Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Libya Stratejilerinin mimarı olarak bilinen Emekli Tümamiral Doç. Dr. Cihat Yaycı, Defence Turk’ün Doğu Akdeniz, Libya ve Savunma ve Güvenlik ile ilgili sorularını yanıtladı.
“Güç aktarım yeteneğine sahip olmayı hedefleyen böyle bir devletin donanmasının da pek tabii uçak gemisine ihtiyacı vardır.”
Defence Turk: Geçtiğimiz 10-15 yıllık periyotta Türkiye’ye ait adalar işgal edildi mi? Doğru bilinen yanlışlar nelerdir?
Cihat Yaycı: Sorun; 1914 Altı Büyük Devlet Kararı, 1923 Lozan Anlaşması ve 1947 Paris Barış Anlaşmasına dayanmaktadır. Biz, esasen, Egemenliği Anlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar (EGAYDAAK) sorununun hukuki ve akademik açıdan detaylı olarak farkına ancak 1996 Kardak Adaları krizinde vardık. Gerçi, 1936’da, zamanının İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın ve 1984 yılında Kardak Adaları kıyılarında avlanan Evdokia isimli Yunan teknesinin tutuklanması ve cezalandırılması gibi bir takım faaliyetler de mevcuttur.
1996 yılında krizi müteakip yapılan çalışmalarda 152 adet EGAYDAAK grubu tespit edilmiştir. EGAYDAAK durumundaki adaların bir kısmında köyler, kasabalar vardır. Ancak hala bunların hangi adalar olduğu resmen Türkiye Cumhuriyeti tarafından açıklanmamıştır. Türk kamuoyu, EGAYDAAK isimlerini açık kaynaklardan öğrenmiştir ve bu konuda çok şükür ki hassastır.
Diğer yandan, üzerinde Türk bayrağı asılı olup da Yunanistan tarafından bayrağımızın indirilip de işgal edilen hiçbir adası mevcut değildir. EGAYDAAK sorunu, Adalar Denizinde (Ege) temel sorundur ve çözümlenmeden hiçbir sorun çözümlenemez.
Defence Turk: Türkiye’nin uçak gemisi ihtiyacı ve Deniz Kuvvetleri’nin bu ihtiyaca bakışı nasıl?
Cihat Yaycı: Küreselleşme nedeniyle ülkelerin karşılıklı bağımlılığı her geçen gün artmaktadır. Bu nedenle dünya üzerinde denize kıyısı olan her ülke, Türkiye’nin denizden komşusu sayılır. Türkiye, “Güç Aktarım Yeteneğine Sahip Orta Ölçekli Devlet” statüsüne sahip olmayı hedeflemelidir. Güç aktarım yeteneğine sahip olmayı hedefleyen böyle bir devletin donanmasının da pek tabii uçak gemisine ihtiyacı vardır. Uçak gemisine ihtiyacımız olduğunun saha üzerindeki delili olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Libya’da UMH’ye verdiği desteği gösterebiliriz. Libya’da Türk Deniz Kuvvetleri’ne ait bir uçak gemisi olsaydı, mevcut durumdan daha farklı bir durumda olabilirdik. Bu nedenle, uçak gemisi ihtiyacının farkında olarak uçak gemisi projelerini desteklemeliyiz. Türk Deniz Kuvvetleri’nin bu kapsamda şimdiden jet pilotu yetiştirmek için çalışmalarını başlattığını ve geçen yıl Deniz Tayyare Okulunu kurduğunu da biliyoruz. İnanıyorum ki yakın zamanda uçak gemisine sahip olacağız. Sayın Cumhurbaşkanımızın son konuşmalarının da bu yönde olduğunu hatırlatmak isterim. Uçak gemisine sahip olduğumuz gün, Türkiye, dünyada devletler arasında bir üst lige çıkar.
