“Savaş alanında ön saflarda savaşan piyadelerimizin zırhlı ateş gücüne ihtiyaç duydukları muhakak. Fakat bu ihtiyacı karşılamanın tek ve en ekonomik yolu modern bir AMT edinmek mi?“
Denge kainatın ve hayatın özünde duran önemli bir unsurdur. Elbette böylesine bir unsurun insan hayatına, medeniyetlerine, mücadelelerine ve savaşlarına yansımaması düşünülemez. Dengenin en çok bozulduğu/sarsıldığı zamanlar ise kaos, savaş ve köklü değişim anlarıdır. Yaşadığımız şu anda olduğu gibi. Çünkü endüstri çağı medeniyetinin olgunlaşmış bir evresinin sonunu sürerken, bilgi çağı medeniyetinin ilk evresine doğru ilerliyoruz. Bu değişim sürecide birçok toplum için birçok farklı denge arayışını beraberinde getirmekte.
Kaplan MT’nin Ortaya Çıkış Serüveni
Endonezya Ordusu 2010’lu yılların başında kendisine temel bir soru sormuştu. Geleceğin savaş ortamında nasıl bir zırhlı ateş gücü istiyorum? Ortaya çıkan şey dört başı mamur bir Ana Muharebe Tankı (AMT) değildi. Elbette o da büyük çaplı yüzleşmeler için elde bulundurulmalıydı ki bu ihtiyaçlarını Almanya’dan zamanının ihtiyaç fazlası Leopard 2 AMT’lerini (2 farklı modelde) satın alarak giderdiler.
Peki öyleyse nasıl bir sistem olmalıydı?
• İstedikleri daha hafif ve kolay nakledilebilir bir tanktı. Böylece 13.000’den fazla irili ufaklı adacık arasında daha kolay bir güç kaydırma işlemi yapabileceklerdi.
• Söz konusu orta-hafif tank, yüksek profilli olmalıydı. Çünkü aşırı yağış alan ve çamurlu topraklara, bozuk yollara sahip olan ülkede, kolayca araziye saplanıp kalmamalıydı. Ayrıca ülkenin aşırı yoğun bitki örtüsü yüksek profilli dahi olsa tankı gizlemek için yeterliydi.
• Hem direkt hem de dolaylı ateş gücü desteği sunmalıydı. Çünkü fakir ülkenin çok fazla imkanı yoktu. Sistem hem yanında savaşa girdiği piyadeleri korumalı, hem düşman zırhlı araçlarını imha edebilmeli, hemde 17 km. mesafeye kadar diğer birliklere (belki adalara) dolaylı topçu ateş desteği sağlayabilmeliydi.
• Endonezya gayri nizami harp tecrübesine sahipti. Dünyanın gidişatı da açıkça görülebiliyordu. Bu nedenle istedikleri sistem EYP vb. diğer tip patlayıcılara karşı güvenilir bir gövdeye sahip olmalıydı.
• Kısıtlı bütçe ile bu işi kotarabilmeliydiler. Çünkü geniş kara, deniz ve hava sınırları olan bu ülkenin savunma ihtiyaçları da oldukça çeşitliydi. Ayrıca caydırıcılıklarını başta gelişmiş bir denizaltı kuvveti oluşturmak üzere, karasal sınırları ötesinden başlatmaları gerekiyordu.
• Bu proje ile teknoloji, yapabilirlik kazanmalı ve yerli üretim kabiliyetini de geliştirmeliydiler. Bu nedenle paylaşıma açık ve yetenekli teknik bir partnerle yola çıkmaları gerekiyordu.
İşte tüm bu nedenlerden dolayı Türkiye’nin köklü zırhlı araç üreticilerinden FNSS ile masaya oturarak Haimau (Kaplan MT) tankını kurgulamaya başladılar. Ürün olgunlaştı ve birkaç gün önce Endonezya Ordusundan ilk siparişini de aldı. Özellikle Asya-Pasifik bölgesinde, Endonezya’ya benzer coğrafi ve iklimsel şartlara sahip,bu sistemle ilgilenen birçok yabancı ülke de var. Dolayısıyla FNSS-Pindad ortak üretimi olan sistemin, ihracat başarılarıyla birlikte parlak bir gelecek potansiyeline sahip olduğunu öngörebiliriz.
