13 yılı aşkın süredir devam eden Suriye İç Savaşı muhaliflerin 27 Kasım 2024’de başlattığı taarruz sonucu sona erdi. Bu bağlamda Halep, Hama ve Humus çatışmalar sonucu ele geçirildi. Nihayetinde 8 Aralık 2024 tarihinde Diktatör Beşar Esed Rusya’ya kaçtı ve Şam çatışmasız şekilde muhaliflerin kontrolüne geçti.
13 yıllı aşan iç savaşın ardından 13 günlük süreç ile devrilen rejim gerisinde caydırıcılığı bulunan bir silahlı kuvvetler de bırakmadı. İç savaş öncesinde Suriye ordusunda nitelik olarak zayıf ancak nicelik olarak kuvvetli Sovyet orijinli büyük bir ordu bulunuyordu. İç savaş süresince ordunun niteliği yüksek envanteri de paramparça oldu ve tüm odağı sivillere ve muhaliflere yönelik hassasiyeti olmayan yıkıcı silahlara yöneldi.
Son yıllarda kamuoyunda Suriye İç Savaşı sığınmacılar üzerinden sürekli gündeme gelse de güvenlik açısından en çok etkilediği ülke de şüphesiz Türkiye olmuştur. Türkiye terör ve sığınmacı krizleri nedeni ile Fırat Kalkanı, Barış Pınarı, Zeytin Dalı ve Bahar Kalkanı harekâtları icra edilmiştir. Bahar Kalkanı Harekatı diğer harekatlardan ayrılmaktadır. Zira diğer harekatlar terörle mücadeleye yönelik olarak gerçekleştirilse de Bahar Kalkanı Harekatı doğrudan Rusya destekli Esed rejimine yönelik olarak gerçekleştirilmiştir.
Bahar Kalkanı Harekatı ile ilgili iki önemli çalışmanın okunması tavsiye olunur:
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin verdiği karşılık: “misilleme veya toptan imha”
TSK Geleceğin Muharebe Ortamını Sergiliyor | Bahar Kalkanı Harekatı
Esed rejiminin devrilmesi sonrası Suriye’de geçiş hükumeti kurulasına yönelik çalışmalar devam ediyor. Rejim ordusunun terhis edilmesi yönünde çalışmalar yürütülürken ülkenin yasal savunma mekanizmasının nasıl kurgulanacağı ise henüz belli değil. Ancak Suriye’de yeni bir düzen kurma çabaları sürerken İsrail’in Suriye’ye yönelik askeri operasyonları da hız kazandı. “Hız kazandı” denilmesinin sebebi İsrail’in son beş yıldır özellikle İran ve Hizbullah’ın Suriye’deki alt yapısı olmak üzere sürekli olarak Suriye’deki askeri hedefleri vurması. Bu saldırıların net sayısı bilinmese de son 5 yılda yüzlerce saldırı gerçekleştirildiği belirtilmekte. Bugün ise Esed rejimi devrilmesinin ardından İsrail’in Suriye muhalefetinden daha çok çekindiği görülmekte. Zira İsrail Esed’in devrilmesinden sonra ilk olarak daha önce hiç vurmadı Suriye İstihbaratı yani Muhaberat’ın binalarını vurdu. Henüz muhalifler tarafından yeni hükumet kurulmadan dahi İsrail iki günde 250 hedefe saldırı gerçekleştirerek Suriye’de rejimden kalan askeri alt yapıyı önemli ölçüde imha etti.[1] Özellikle hava savunma sistemi, savaş uçakları, helikopterler ve mühimmat depolarını imha etti. İsrail ayrıca 57 yıldır işgal ettiği Golan Tepeleri’nin güvenliğini bahane ederek “tampon bölge” iddiası ile Suriye topraklarında 7-14 km derinliğinde ilerleme kaydetti ve işgalini genişletti. [2]