Defence Turk: Türkiye’nin acil muharip savaş gemisi ihtiyacı (fırkateyn, korvet, muhrip) ile ilgili sizce ne yapılmalı? Gemi üretim hızımızın yavaşlığı bize dezavantaj oluşturuyor mu? (TF200–TF4500–İstif sınıfı fırkateyn)
Cihat Yaycı: Türkiye, Türk Deniz Kuvvetleri’nin mühendisleri ile 1990’lı yılların başlarından itibaren Deniz Kuvvetleri’nin gemi ihtiyacını karşılamak için ciddi atılımlar yapmaya başlamıştır. Nihayetinde Milli Gemisini üretmiş ve hatta ihraç etmeye başlamıştır. Türkiye, milli savunma sanayisini kurmakta olan bir devlettir. Bu bağlamda, milli savunma sanayisini kurmak ve bu sanayi içerisinden projeler çıkarıp bunları üretime geçirmek, ne yazık ki hemen olmamaktadır. Türkiye, ulusal savunma sanayisini imkanları doğrultusunda hızlı bir şekilde aktif olarak kullanmaya çalışmaktadır. Fakat yaşanan mali sorunlarla birlikte gemi inşa sürelerinin uzaması, birtakım projelerin geçici süreyle askıya alınması, muhtemel ve olağan gelişmelerdir. Tüm bunlara rağmen, Türkiye, donanmasının ihtiyaçlarını görmekte, geçici süreyle bu ihtiyaçları gidermek için çeşitli modernizasyon projeleri yürütmekte ve aynı zamanda donanmasını güncellemek adına yeni gemi inşa projeleri üretmekte ve yürütmektedir. Türk donanmasının yerli ve modern fırkateyn ve korvetlerin yanı sıra hava savunma fırkateynleri, denizaltı gemileri ve uçak gemisine de ihtiyacı vardır. Bu doğrultuda sadece askeri tersaneler değil, özel sektör tersaneleri ile birlikte süratle bu projelerini gerçekleştirmek durumundadır. Özel sektör tersanelerimizin bazıları yurtdışına savaş gemileri yapmaktadır. Devlet ve özel sektör birlikte sinerji oluşturmalıdır. Bu sayede sürat kazanılırken, maliyet etkenlik derecesi de artacaktır. Mevcut konjonktürde güçlü bir deniz kuvvetine sahip olmanın devletimizin bekası açısından ne kadar şart olduğu görülmüştür. Diğer yandan büyük devlet olabilmek için de güçlü bir deniz kuvvetine sahip olmak şarttır.
Tüm bunların sonucunda mevcut projelerimiz envantere dahil olana dek Türk Deniz Kuvvetleri, eğitimli ve inançlı personeli ile kendisine verilen imkanları en iyi şekilde kullanarak, Türkiye’nin ve Türk milletinin hak ve çıkarlarını müdafaa edeceğinden kimsenin şüphesi olmaması gerekir.
Defence Turk: Türkiye’nin Adalar Denizine yönelik hücumbot ve karakol botu sayısı yeterli mi? Sizce bu platformlarda savunma sistemlerine yönelik geliştirmeler yapılmalı mı?
Cihat Yaycı: Türkiye’nin hücumbotları ve karakol botları Adalar Denizi’nde herhangi bir tehdide karşı koyabilecek güç ve kapasitededir. Bununla birlikte elbette fırkateyn, korvet, denizaltı ve destroyer projelerinin yanı sıra mevcut hücumbot ve karakol botlarının geliştirilmesi ve yeni hücumbot ve karakol bot projelerinin de faaliyete geçmesi donanmamıza güç katacaktır. Bu ihtiyaçlar, mevcut konjonktürde, dinamik olarak güncellenmektedir.
Defence Turk: Özellikle Yunanistan’ın OH-58D alımı (bu vesile ile sütre gerisinden çok sayıda Hellfire atış kabiliyeti) ve ardından İsrail ile (25 km menzilli) Spike NLOS füzeleri edinmesi Türk hücumbot ve karakol botları için risk oluşturuyor? Sizce bu tehditlere yönelik hücumbotlarımızın hava savunma kabiliyetinin (40 mm baştopu yerine 35 mm yerli GÖKDENİZ CIWS gibi) geliştirilmesi gerekiyor mu?
Cihat Yaycı: İlgili ve sorumlu makamlarda bulunanlar, bölgemizdeki ülkelerin savunma yatırımlarıyla ve silahlı kuvvetlerimizin ihtiyaçlarıyla ilgili gelişmeleri yakından takip etmekte ve bununla ilgili gerekli önlemleri almaktadır. Bu doğrultuda, yetkililerin belirlediği vadede, envanterimizdeki platformlar milli imkanlarla geliştirilmektedir. Milli silah ve sistemlere sahip olmak hedefimiz olmalıdır ve öyledir de.
Defence Turk: Türk Deniz Kuvvetleri’nin 2000’li yıllarda öngörülen büyüme tahminlerine, maalesef, hedeflenen tarihlerde ulaşılamadı. Sizce DzKK “Orta Ölçekli Küresel Güç Aktarım Yeteneğine” 2030’lu yıllarda ulaşmış olacak mı?