Tankın teknik özelliklerine yönelik detaylara girmiyorum. Zira sitemizdeki geçmiş haber ve yayınlardan rahatlıkla ulaşabilirsiniz.
“Hafif zırhlı ama yeterli ateş gücü”
Bununla birlikte Kaplan’ı oluşturan düşünceyi anlatırken bilerek atladığım bir kısım vardı. Çünkü bunu genişleterek tekrar açmak istedim. Zira yazının başında andığım zaman ve değişim süreciyle ilgili, oldukça ciddi anlam bağlantıları içermekte. Suriye savaş alanından elde ettiğimiz tecrübeleri de anlamlandırmakta. Bizlere farklı bir bakış açısı ilham etmekte. Gelin bu hikayeye Kaplan’ın yerini alacağı Fransız ekolü AMX-13 tankını irdeleyerek başlayalım.
İkinci dünya savaşından derin yaralarla çıkan Fransa’nın, sömürgelerini kontrol etmek adına, kolay nakledilebilir, hafif zırhlı ama yeterli ateş gücünü sağlayabilecek, bir tanka ihtiyacı vardı. Bu düşünce ile AMX-13 şekillendi ve oldukça eskimesine rağmen hala dünya çapında birçok memnun kullanıcısı bulunmakta. Özellikle asimetrik savaş alanlarında kendisini kanıtlayan bu konsept, zaman içerisinde AMX-10 RC/RCR, Panhard EBR, Panhard ERC-90, Renault VBC-90 gibi birçok tekerlekli zırhlı aracın da hizmete girmesini sağladı. Hindistan-Pakistan savaşlarında görüldüğü üzere sistem zırhlı yüzleşmeler için pek uygun değildi. Fakat muharebe sahasının diğer tüm alanlarında benzerlerinden daha yüksek kabiliyetler sunabiliyordu. Keza artık namludan atılabilen ATGM’ler vb. teknolojik gelişmeler bu hususta da orta/hafif tanklar lehine bir değişim yaratma potansiyeline sahiptir.
“İhtiyacı karşılamanın tek yolu modern bir AMT edinmek mi?”
Dikkat ederseniz en modernlerinden batı yapımı/standardı bir AMT’yi 10-15 milyon USD (ABD Doları) bedelle satın almanız mümkündür. Fakat bunu serviste tutmak için kurmanız gereken altyapı, cephanesi, personel eğitimi, ilave ihtiyaç kalemleri ile birlikte bu rakam rahatlıkla 20-25 milyon USD tutarına çıkabilecektir. Peki bunu yaparak ne elde edersiniz? Ağır zırhı ve yüksek teknolojik imkanlarıyla birlikte hala imha edilebilir olan, 120 mm’lik bir ateş gücü. Savaş alanında ön saflarda savaşan piyadelerimizin bu zırhlı ateş gücüne ihtiyaç duydukları muhakak. Fakat bu ihtiyacı karşılamanın tek ve en ekonomik yolu modern bir AMT edinmek mi? İşte bu soru bize Fransa, Endonezya, Vietnam, Suriye vb. birçok ülkenin savaş deneyimlerini de göz ardı etmememizi hatırlatmaktadır.
Eski bir askeri deyim vardır: Arazi koskoca orduları bile kolayca yutar. Gerçekten de öyledir. Dünya oldukça geniştir. Bu nedenledir ki antik tarih boyunca genelde iki tür savaş görüyoruz. Birincisi orduların açık araziye çıkıp yüzleştiği meydan savaşları. Diğeri ise kuşatmalar. Ardından yükselmeye başlayan teknoloji ve ateşli silahların varlığı bizlere filmlerden hatırlayacağınız farklı romantik sahneleri de sunmakta. Mesela arazide karşılıklı sıra sıra dizilmiş iki ordunun, trompetçiler eşliğinde birbirine yaklaşması, ağızdan dolma tüfeklerle salvo ateşi açması gibi. Veyahut 1. Dünya Savaşının meşhur siper savaşları. Cephe yarıldı mı geri çekilirsiniz. (Bu kaideyi hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır diyerek yıkan yüce Atatürk’ümüze selam olsun.)