İsrail’in saldırılarının hangi noktaya ulaşacağı belli olmamakla birlikte zaten 13 yıllık iç savaş süresince alt yapısı önemli ölçüde çöken Suriye’nin toparlanması daha da zorlaşacaktır. İsrail’in saldırılarının siyasi hedefleri tartışmaya açık olmakla birlikte yıllardır Esed Rejimi ile masa altından çeşitli kirli ortaklıklar yapan İsrail’in yeni dönemde 13 yıllık savaş tecrübesi bulunan muhalif savaşçıların güçlenmesinden çekindiği açık bir gerçekliktir. Önümüzdeki döneme bakıldığında Suriye’de hükumet kurulsa dahi şu başlıklar çok ciddi biçimde zorluklar içerektir:
- YPG/PKK terör örgütünün ülkeden sökülmesi ve merkezi hükumet yapısının sağlanması,
- Gayrinizami bir şekilde örgütlenmiş muhalif savaşçıların durumu,
- Muhalif savaşçılarının ne kadarının düzenli orduya geçeceği,
- Ülkenin iç güvenlik mekanizmasının nasıl kurgulanacağı,
- Güvenlik boşluğundan faydalanmak isteyen örgüt ve ülkelerin oluşturacağı sorunlar,
- İsrail gibi saldırgan ülkelere karşı caydırıcılığın sağlanması
Tüm bu maddeler incelendiğinde Esed sonrası dönemin o kadar da kolay olmayacağı görülmektedir. Zira muhalif güçler arasında en güçlü yapılardan biri olan HTŞ’nin Türkiye dahil dünya tarafından terör örgütü olarak tanınması da önemli bir sorun teşkil etmektedir. HTŞ’nin terör örgütü tanımından çıkabilmesi “terör” nitelemesine neden olan unsurlardan temizlenmesi için gereken sürecin yürütülmesi gerekecektir. Örgüt henüz Esed devrilmeden önce bu yönde bir dönüşüme gidileceğini belirterek 13 günlük taarruz süresince sürekli yapıcı açıklamalarda bulunarak buna zemin hazırlamış olsa da kamuoyu nezdinde bunu sağlamak zorlu bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Suriye Sahası
Suriye İç Savaşı’nın başlangıcından bugüne Suriye halkının haklı talebi ile muhalifleri destekleyen Türkiye’nin yeni süreçteki rolü de sahayı doğrudan etkileyecek. Zira Rusya ve İran Rejim’in yıkılışı ile sahadan çekildi ancak ABD YPG/PKK terör örgütünü DEAŞ’a karşı destekleme bahanesi ile varlığını sürdürürken İsrail ise muhaliflerin pozisyonundan korkarak pervasız saldırılar icra etmektedir.
Son yılarda Suriye sahası üstteki grafikte görüldüğü üzere çok oyunculu ve yoğun çatışma ortamdır. Rejim, Rusya ve İran’ın sahadan büyük ölçüde çekilmesi ve muhaliflerin rejime karşı zafer kazanması ile Türkiye’nin sahadaki etkisi ve önemi artarken karşı karşıya kaldı tehdide karşı denge mekanizması da başkalaşım geçirmiştir. Rusya ve ABD arasındaki denge yerini ABD karşısında muhalifler üzerindeki etkisini kullanma yönünde değiştirmiştir. Ayrıca İsrail ile doğrudan karşı karşıya gelme ihtimali astronomik olarak artmıştır.
Türkiye’nin Karşısındaki Tablo
Muhaliflerin Esed Rejimini devirdiği zaman dilimi dünyanın tamamı olağan dışı hareketliliklerin olduğu bir döneme isabet etti. Zira Fransa’da hükumet düşüşü, Almanya’da siyasi kavgalar, Güney Kore’de başarısız darbe teşebbüsü, ABD’de Biden düşerken yeni başkanın henüz göreve gelmemesi, Rusya-Ukrayna savaşı, İsrail-Filistin ve İsrail-Hizbullah çatışmaları gerçekleşmekte. Bu gelişmeler ve olaylar silsilesi karşısında muhalifler rejimi devrilmesi ve akabinde yeni bir yönetimin kurulması süreçlerinde de Türkiye’nin önemli bir rolü olacağı şüphesiz bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır.