Cihat Yaycı: Özellikle son yıllarda, Türk milleti, denizlerinin öneminin ve denizlerdeki hak ve menfaatlerinin farkına varmıştır. Milletimizde denizler özelinde büyük ve güçlü bir bilinç oluşmuştur. Aynı bilince sahip olan Deniz Kuvvetleri, donanmanın kısa, orta ve uzun vadede milli imkanlarla hazırlanan platformlar vasıtasıyla modernleştirilmesi ile “Orta Ölçekli Küresel Güç Aktarım Kabiliyeti”ne sahip olacaktır. Kısa vadede, Ada Sınıfı Korvetler, Türk Tipi Hücumbotlar, Amfibi Gemiler, Deniz Karakol Uçakları, İnsansız Hava Araçları ve İnsansız / Otonom Sualtı Araçlarının; orta vadede ise, İstif Sınıfı Fırkateynler, Hava Savunma Harbi Fırkateynleri, üzerine uçak konuşlu Havuzlu Çıkarma Gemisi, Muharebe Destek Gemisi, Yeni Nesil Mayın Avlama Gemileri ve Havadan Bağımsız Tahrik Sistemli Denizaltıların üretimi ve envantere girişinin sağlanması durumunda Türk Deniz Kuvvetleri’nin Orta Ölçekli Küresel Güç Aktarımı Yeteneğine önemli oranda kavuşacağını umuyorum.
Defence Turk: Deniz Tayyare Okulu hâlihazırda jet savaş uçağı için pilot yetiştirmeye başladı mı? Bu kapsamda Hava Kuvvetleri Komutanlığı ile iş birliği yürütülüyor mu?
Cihat Yaycı: Türkiye, büyük devlet olma hedefine sahip bir ülkedir. Büyük devlet olmanın gereksinimlerinden biri de büyük ve güçlü bir donanmaya sahip olmaktır. Bunun için de uçak gemisine sahip olmak gerektir. Bu doğrultuda, kanaatime göre, Türk Deniz Kuvvetleri hem deniz havacılığını güçlendirmek hem de kendi pilotlarını kendisi yetiştirebilmek adına Deniz Tayyare Okulu’nu kurmuştur. Deniz Tayyare Okulu’nda TCG Anadolu ve gelecekte envantere girecek gemilerimizde görev alacak jet savaş uçağı pilotlarımızın yetiştirileceğine inanıyorum.
Defence Turk: İnsansız Hava Araçlarının –özellikle Aksungur– deniz karakol uçağı olarak kullanılması düşüncesine nasıl bakıyorsunuz?
Cihat Yaycı: İnsansız Hava Araçları, bir savaş uçağına göre maliyet açısından çok avantajlı araçlardır. İHA’ların göreve hazırlanması, kaldırılması, iniş sonrası bakımları gibi açılardan bir savaş uçağına göre daha düşük maliyetlere sahiptir. Bakım, onarım ve idareleri açısından daha az personele ihtiyaç duyarken, aynı zamanda 4 ve 5. nesil savaş uçaklarına göre daha uzun süre havada kalma sürelerine sahiplerdir. Örnek verdiğiniz Aksungur İHA’sı deniz karakol uçağı olarak 12 saat boyunca havada görev yapabilme özelliğine sahiptir. Bu bakımdan teknolojik, mali ve getirdiği düşük risk açısından İHA’ların bir kısım deniz karakol uçağı fonksiyonlarını yerine getirmek maksatlı olarak kullanılması donanmamıza fayda sağlayacaktır. Ancak birbirlerini şu anda ikame edebilecek durumda değildir. Deniz karakol uçaklarında mevcut sistem ve silahlar çok fazladır ve İHA’lardan farklı fonksiyonları vardır. Birlikte kullanımları sinerji doğuracaktır. Ancak günümüzde birbirinin yerini tutabilmeleri henüz mümkün değildir.
Defence Turk: Türk Deniz, Hava ve Kara Kuvvetleri’nin “müşterek harekat” kabiliyetinin mevcut ve potansiyel durumu hakkındaki düşünceleriniz ve öngörüleriniz nedir?
Cihat Yaycı: Türk Silahlı Kuvvetleri dünyanın sayılı ordularındandır. Geçmişten elde ettiği tecrübe ve geleceğe dair geniş vizyonu ile kendisine düşen her türlü görevi başarı ile ifa etmiş ve edecektir. Bu bağlamda Deniz, Hava ve Kara Kuvvetleri, ulusal savunma sanayisinin katkısı ile beraber müşterek harekât kabiliyetini güçlendirmiş ve güçlendirmeye devam edecektir. Zira Türk Silahlı Kuvvetleri, otonom ve otonom olmayan unsurlarını kusursuz bir uyum içerisinde kullanmakta ve bu bakımdan dünyada bu uyum sürecini sorunsuz bir şekilde atlatan ve uygulayan nadir ordulardan biridir. Sonuç olarak, Türk Silahlı Kuvvetleri bir bütün halinde hareket etme kabiliyeti yüksek, bu kabiliyeti her geçen gün edindiği tecrübeler doğrultusunda artırabilecek bir potansiyele sahiptir. Zaten gerek Suriye’de gerek terörist ile mücadele harekatlarında ve gerekse Doğu Akdeniz’de icra ettiği faaliyetlerde TSK ne kadar başarılı, uyumlu ve senkronize müşterek harekat icra edebildiğini dünyaya göstermiştir. TSK dosta güven, düşmana korku salmaya devam etmektedir ve edecektir.