Peki, günümüzde bizlere garip ve anlaşılması zor görünen ama aslen tarihi gerçeklere dayanan bu mantığı şekillendiren unsur nedir? Arazinin engin genişliği, insanın azlığı ve tarafların bir yenen ve bir yenilen varlığına ihtiyaç duyması. Bu düşünsel etkinin yankılarını hala günümüz modern muharebe sahalarında ve düzenli ordu savaşlarında görebilmekteyiz. Siklet merkezi gibi askeri kavramları da şekillendiren bu askeri geçmiştir aslına bakarsanız.
Asimetrik Savaşlar Gerçeği
Fakat soğuk savaşın başlangıcından günümüze, çatışmaların oldukça büyük çoğunluğunun asimetrik muharebelerden oluştuğunu görmekteyiz. Ülkemizin de uzun zamandır boğuştuğu terör belası örneğinde olduğu gibi. İç savaşlar, düşük yoğunluklu vekalet savaşları, önleyici müdahaleler vb. farklı türde askeri operasyon çeşitlerini de bolca görebiliyoruz aynı dönemde. Fakat her ne hikmetse dünyanın önemli bir çoğunluğu, bu yeni savaş biçimlerini, simetrik muharebeler için dizayn edilmiş ve şekillenmiş silah sistemleri ve platformlarla sürdürmekte. Ülkemizin de defalarca yüksek can ve kan bedelleri karşılığı satın aldığı ve defalarca da unutup tekrar hatırlamak zorunda kaldığı bir gerçektir bu. Fakat yaşadığımız coğrafya düşünüldüğünde, yıllardır asimetrik bir savaş içinde olsak dahi, simetrik savaş ihtimallerinin de nefesimiz kadar yakın olduğunu fark etmemiz kaçınılmazdır. Öyleyse Türkiye’nin her türlü savaş biçiminde etkin ve sürdürülebilir bir savunmaya ihtiyacı olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz.
Dünyada gerek askeri gerekse ticari mücadele eğilimi, dağınık kuvvetlerden oluşmuş bir yapıyı ilham etmektedir. Fakat gerektiğinde odaklanabilen, belli bir amaç için güç yoğunlaştırabilen organize bir dağınıklıktır bu. Zaten kadim müttefiğimiz (?) ABD gerek IŞİD gerekse PKK Suriye kolunu organize ederken bu yeni terör yapısı konseptine göre eğitim ve donatım sağlamıştır. Değişen dengeler ışığında ülkemizi bir yerli ve milli (?) bir savunma sanayii atılımı içinde görüyoruz. Fakat bu atılımın felsefi altyapısı ve belirgin bir amacı var mı? İhtiyaçlarımıza cevaplar üretebiliyor mu? Özgün konseptler ortaya koyabiliyor mu? İşte bu noktada hala taklit etmek dışında anlamlı bir gelişme fark edemiyoruz. Çünkü son derece basit bir yerde takılıyoruz: Başkaları düşünmemiş ise, yapmamış ise elbet bir sebebi vardır, biz neden yapalım? Başkaları yapmış ise de mümkün olduğunca yerli bir türevini yapıp kullanalım. Dolayısıyla Kaplan MT gibi özgün bir proje çıkarabilsek bile ancak bu; Endonezya gibi bir ülkenin kendi isterlerini kendisine uygun biçimde tanımlamasıyla birlikte gerçekleşebiliyor.
Ağ Merkezli Yeni Bir Zırhlı Birim Fikri
Öyleyse gelin eldekiler üzerinden bir yorum yapmaya, bir çözüm üretmeye çalışalım. Örneğin aktif koruma sistemi ve reaktif zırhıyla birlikte bir Altay AMT bize 12 milyon USD bedele mal oluyor olsun. Reaktif zırh ile güçlendirilmiş bir Kaplan MT ise 4 milyon USD bedele. Öyleyse 4 adet Altay tankından oluşan bir birim yapısının yerine, ağ merkezli çalışabilen 2 adet Altay ve 6 adet Kaplan MT’den oluşan bir zırhlı birim kurarsak nasıl olur?