Suriye’deki yeni dönemin inşasında Türkiye’nin siyasi rolünün çok fazla olacağı şüphesiz bir gerçek. Ancak asıl soru Türkiye’nin savunma ve güvenlik konularındaki rolü ne olacak? Muhalifler gayrinizami bir harp ortamında bulunurken bunları yönetmek, eğitmek ve organize etmek Katar gibi çeşitli ülkelerin de yardımı ile görece daha kolaydı. Ancak değişen dönemde bir devlet yapısın kurgulanması bahse konu gayrinizami birliklerin nizami bir güvenlik yapısı içerisinde yeniden organize edilmesi süreci gerçekleşecek. Hem de tüm bunlar Suriye gibi çatışmaların bir türlü bitmek tükenmek bilmeyen İsrail gibi saldırgan bir haydut devletin sınırlarında gerçekleşecek.
Bu başlıklar ile birlikte Türkiye’nin kendi sınır güvenliği ve terörle mücadele faaliyetleri en önemli problemlerden birini teşkil etmektedir. YPG/PKK tabanlı bir terör devletinin hayata geçirilmemesi için hızlıca aksiyon alınması gerekmektedir. Rejimin yıkılmasını fırsat bilerek Halep’e kadar ilerlemeye çalışan terör örgütüne Suriye Milli Ordusu unsurlarınca fırsat tanınmamış karşı taarruz ile Tel Rıfat, Menbiç ve çevredeki stratejik noktalar terör unsurlarınca temizlenmiştir. Bu harekatlar süresince Türkiye’nin SİHA ve sınırlı topçu desteği verdiği görülmüştür. Bahse konu faaliyetler terör örgütüne karşı fırsat verilmemesi açısından güzel gelişmeler olsa da Rakka, Ayn El-Arab, Haseke ve Kamışlı gibi kritik ve önemli yerlerin bulunduğu geniş bir alan halen ABD desteği ile terör örgütünün kontrolü altında tutulmaktadır.
Her ne kadar ABD’nin seçilmiş başkanı Donald Trump tarafından Biden yönetimine yönelik “Suriye’deki olaylara karışmayın”[3] uyarısı yapılsa da Biden cephesi terör örgütünün alan kaybetmesinden ve Türkiye’nin olası müdahalesinden korkarak Türkiye’ye diplomatik kaynaklar üzerinden baskı uygulamaya başlamıştır.[4] Muhaliflerin Türkiye desteği olmadan YPG’ye karşı ne kadar alan kazanacağı şimdilik net olarak tahmin edilememektedir. Ancak Rakka ve Deyrizor gibi Arap nüfusun yoğun olduğu bölgelerde terör örgütüne karşı halkın yoğun tepkisi ve ayaklanması SMO’nun bu bölgelere girişi için olumlu ihtimaller oluşturmakta. Tüm bu konjonktür göz önüne alındığında sürecin soğuması halinde ABD’nin yeni Suriye hükumetine yapacağı baskı, şantaj ve hediyeler (sopa havuç ilişkisi) üzerinden YPG/PKK’yı ülkede resmi bir unsur haline getirme ihtimali bulunmaktadır. Türkiye açısından bu son derece riskli bir ihtimal olarak masada durmaktadır. Bu ahval içerisinde Türkiye’nin Trump dönemi başlamadan hızlı bir operasyon ile YPG/PKK’nın belini kırması bir fırsat olarak karşımızda yer almaktadır. Çünkü Trump yönetimi her ne kadar “Suriye ilgi alanım değil” dese de ABD yerleşik nizamının buna ne ölçüde izin vereceği ve Trump’ın tepkileri öngörülebilir değildir. Bu fırsatın kaçması resmi olarak “özerklik” yapısı altına girmiş bir YPG/PKK’nın çok daha büyük bir bela olarak Türkiye’nin karşısında bulunması anlamına gelecektir.