Defence Turk: İsrail ve Filistin ile olası MEB anlaşması nasıl bir süreçte yönetilmeli?
Cihat Yaycı: Türkiye – İsrail olası MEB anlaşması sürecinde, Türkiye’nin İsrail kamuoyuna ve yetkililerine, İsrail’in 2010 yılında GKRY ile yaptığı anlaşma kapsamında 4600 km2 büyüklüğünde bir deniz alanını GKRY’ye vermiş olduğunu, Türkiye ile anlaşma akdetmesi durumunda 16344 kilometrekare denizalanı kazanacağını ve böylelikle İsrail’in, Afrodit yatağının da bulunduğu GKRY’nin sözde 12 numaralı parselinin tümüne; 1, 7, 8, 9, 10, 11’in bir kısmına sahip olacağını, sonuç itibari ile sahip olacakları zenginlikleri anlatması gerekmektedir. İsrail ile anlaşma yapmanın Filistin ile de anlaşma yapmak anlamına geleceğini, zira Filistin’in Gazze Şeridinin de karşılıklı kıyı kapsamında olduğunu belirtmek isterim. Bu ilerde Filistin’e de müktesep hak sağlayacaktır. Böyle bir anlaşma ile Türkiye, İsrail (ve de Filistin) kazanacak, kaybeden GKRY olacaktır.
Defence Turk: Libya’da tarafların ateşkes açıklamaları sonrası süreçte, Türkiye’nin bölge ülkeleri ile ilişkilerinde iyileşme görebilir miyiz? Mısır’la MEB anlaşmasına giden bir süreç başlayabilir mi?
Cihat Yaycı: Günümüzde uluslararası ittifaklar konjonktürel ve pragmatist (faydacı) bir şekilde yapılmaktadır. Bu nedenle, devletler, dış politikalarında daha kıvrak hareket edebilme yetisine sahiptirler. Bu bağlamda, gerek Libya’da siyasi çözümün tesis edilmesi gerek de Mısır ile olası bir MEB anlaşması maksadıyla Türkiye’nin Mısır ile diplomatik ilişki kurmasının önünde bir engel yoktur. Türkiye, İsrail ve Filistin ile yürütmesi gereken müzakere yönteminin aynısını Mısır için de uygulaması gerekmektedir. Mısır, 2003 tarihinde GKRY ile deniz yetki alanlarını sınırlandırma antlaşması imzalayarak çıkar alanını genişletmeyi hedeflemiştir. Bu antlaşmaya göre kıyı uzunlukları oranı Mısır’ın lehine iki kat olduğu halde ve hakça bir paylaşımda GKRY’nin Mısır’ın yarısı kadar bir deniz yetki alanına sahip olması gerekirken, Rumlar, Mısır ile yaptıkları antlaşma ile 21.800 km2’den daha fazla bir yetki alanına sahip olmuşlardır. Türkiye yerine GKRY ile anlaşma yaparak 11 bin 500 kilometrekare deniz alanını kaybettiklerini, GKRY – Mısır MEB anlaşmasının imzalanması sonrasında, dönemin GKRY Turizm Bakanı Nicos Rolandis tarafından yapılan açıklamada “GKRY’nin bu anlaşma ile sahip olduğunun dört katı fazlası bir alanda egemenlik haklarına sahip olduğunu” itiraf ettiğini, Mısır’ın Yunanistan yerine Türkiye ile anlaşma yapması durumunda denizalanı kazanacağını hem Mısır kamuoyuna hem de Mısır’lı yetkililere anlatmak gerekmektedir.
Eğer Mısır, Yunanistan ve GKRY ile yaptığı anlaşmaların menfaatine aykırı olduğuna kanaat getirirse, bu anlaşmaları iptal edebilir. Arnavutluk’un 2009’da Yunanistan ile imzaladığı MEB anlaşmasını menfaatlerine aykırı olduğu gerekçesi ile iptal etmesi buna bir örnektir.
Saygıdeğer hocamız ve komutanımız Sayın Yaycı’ya bize zaman ayırdığı için çok teşekkür ederiz.
İlginizi Çekebilir:
Defence Turk Genel Yayın Yönetmeni. Kocaeli Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı mezunu ve amatör fotoğrafçı. Teknoloji, otomotiv ve uluslararası ilişkiler meraklısı. Savunma sanayii araştırmacısı.