir. Kısacası milletimize faydası olacaktır.
Okuduğunuz için teşekkür ederim. Yorum, katkı, öneri ve eleştirilerinizi iletmekten çekinmeyiniz. Bir sonraki yazımıza dek, sağlıcakla, afiyetle ve muhabbetle kalasınız.
Aybars Meriç

Defence Turk Genel Yayın Yönetmeni. Kocaeli Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı mezunu ve amatör fotoğrafçı. Teknoloji, otomotiv ve uluslararası ilişkiler meraklısı. Savunma sanayii araştırmacısı.