Bu hususların dışında Rusya’nın Suriye’deki askeri varlığının ne olacağı konusunda da kesinlik oluşmamıştır. Muhalifler Rusya’nın askerlerinin hayatta kalma refleksi ile ağır saldırılar yapmaması için Rus üslerine yönelik aktif saldırıya geçmemiştir. Rusya tarafı ise çeşitli birliklerini çekmiş üslerden çok sayıda kargo uçağı ile kritik sistem ve personelini tahliye etmeye başlamıştır. Ancak Türkiye üzerinden Lazkiye ve Tartus’taki kritik üslerini ülkede tutmak üzere çaba sarf edeceği tahmin edilmektedir. Bu hususta Esed’in Moskova’ya sığınmasına izin veren Rusya ile muhalifler arasında ne tür bir anlaşma zemini oluşacağı merak konusudur.
Türkiye’nin Savunma ve Güvenlik Rolü Ne Olmalı?
Yıllardır istikrarsızlığın hüküm sürdüğü Suriye sahasında güvenlik yapısını yeniden tatbik etmek oldukça zor olacaktır. Bölgede doğrudan askeri risklerin yanında kaçakçılık, uyuşturucu ticareti ve rejim artığı unsurların yargılanmaları gibi sorunlar da bulunmaktadır.
Suriye’de uluslararası meşruiyeti olan hükumet yapısı (geçiş hükumeti?) tatbik edilir edilmez Türkiye’nin Suriye’deki varlığının, sınır güvenliğine yönelik 30 km’lik güvenli bölge yapısının ve Suriye genelinde terörle mücadele hakkının adil zeminde anlaşmalar ile güvence altına alınması gerekmektedir.
Suriye’nin kuzey ve güney doğu istikametlerinde Türkiye için gerekli olabilecek stratejik üst bölgelerinin tayin ve tespit edilerek askeri iş birliği anlaşması çerçevesinde Türkiye’nin kullanımına sağlanması gerekmektedir. Kuzey doğu bölgesindeki askeri üs ve yapı terörle mücadele, hava sahası kontrol ve erken uyarı amaçlı kurgulanırken güney bölgesindeki askeri üs İsrail’e yönelik erken ihbar ve istihbarat amaçlı olarak kurgulanmalıdır.
Muhalifler hem eski düşman Hizbullah hem de yeni düşman İsrail ile doğrudan komşu olacağı için çatışma riskleri hem çok yüksek hem de çok hassas olacaktır. Artık gayrinizami bir yapı yerine devlet otoritesi sağlanması gerektiğinden angajman kuralları oluşturulmalı verilecek karşılıkları üzerinden senaryolar düşünülmelidir.
Yeni rejimin savunma ve güvenlik yapısı oluşturulurken muhalif unsurların burada nasıl konumlandırılacağı büyük bir soru işaretidir. Ancak Türkiye’nin desteği ile güvenlik soruşturmaları icra edilerek yabancı ülke angajmanlarının minimuma indirileceği bir ordu yapısının oluşturulması gerekmektedir.