Kuvveti daha geniş araziyi tutacak şekilde konuşlandırabilir, dolaylı ateş desteği imkanı da sağlayabilir, tehdide en uygun birimleri öne çıkarabilir, kuvvet ilerlerken arka ve yan boşluklarını gözetim/kontrol altında tutacak ilave birimler kazanabilir, hava ve kara saldırısı ihtimallerine karşı düşman dikkat ve odaklanmasını dağıtabilir, düşmanın bir noktasına daha fazla ateş gücü yoğunlaştırabilir, ileride bu birlikler zırhlı İKA’lar (İnsansız Kara Araçları) ile desteklendiğinde daha çok operatörü arazide bulundurabiliriz. (Her tank komutanının bağımsız bir İKA’ya sahip olduğunu var sayalım misalen. Veya arazide birlikte hareket edebilecek yetenekte sahte şişme tankların İKA modellerine.)
Sadece ikinci dünya savaşından beri alışılagelen klasik tank birliği yapısını birazcık revize edip, iki farklı tipte yeniden oluşturduk değil mi? Yani “hattı müdafa yoktur, sathı müdafa vardır”dan çok daha mütevazi ve hafif bir taktiksel değişiklik. Daha fazla insan gücü ihtiyacı ve biraz da lojistik karmaşa dışında pek de bir kaybımız olmaz bununla. Değer mi? Sizlere bırakıyorum.
(Not: Şimdi olur ya bu fikir birilerinin aklına yatar, kalkıp Japon Type-16 MCV ya da İtalyan Centauro 2 gibi adanmış ve düşük silüetli bir platform isterler. Bunun için ihaleye çıkar, bir sürü vakit üstüne vakit kaybeder, sürüsüne bereket ilave kaynak harcarlar. Buradan da maksadın üzüm mü, bağcı mı olduğu rahatlıkla anlaşılabilir.)
Sonuç
Sonuç olarak bir amaca ulaşmanın daima birden çok daha fazla doğru yolu vardır. Bu makaleyle vermiş olduğum örnek sadece düşünce jimnastiği kapsamında ele alınmalı ve mutlak doğru olarak algılanmamalıdır. Örneğin Altay gelişimi süresince teknik destek aldığımız Güney Kore’li Hyundai Rotem firması, K-2 gibi gayet modern ve pahalı bir tankı hizmete sokmayı başarmıştır. 100 (serviste) + 100 (üretilecek) adet Güney Kore ordusundan da sipariş almıştır. Fakat bununla birlikte uzun yıllar önce ABD teknik destek ve ilhamıyla ürettiği K-1 tankını, hem modernize etme hem de üretim bandını tekrar açarak en modern versiyonundan 600 yeni tank üretme görevini de üstlenmiştir. Her halükarda 30 sene öncesinin tasarımına sahip K-1 tankının, K-2 tankının yarısından düşük bir maliyete geleceğini öngörebiliriz. Belki yakın bir gelecekte benzeri karma tip tank birliklerini bu ülke kullanımında görmeye başlayabiliriz. Kim bilir?
Umarım zihni bariyerlerimizi gecikmeden kırmayı başarır ve bu değişim dönemine de, aynı atalarımızın çağlar boyunca yaptığı gibi damgamızı vurmaya kadir oluruz. Simetrik ve asimetrik savaş tehditleri arasındaki dengemizi tekrar kurarız. Geleceğe daha yüksek bir umutla bakarken düşmanlarımız için daha caydırıcı bir güç yapısı oluşturabiliriz. Yeni bir makalede görüşene dek, sağlıcakla, afiyetle ve muhabbetle kalasınız.
Aybars MERİÇ
aybarsmeric@gmail.com
Yazarın önceki yazıları:
Aktif koruma sistemleri, koruyamama sistemlerine dönüşebilir mi?
Tekerlekli ve Paletli Zırhlı Araçlar Sektörüne Özel Bakış
Defence Turk Kurucu Ortağı, makine mühendisliği öğrencisi, savunma ve ulusal güvenlik konularıyla yakından ilgileniyor. Amatör olarak video editlemeyi ve fotoğraf çekmeyi seviyor.