Suriye’nin güvenliğini tesis etmede en önemli iki sınav şüphesiz ABD ve İsrail’in rolü olacaktır. YPG/PKK’nın temizlenmesine izin vermemek için çaba gösterecek olan ABD ve bu uğurda gerçekleştireceği hamleler ile İsrail’in türlü güvenlik bahaneleri öne sürerek Suriye’yi istikrarsızlaştırma çabaları bahse konu savunma güvenlik yapısının inşasında büyük zorluklar çıkarma potansiyeline sahip. Özellikle İsrail’in geçtiğimiz 5 yıldaki gibi keyfi hava saldırıları icra etmesi Suriye’de güvenlik yapısı kurulmadan yeni çatışmaları tetikleme potansiyeline sahip. Esasen yukarıda yer alan erken uyarı üsleri kurulması fikri de bu temelden çıkmaktadır. İsrail’in istikrarsızlık getiren hamlelerinin devam etme olasılığına karşı Türkiye’nin hem kendini hem de Suriye sahasındaki varlıklarını koruması için İsrail’e yönelik erken ihbar kapasitelerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Özellikle F-35 savaş uçağı başta olmak üzere güçlü elektronik harp kabiliyetine sahip olan İsrail Hava Kuvvetleri’nin önlenmesi Türkiye için zorlu bölgedeki diğer ülkeler için neredeyse imkansız bir misyondur. Türkiye’nin hava sahasını koruma biçimi uzun yıllarıdır hava kuvvetlerine dayalı olması sebebi ile kara tabanlı hava savunma birimleri bu süre zarfında gereken ölçüde gelişmemiştir. Bu noktada Türkiye’nin F-35 programından çıkarılması ile birlikte İsrail’in elindeki hava araçlarına (F-35, F-15I, F-16I) karşı üstünlük sağlayacak uçak filosu bulunmamaktadır. SİPER ve HİSAR sistemleri henüz prototip sistemleri ile envantere girmiş seri üretim ürünleri daha göreve başlamamıştır. Tüm bu ahval içerisinde Türkiye’nin Suriye’deki hava savunma kabiliyetleri için iki husus öne çıkmaktadır:
- Gelişmiş erken uyarı sistemleri
- Elektronik Harp sistemleri
İsrail yukarıdaki her iki alanda kabiliyetli bir ülke olarak çıkmaktadır. Ancak Türkiye de bu alanda güçlü bir ülke konumundadır.
Örnek bir senaryo düşünüldüğünde İsrail’in güçlü elektronik harp sistemlerine sahip filosuna yönelik caydırıcılık için Suriye sahasındaki muhtelif konumlara şu sistemler yerleştirilebilir:
- Erken İhbar Radarı:
- EİRS / ERALP
- ALP / AİR
- ED / Pasif Radar
- REDET II ET/ED EH Sistemi
- SANCAK, KARAKULAK, ILGAR Muhabere ED/ET Sistemleri
- SEYMEN Seyrüsefer ET Sistemi
- PARS Pasif Radar Projesi
- EHSİM PBAS
- Uzun Menzilli Hava Savunma Füzesi
- SİPER Blok 1
- Taktik AESA veya Pasif Sensörler
- ASELSAN AURA AESA
- METEKSAN Retinar AESA
Örnek senaryo elbette maksimalist bir şekilde kullanılmıştır. Zira hem EİRS hem de SİPER sisteminden envanterde yeterli adette bulunmamaktadır. Ancak EH sistemleri konusunda envanter daha yeterli miktardadır. Yerli imkanlarla bile en az 1-2 milyar dolarlık bu senaryo görece daha orta vadede kurgulanması mümkün bir senaryo olarak öne çıkarken en kısa sürelerde EİRS sistemlerinin olabildiğince Suriye içlerine konuşlandırılması Türk Hava Kuvvetleri’nin farkındalığını artırmak açısından çok kritik bir öneme sahiptir. Zira F-35 gibi düşük görünürlüğe sahip uçaklar ve İsrail’in diğer gelişmiş elektronik harp kabiliyetine sahip filolarına karşı sensörlerin türü (Radar, IR, RF), yerleşim yeri ve sayısını artırmak bu tip sistemlerin tespit olasılığını büyük ölçüde artırmaktadır. Daha önce Rusya’nın bölgede kurduğu radar ve ilgili tespit alt yapıları görece demode sistemler olduğundan Türkiye’nin modern AESA yapıdaki sistemleri daha etkili olacaktır.
Birden fazla sistemin kullanılması bölgedeki tüm sinyallerin aktif ve pasif olarak takip edilmesi Suriye’nin geleceği ve kalkınması için de kritik bir öneme sahiptir. Her ne kadar Suriye’deki askeri varlığı artırmak hatta bunun için ek silahlanma maliyet doğursa da artık bu bölgenin stabilize hale gelmesi Türkiye’nin ekonomik çıkarları açıdan da gereklidir. Dolayısı ile hem güvenlik hem de ekonomik açıdan karşılığı alınabilecek bu yatırımın disiplinli bir şekilde icra edilmesi gerekmektedir.
Buradaki silahlanma yapısı düşünülürken eğer İsrail bombardımanının ardında görev yapabilecek hava savunma birimleri kaldıysa bunların da ASELSAN’ın Azerbaycan’daki komuta kontrol tecrübeleri gereğince mimarinin içerisinde düşünülmesi isabetli bir karar olacaktır.
Türkiye’nin İHA’lar üzerinden kurguladığı erken ihbar sistemini en kısa sürede envantere alması hem Suriye sahası hem de genel güvenlik ihtiyaçları açısından her geçen gün daha da elzem hale gelmektedir.
Sonuç
Suriye’nin yeniden yapılanması sürecinde güvenlik birimleri bizzat Türk Silahlı Kuvvetleri’nin dahli ile çok sıkı bir şekilde yürütülmelidir. Nitekim istikrarsız bir Suriye sahası YPG/PKK temizlense dahi bir yandan Hizbullah ve PKK gibi devlet dışı terör örgütleri bir yandan da İsrail gibi bir terör devletinin iştahını kabartmaya devam edecektir. Bölgede genel istikrarın sağlanması uzun bir süre alacağından TSK’nın uzun süre doğrudan sahada yer alması gerekebilir. Bu noktada Libya, Irak ve Suriye sahası ile birlikte kendi güvenlik ihtiyaçlarını sağlayan TSK’nın modernizasyonu için acil şekilde hem ek bütçe hem de ek teçhizat alımı kaçınılmaz gözükmektedir. Bahse konu ihtiyaçların karşılanmasında kaçınılmaz şekilde Suriye’de etkili olmak isteyecek olan Körfez ülkelerinin hedefledikleri etki oranında Türkiye’nin bölgedeki güvenlik inşasına da katkı sunması gerekmektedir. Ayrıca Katar ve Suudi Arabistan gibi ülkeler Türkiye ile müşterek şekilde sahada görev alabileceği gibi Eurofighter veya F-15QA/SA savaş uçaklarını Türkiye’ye kiralamak gibi yöntemlerle de destek verebilir. Hatta çok fazla göze batmamak üzere yapabilecekleri en büyük katkı eğitim iş birliği adı altında Türkiye’ye geçici uçak konuşlandırmak veya kiralamak usulü olacaktır.
Suriye’deki güvenlik inşa süreci hem teknik hem de politik koşullar açısından farklı fırsatlar ile zorlukları beraberinde getirmektedir. Ancak öncelikli olan İsrail’in saldırganlığını azaltmak ve terör örgütlerini Suriye sahasından silmek üzere kurgulanmalıdır. Özellikle seçilmiş ABD Başkanı Donald Trump göreve başlamadan YPG/PKK terör örgütünün belinin kırılması elzem gözükmektedir.
Referanslar:
- https://www.ntv.com.tr/dunya/israil-suriyeyi-vuruyor250-hedefe-saldirdi,isghVd6N60idEXzCAqZH_Q
- https://www.aa.com.tr/tr/dunya/israil-in-suriye-topraklarinda-bulunan-tampon-bolgeyi-isgal-etmesi-gozleri-golan-tepeleri-ne-cevirdi/3418810
- https://www.hurriyet.com.tr/dunya/trump-bu-bizim-savasimiz-degil-karismayin-42618868
- https://x.com/Defence_Turk/status/1866021783641489562
Defence Turk Genel Yayın Yönetmeni. Kocaeli Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı mezunu ve amatör fotoğrafçı. Teknoloji, otomotiv ve uluslararası ilişkiler meraklısı. Savunma sanayii araştırmacısı.